Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

O Gemi Gelecek
O Gemi Gelecek
O Gemi Gelecek
Ebook345 pages3 hours

O Gemi Gelecek

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Birileri bu dramın şiirini yazmalı ve portresini ressamlar yapmalıydı. Yazmalı ki artık insanlık uyansın.. aynı şeyler tekrar edilmesin.

LanguageTürkçe
Release dateOct 12, 2020
ISBN9781005922061
O Gemi Gelecek
Author

Hasan Yüksel

1965 yılında Şanlıurfa’nın Sancak köyünde doğdum. İlkokul ve liseyi Urfa’da bitirdim. Üniversitede biyoloji öğretmenliği okudum.MEB’in her kademesinde öğretmenlik ve idarecilik yaptım. Pasifik ülkelerinde üç yıl idarecilik ve öğretmenlik yaptım.Yüksek lisans ve doktora çalışmalarımla üniversitede öğretim görevlisi oldum ve idari kadroda yer aldım.Evliyim, üç çocuğum var. Şu an Avrupa’da mülteciyim.Yirmi beş yıl devlette ve özel okullardaki eğitimciliğim ve son on yıldaki üniversitedeki eğitimcilik hayatımdan sonra bir gün aniden ‘terörist’ ilan edildim. Tutuklandım. On sekiz ay cezaevinde kaldım. Bu da yetmedi ceza da aldım.Bütün bunlara rağmen memleketime, yurduma, vatanıma kızmadım. Fakat suçsuz yere daha fazla ülkemde suçlu muamelesi görmek istemedim. Ve bir gün bir gemiye binip meçhule yol aldım.Yine de bir gün ‘O GEMİ GELECEK’ ümidindeyim.

Related to O Gemi Gelecek

Related ebooks

Reviews for O Gemi Gelecek

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    O Gemi Gelecek - Hasan Yüksel

    ÖNSÖZ

    Bu kitap 15 Temmuz 2016 sonrası gözaltına alınmam ve sonrasında tutuklanıp, cezaevinde dört duvar arasında geçen günlerimi (18 ay) kapsamaktadır. Birileri bu dramın şiirini yazmalı ve portresini ressamlar yapmalıydı. Yazmalı ki artık insanlık uyansın.. aynı şeyler tekrar edilmesin.

    Bu anılar şahsımda yüz binlerin hikâyesidir.

    Nasıl olur demeyin birden bir gece televizyonlardan görüntüler seyrettik ve ertesi günün sabahında birçok kişi işten el çektirildi, tutuklandı ve ihraç edildi. Akıl tutulması yaşandı. Ve gözaltı kararları akabinde ihraçlar, uzun tutukluluk süreçleri, iddianamemiz geçen bir yıla yakın süre ve sonrasında birinci mahkemede kimlik tespiti… Sonuç yok! Tutukluluğun devamı ve 5,5 ay sonraya ikinci mahkeme, uzun ve sıkıntılı bekleyişler… Savcıları beklemek, içi boş dosyalar, hukuksuz iddialarla suçlanmak ve suç olmayan hususlarla suçsuz olduğunu ispatlamaya çalışmak ve daha nicesi…

    Bu kitap, an be an bunları yaşayan yüzbinlerin şahsında benim gerçek hikâyemdir. Hatıratımda geçen olaylar yaşanmıştır ve maalesef olumsuz olan her şey gibi işkenceler de gerçektir. İşkenceye maruz kalmış arkadaşların isimleri değiştirilerek verilmiştir.

    İsterim ki böyle olaylar bir daha yaşanmasın ve olmasın! Bizden sonrakiler bunu yaşamasın ve birileri de bir daha kimseye yaşatmasın. Ve bu hatıratım bize bunları yaşatanlara bir cevap olsun.

    Bu çalışma, yüzbinlerce kişiyi içine alan bir hikâyenin gerçeğidir. Ben de bu yüzbinlerden biriydim. Yazdıklarım yüzbinlerin yaşadığıdır. Daha kötüsünü yaşayanlar var, onu da portrelerden anlatıyorum.

    İçerde yaşadıklarım… Ruh halim… Göremediğim gökyüzü, sesini duyduğum kargayla başlayan hasbihallerim. Yazmaya duyduğum ihtiyaç, şiirlerde hissettiğim manalar, uykusuz gecelerim…

    Koğuşa her yeni gelenle duyduğumuz yeni şeyler… Mahkemelerde yaşanan trajikomik durumlar, dinlediğimiz fıkralar, haberleri dikkatle dinleyişimiz bazen koğuşta paylaştığımız yaşanmışlıklar, yemeklere yüklediğimiz manalar, temizlik günlerimiz, görüş günlerinde önceki ve sonraki hallerimiz…

    Sağlık durumumuz… Beden ve ruh sağlığımızın günden güne azalması, hastane ortamlarındaki halimiz, revir sıkıntısı, ilaç bulamama, manevi ve bedeni işkenceler ve iniltili geceler…

    Bu kitabı okuduğunuzda siz de içerde yaşanan hayatlara şahitlik edeceksiniz.

    Hasan Yüksel

    Mayıs 2020 / Almanya

    GİRİZGÂH

    15 Temmuz Cuma günü aksam televizyonlarda bir tiyatro seyrettik. Gördüklerimiz darbeye benzemiyordu 1980 darbesini hatırlıyorum. Bir benzerlik söz konusu değildi sabah olaylar bastırılır işler yoluna girer derken başbakanın, Bu bize Allah’ın lütfudur! demesiyle ertesi gün bir sürü yeni kararlar yürürlüğe girdi. Önceden planlanmış listelerle tutuklamalar başladı. Herkes şaşkındı, ardından da müthiş bir algı operasyonları başladı. Meydanlara halk davet ediliyor mitingler vs. halk ve kanaat önderleri sövüp saymada birbirleriyle yarışıyor. Urfa’nın sıcak günlerinin sonu serin gecelerde algı ve korkudan etkilenmiş herkes meydanlarda Urfa’da mülteci kamplarındaki yüzbinlerce Suriyeli meydanlara getiriliyor ve halk galeyana getiriliyor.

    Ve benim hikâyem, evime polislerin gelmesiyle başladı.

    23 Temmuz 2016’da saat 13.30’da biri bayan üç polis kapımı çaldı. Arama var! dediler. Hayırdır? diyerek buyur ettim. Ellerindeki belgeye baktım, fotokopi savcılık gözaltısı ve üniversiteden bir liste ekli, hepsi tanıdık. Evi aradılar bir şey bulamadılar. İşyerine gidelim dediler. Gidelim dedim. Ailem geri döneceğimi düşünüyor ama ben biliyorum ki tutuklama var. Ailemi teskin ediyorum.

    Evden çıktık iş yerime doğru yola çıktık. İş yerim arandı. İşyerimde herkes şaşkın bize bakıyordu. Arama bitince beni TEM’e (Terörle Mücadele Merkezi) götürdüler. İşyerimde bir yıl önceki Zaman gazeteleri, ilmi bir çalışmalarım olan makalelerim ve yararlandığım bazı kaynaklar alındı. Ne alakaydı? Sonra bunları nasıl iddianamede kullanacaklar diye merak ettim. Bir yıl sonra iddianame çıkınca komikliği gördüm.

    TEM’de üç gün küçücük dar bir hücrede 6 kişi ile bekletildik. Sonra bir lisenin spor salonuna aktarılmamız ve 22 gün bu spor salonunda bekletilmemiz… 45-50 derece temmuz sıcağında 220 kişi! Sonra sorgu safhası…

    TEM’de polisler ne soracaklarını bilmiyorlardı. Geçmişimizi anlatmamızı istediler. Oradan soru çıkardılar. Sonra ters kelepçeli sabah 8, gece 2’ye kadar mahkemede hâkimin karşısına çıkmayı bekledik. Sulh mahkemesine gece 2’de çıktık. Tutukluluğun devamına… Sonra sulh hâkimliği tarafından 10 Ağustosta cezaevine naklimiz…

    Bu kitap, sadece benim değil yüzbinlerin hikâyesidir. Tarihe bir sosyal bilimci olarak not düşmek istedim. Objektif olarak yaşadıklarımı ve gördüklerimi sonraki nesillere aktarmak istedim. Bir ülkenin zirveye tırmanırken hedefe az kala nasıl tepetaklak yere çakıldığını gördüm. Bu yüzbinlerin içinde çok dramlar ve acılar var! Bu yapılanların hukukla bağdaşmadığını ifade etmek istedim. Ekmeğe, suya ihtiyaç duyulan gibi adalete hukuka ihtiyaç duyuyoruz.

    Temennim, bizden sonraki nesillerin bizim yaşadığımızı yaşamaması…

    Evet, elinizdeki hatırat olaylar bilinsin, anlaşılsın diye yazıldı. Bu kitap gerçeğin ta kendisidir. Azı var, çoğu yok! Her şeyden mahrum bırakıldığımız, kitapların verilmediği ve onları okuyamadığımız dönemde yazma dürtüsü oluştu ve bu hatırat doğdu. Failler, tarih karşısında yargılansınlar ve maşeri vicdanda yerlerini alsınlar.

    Kul ve insan hakkı Allah katında çok önemlidir. Allah, kul hakkını kendi hakkından önce sayar ve kul hakkının affı olmadığını ifade eder. Bu günlerde kul hakkını kolayca tecavüz eden hakkını gasp ettikleri insanların mağduriyetlerine sebep olanlar mahşerde nasıl hesap verecekler? Onu tarihe bırakıyorum. Benim hikâyem 18 ay tutukluluk ve sonrasında tutuksuz yargılanmak üzere tahliye. Haftada 3 gün imza ile denetimli serbestlik. Dışarısı hayal kırıklığı… Hakları elinden alınmış, işsizler ordusuna katılan yüz binlerden biri olarak ben…

    Tarihten konuşmalı ama tarihte kalmamalı! Bilakis tarihten ilham alarak bugünleri ihya, yarınları inşa etmeye çalışılmalı! Tarihten ibret almayan tarihe ibret olur. Cezaevinde insan, sevdiklerine, yakınlarına -onlardan ayrı düştüğünden- içini dökmek, açılmak istediği zamanlarda duygularını, düşündüklerini mektupla aktarır. Kişiseldir mektuplar ama sürgün mekânı hapishanelerin duvarlarını yıkar ve siz firar edersiniz. Bir kalemle, bir kömürle ve acılı zamanlarda kanla yazılmış kâğıtlardır mektuplar; özgürlüğünüzdür… Bu notlar da benim özgürlüğüm oldu. Yazarken rahatladım ve tarihe not düştüm. İbret alınması temennisiyle…

    Çile çekenlere ithaf ediyorum güzel yarınlar temennisiyle…

    GÖZALTI

    23 Temmuz 2016 / Cumartesi

    Saat 16.00 itibariyle gözaltına alınma, eve gelme, arama ve büroya gitme… Arkasından emniyette TEM şubesinin zemin katında 3 uykusuz gece ve sonrasında asıl işkencenin başladığı spor salonunda geçen 22 günlük gözaltı süresi…

    Yüreğim kabarmıştı, duygularımın aşırıydı ve çokluğu başımı döndürüyordu. Bir kasırgaya tutulmuşum gibi geliyordu bana. Hissettiğim şey kara bir umutsuzluktu yalnızca. Ama açık hava beni kendime getirdi. Tıpkı her yaşam değişikliğinde olduğu gibi izlenimlerimin canlılığı yeniden yüreklenmeme yetti. Öyle ki kısa bir süre sonra bütün tasalarım dağıldı.

    Söz uçar, yazı yazıldığı yerde kalır; ancak hissiyat bâkidir. İz bırakan duygusal etkidir.

    Saat 16.00 Pazar… Bugün itibariyle gözaltına alındım. Evi aradılar, tutanak tuttular. Komşumu çağırıp ona da imzalattılar. Arkasından üniversitedeki odama gideceğimizi söylediler. Evden ayrılıp büroya gittik. Bir terörist gibi ellerim kelepçeli idarecisi olduğum üniversitede de rencide edildim.

    Spor salonuna getirildiğimizde 11 kişiydik. Salonu beş bölmeye ayırmış, bölmeler arasına şerit çekmişlerdi. Gün gün sayı arttı ve toplam 220 kişiye ulaştık. Üniversiteden 52 kişiydik, daha sonra bu sayı 140 oldu. 60 asker ve geriye kalanlar il müdürleri, memurlar, esnaflar vs.

    Spor salonunun yerleri kirli, ortam havasız, sıcaklık 50 derece ve sadece bir adet tuvalet vardı. Yerlerde koyun sürüsü gibi uzanıyorduk.

    İlk günler kimse burada olduğumuzu bilmiyordu. Bizim için de aileler için de yeni bir durum hatta Türkiye için bile yeni alışagelmeyen bir durumdu spor salonunda gözaltında tutulmak. Ailelerin haberi yoktu. Avukatlarla görüşme yasaktı. Herkesin üstü başı perişan halde, bazıları tuvaletlerde yıkanmaya çalışıyordu ama nafile! Tuvaletlere polis nezaretinde gidip geliyorduk. Tuvalet sırası uzadıkça uzuyordu.

    İlk bir hafta geçtikten sonra avukatlar gelmeye başladı. Dışarıda cadı avı vardı. Avukatlar dosyaları almak istemiyordu. Alanlar ise yüklü miktarda para talep ediyordu. Gücü olan var, olmayan var, ayrıca herkes korkuyordu. İlk hafta 11 avukata gözaltı kararı çıktı. Yanımıza, spor salonuna getirildiler. Herkes onlara danışıyor Ne olacak? Ne yapmalı? diye. Savunmanın içerde olması hukukun bittiği yer.

    Herkeste bir hastalık halleri, ortam sağlıklı değil mantar hastalıkları, enfeksiyon, grip yayıldıkça yayılıyor fakat tedavi yok ilaç yok. Polisler genelde iyi davranıyor. Yemekler kötüydü ve Size su bile yok! dendiği zamanları yaşıyoruz.

    Yavaş yavaş şartlar her ne kadar zor olsa da artık alışmaya başlıyoruz. Hastalıklar iyice yayılıyor. Fırsat buldukça tuvaletlerde duş alıyoruz.

    Sabun yasak, havlu yasak.. yasak.. yasak…

    Benim avantajım avukatımın iyi ilişkileri sayesinde ilk günden beri kendisiyle görüşüyor olmam… Dışarıda ne olup bittiği merak konusu olduğundan her görüşme sonrası salona döndüğümde çevremde arkadaşlar toplanıyor Ne olacağız? Ne olmuş? diye soruyorlardı. Bir ümit arıyorlar, dışarıdan haber almak istiyorlar.

    Yıldırım, eski bir kabadayı, alkolik… Kendi deyimiyle meyhaneci ve kerhaneci… İlk gün ölüp ölüp diriliyor. Tansiyonu var ve kilolu, ilişkilerim iyi. Her avukat görüşmesi sonucu bana gelip Hocam, yeğenim ne dedi? diye soruyor. Ümit veriyorum.

    Harran Üniversitesinden profesörler, doçentler, yardımcı doçentler, doktorlar 52 kişiyiz.

    Hastanenin yüzde ellisi burada cerrahlar, göğüs, kardiyoloji, hematoloji… İlahiyat, iktisat, fen edebiyat, eğitim fakültelerinden de hakeza... Ortak özellikleri, çalışkan ve başarılı olmaları! Herkes Niye buradayız? Kim bunu yaptı bize? sorularını soruyor. Ortak kanaat, 4-5 kişinin bu isimleri tespit ettiği, rektörün de üst yazıyla bildirdiği ve tutuklamamızın gerçekleşmesi… Suçumuz: F.../PYD üyesi olmak! Hiç alakası olmayan tipler, branşlar, fıtratlar… Eşleriyle beraber tutuklanan, küçük çocukları dışarıda yalnız kalan insanlar var.

    İlk on günümüz sıkıntı ve sıcaklarla boğuşma ile geçti.

    10. gün bir grup sorgu için emniyete götürüldü. Ümitliyiz, Sorgu başladıysa çıkarız. diye…

    Sabaha kadar sorgu, sonra salona dönüş… Ertesi gün savcılığa sevk ettiler. Gidenler, gece tekrar döndüler. Bilinmeyen sebeplerle savcıyla görüşemediler, aramıza döndüler. Hepimizin ümitleri kırık.

    60 asker getirdiler ve salonda yer kalmadı. Onları bizden ayırdılar. 2-3 gün sonra da askerleri sorguya götürüp getiriyorlardı. 4 defa götürüp getirdiler. Nihayet 14. gün askerler savcılığa sevk edildi. 60 kişiden 5-6 tutuklama! Diğerleri serbest bırakıldı diye duyduk ümitlendik. Sonradan anladık ki haberler şişirme, savcılığa çıkan herkes tutuklanıyor.

    Savcılar hâkimler militan gibi davranıyor. O donem Diyarbakır ve Ankara’dan özel ekipler getirildi. Hâkim, savcı ve istihbaratçılar… Dışarıda cadı avı devam ediyor. Savcılığa giden tutuklanıyor. Bekliyoruz sıra bize gelir, diye.

    21. gün sorgu için grup grup emniyete götürülüyoruz. Ben 3. gruptayım sorgudayım. 22. gün saat 14’te emniyette mini bir sunum odasında bekliyoruz. Yemek yok, su yok. 22 gündür çay içmemişiz. İstiyoruz, Üstlere soracağız deniyor sonuç yok. Üstler ellerinden geldiği kadar bize zulmediyorlar ve gönüllü militanlık yapıyorlar.

    Nihayet 22. gün 23:00’da sorguya alındım. Sorguyu kibar bir polis hazırlamış. 54 soru var. Soruyor, cevap veriyorum. Çelişkili sorular… Ha, bu arada 17. gün ön soruşturma için emniyete grup grup götürüldük. Öz geçmişimiz soruluyor. Oradan sorular tespit ediliyor.

    Sorgudaki sorular: Okurken nerede kaldın? Hangi dershaneye gittin? Abone olduğun gazete ve dergi hangileri? Hangi banka ile çalıştın? Hangi derneklere üyesin? Konuşma programlarını kullanıyor musun? F...’ye yardımın oldu mu? Bu makama nasıl geldin, kim yardımcı oldu? Yurt dışı seyahatlerine niye gittin, kim organize etti? Çocukların hangi okula veya dershaneye gitti? İtirafçı olmak istiyor musun?

    Bu arada 155’i arayan üniversiteden biri, benim üniversitenin F... idari imamı olduğum, siyah yabancı bir Mercedes’in beni almaya geldiği, 20.08.2016 saat 11:30 ‘da yurt dışına kaçacağımı ihbar ediyor. (Sonradan öğrendik ki 2 yıl sonra istifa ettirilip üniversiteye alınan güvenlikten sorumlu Çetin Kılıç’mış.) Hâlbuki, 15 gün önce kardeşim Almanya’da evlendi; onun düğününe gidip geldim. Orada teyzemin kızı bizi evine davet etti. Çocuğunun sünnet problemi varmış; nasıl hallederiz diye bana danıştılar. Ben de bu iş Türkiye’de daha kolay. Türkiye’ye geldiğinizde bana gelin, yarım saatte özel bir poliklinikte çocuğu sünnet ederiz, dedim.

    Bana ziyarete gelen teyzemin kızı… Yabancı plakalı siyah Mercedes onların arabası, öğle arası çocuğu sünnet ettik. Bizim eve götürdük iki saat dinlendiler. Sonra beni tekrar büroma bıraktılar. Bu olay iftiraya dönüştürülüyor. Savunmada anlattım, İhbarcı nasıl böyle yorum yapıyor ve siz kâle alıyorsunuz? dedim.

    Bu arada yan masada kötü polis rolünde bir komiser var, moralimizi bozmak için elinden geleni yapıyor bizi suçluyor. Sonuçta dayanamayıp: Müdür Bey! Bu iddialarla yarın sen de benim yerimde oturursun. deyip tepki gösterdim. İfadelerimizi yazarken müdahale edip düzeltmelerimizi engellemeye çalışıyor. Elinden gelse bize hazır suçlu olduğumuz bir metni imzalatacak!

    Gece saat 02:00’de sorgudan döndük, ümitliyiz. Suçumuz yok, yarın savcılığa sevk olacağız diye bekliyoruz ve heyecanlıyız. 22. gün sabah 09:30 elde listeler üniversiteden isimler okunuyor. Otobüslere doldurulduk. Eller arkadan kelepçeli, her kişiye çevik kuvvetten bir polis eşlik ediyor.

    Sabah 09:30 akşam 18:30’a kadar bir kavşakta suçlular gibi Urfa’nın temmuz sıcağında en az 45 derece sıcakta otobüslerin içinde bekletiliyoruz. Eller arkadan kelepçeli. Araç klimaları çalışıyor ama fayda etmiyor, oturamıyoruz. Sorular… Niye bekletiyorlar? Cevap yok!

    Bir iki defa tuvalet ve namaz bahanesiyle tuvalete gittik.

    Kelepçeler açılıyor rahatlıyoruz kolum kopacak gibi omuz kaslarım ağrıyor. İki elim şişti bütün itiraz ve müracaatlarıma rağmen kelepçeler çözülmedi. Namaz diyoruz çok bilmiş bazı amirler, İma ile kılsınlar. diye cevap veriyorlarmış. Nihayet saat 19.00 savcılığa sevk…

    Savcılık (Mehmet Topal) onar kişilik grupları halinde odasına alıyor. Kendisi ayakta mağrur bir eda ile F... ilişkiniz tespit edilmiş. Bir şey diyor musunuz? diye soruyor.

    Herkes sessiz…

    İtiraf ediyor musunuz? diye tekrar soruyor.

    Herkes yine sessiz…

    Tepki, protesto sessizliği var.

    Sonra benim ve iki kişinin ismini önündeki notlardan okuyor. Daha iyi tanımak ister gibi.

    Yüzümüze bakarak bizi dışarı çıkarıyor.

    Gün boyunca eller arkada kelepçeli kollarım kopacak gibi ellerim şişmiş. Soruyorum cevap yok. Avukat olan oğlum geliyor. Gidip konuşuyor yetkililerle, ellerim bu defa geçici olarak önden kelepçeleniyor.

    Biraz rahatlıyorum. Hâkimi bekliyoruz. Haberler fısıltılar uçuşuyor: Herkes tutuklanacak… Herkes tutuksuz yargılanacak…

    Nihayet üç saat sonra eşli iki bayan öğretmen ve bir akademisyen serbest bırakılıyor seviniyoruz. Tekrar bekliyoruz bir iki saat sonra mevcut 52 akademisyen ve idari grup 3 gruba ayrılıyor. 14 kişi Sulh Ceza Hâkimliğine sevk ediliyoruz.

    Kimlik tespiti yapılıyor. İki gruba ayrılıyoruz. Hâkim, birinci grubu dinliyor not alıyor. İkinci grup içeri alınıyor bekliyoruz. Önde sağda, birinci sıradayım avukatım solda, avukat masasında. Hâkim göründü bıyıksız, seyrek saçlı zayıf orta yaşta biri. Uysal bir yapısı var. Herkese tek tek soruyor savcılıktaki beyanınıza ekleyeceğiniz bir şey var mı? İstisnasız her kalkan terörist olmadığını, F... terör örgütünü tasvip etmediğini, teröre karşı olduğunu ve terörü lanetlediğini anlatıyor.

    Savunma avukatları, daha esaslı hukuki temelli savunmalar yapıyorlar. Sıra bana geliyor. Soruyor ekleyeceğiniz bir şey var mı diye? Ayağa kalktım hâkime hitaben: Sayın hâkim bey, 51 yaşındayım. 26 yıllık eğitimciyim. Bu yaşa kadar hiçbir adli vakam olmadı. Binlerce talebeye ders verdim yetiştirdim. Hiçbiri terörist olmadı. Hepsi vatanperver insanlar. Hatta şu an bile hükümette milletvekili, bakan danışmanı talebelerim var. Hepsi vatan millet sevdalısılar. Ben terör örgütü üyesi değilim. Hayatım ortada, bana yapılan komplodur. Üniversite yönetiminin bana uyguladığı bir oyundur! Vicdanınıza havale ediyor ve tutuksuz yargılanmamı talep ediyorum. deyip oturuyorum.

    Nihayet herkes diyeceğini dedi. Gece saat 01.00 olumlu bir hava var. Ümitliyiz dua ediyoruz.

    Hâkim birden kâtip elemana fısıldar gibi Hepsi tutuklandı, dışarıdakilere de söyleyin. deyip adeta odasına doğru kaçtı.

    Hepimiz şaşkındık ve şok olduk. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk, donduk anlayamadık. Şaka mı? Ne dedi? hepimiz anlamaya çalışıyorduk.

    Dışarı çıkıyoruz. Herkes çaresiz, bitik, yorgun. Avukat oğlum yanımda. Metanetli davranmaya çalışıyorum sessiz bitaraflara kaçmak istiyorum fakat oğlum beni yalnız bırakmıyor. Bu defa eller kelepçeli imza fasılları başlıyor; şu evrak, bu dosya derken saat 2:00 oluyor öğrendik ki Hilvan cezaevine gideceğiz.

    Ellerimiz arkadan kelepçeli otobüslere dolduruluyoruz. Dışarıda 25-30 kişilik aile grubu feryatlar, ağlamalar eşliğinde otobüslere biniyoruz. 500 yataklı devlet hastanesine doğru yola çıkıyoruz. Sağlık kontrolleri ve formaliteler kâğıt üstünde hallediliyor. Güya hastanedeyiz, doktor bile görmeden tekrar cezaevine doğru yola koyuluyoruz.

    Havaalanına az kala otobüs duruyor, arıza yapmış. Bir panik otobüs yanıyor diye polisler endişeli bir yerleri arıyorlar. Sonra anladık ki otobüsün motoru arkadan yanıyormuş. Kısa süre sonra halledildi bir sorun olmadığı anlaşılınca herkes sakinleşiyor yeni otobüsün gelmesini bekliyoruz.

    Bir saat sonra yeni otobüs geldi bindirildik ve bir süre sonra Hilvan T tipi cezaevine ulaşıyoruz. İşlemler yapılıyor kontrol ediliyor el, parmak izi vesaire derken bu odada soyunup aranıyoruz. Herkesin nereye gideceği belli olunca B-15 nolu koğuşa gönderildim. Elimde 3-5 parça eşyamla B-15 koğuşunun önündeyim. Kapı açılıyor içeride yirminin üzerinde adam var.

    Normalde her gün duş alıp tıraş olan bir insanım. 17 gündür elimde bu imkanların hiçbiri yok! Saç sakal birbirine karışmış, üstüm başım dağılmış bitik bir haldeyim. İçeriden birisi beni tanıdı, Viranşehir’den… Hocam, buyurun! Şaşkın bir ifade ile oturuyorum. Sabah namazı vakti, cemaat olmuşlar. Acele abdest alıp katılıyorum sonra yığılıp kalıyorum, sabah 6:30…

    Havalandırma kapısı açılıyor, saat 8:00 herkes avluda diziliyor sayım var.

    CEZAEVİNDE İLK GÜN

    Cezaevinde ilk günüm. Arkadaşlar şen şakrak, bazıları üzgün. Hâlâ şoktayım. Kahvaltı sıkıntılı diyorlar. Saat 9:30’da çay zeytin ve az peynirden oluşan kahvaltı. 18 gündür çay içemiyorum. Bir bardak çay, iki üç zeytin aldım başka bir şey yiyemedim. Beni tanıyan arkadaş bir jilet veriyor ve 30 günden beri ilk defa tıraş olup banyo yapıyorum, yüzüm değişiyor.

    Dışarıda taburede otururken çevremi gözlüyorum. Selam veren tanıdıklar var. Mekânı inceliyorum iki katlı bir koğuş. 2 tuvalet, 1 banyo, 3 lavabosu var. Küçük bir mutfak üst kat normalde 8 kişilikken 28 kişi kalıyoruz. Yerlerde yatanlar var. Ben de mecburen girişte yerde köşede bir yerde yatmaya başlıyorum. TV, çay seti, mini buzdolabı var burada. 25 gündür burada olanlar var. Az çok bir yapı, bir sistem oluşmuş. Ne nasıl oluyor, ihtiyaçlar nasıl temin ediliyor, haklar neler öğreniyorum. F...’den içeri girenlere bazı haklar kısıtlanmış telefon, açık ve kapalı görüşler vs. gibi

    Öğleden sonra avukatım (oğlum) geliyor görüşmeye. İlk defa sürmeli kapılar açıla açıla gidiyorum. Yedi veya sekiz demir kapıdan sonra oğlumla görüşmek için avukat görüşme yerine ulaştım. Oğlumu görünce hislendim ve ilk defa gerçekle yüz yüze kaldım. Artık cezaevindeyim konuşamıyorum. Hisleniyorum, hıçkırıyorum, konuşamıyorum. O da üzülüyor ama bana teselli veriyor. Olmuyor, daha fazla üzmek istemiyorum onu. Bitirmek istiyorum görüşmemizi. Selam söyle herkese, deyip yanından ayrılıyor ve dönüyorum hücreme. Seccademe sığınıp gözyaşı döküyorum. Üzgünüm. Keşke oğlum bunu görmeseydi diyorum.

    Bir arkadaş köşede hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Ümitleri tükenmiş belli. Sarılıyorum, bir ümit vereyim, derken kendimi tutamıyorum kucaklaşıp beraber ağlıyoruz.

    CEZAEVİ

    Cezaevinin duvarları soğuk değil, çok soğuk… Dokunmadan bile bakışlarınızla hissedersiniz. Ve sanki suçlu ve mazlumların ahını emerek ayrı bir boyaya boyanmış gibi kasvetli ve çekilmez bir mekân!

    Dış duvarlarının üstü tellerle örtülü, içerdekiler çıkmasın, kaçmasın diye… İçeriye koğuşlara kadar sekiz on kapı açılır kapanır. İki katlı cezaevi koğuşu 8 kişilik ama 28 kişi kalıyoruz.

    Cezaevleri yaşamların sürgün mekânları… Şehir dışına kurulması adettir. Dev beton duvarlarla çevrilidir ki; içerisi dışarısını, dışarısı da içerisini görmesin diye tecrit binalarıdır. Ses işitmez ve görmezsiniz bu sürgün mekânlarında ve firar yasaktır, suçtur. Demir kapıların sesidir yankılanan ve kapıların üzerinize kapatılmasıdır. Kendi kapınızı kendinizin kapatabildiği mekânlardaki yaşamı özlersiniz.

    Ne kadar anlatılsa da ne kadar izah edilip örneklendirilmeye çalışılsa da aslında ceza(!)evi(!) anlatılabilecek bir olgu değildir. Cezaevi için mekân diyemedim veya demeyi doğru bulmadım… Olgu dedim, zira mekân tanımı bu garabeti tanımlamaya çok yetersiz kalmaktadır. Belki birileri bu olgu ifadesini de yetersiz bulabilir. Haklı da olurlar. Çünkü cezaevi mekândan öte bir şey olduğu için ve aynı zamanda içindeki her bir insan için de farklı bir şeydir. Dışarıdaki biri için cezaevi üç aşağı beş yukarı mekân olurken, içerideki ise bunu farklı farklı algıladığı için bambaşka bir hüviyete bürünebilmektedir. Ve fiziki mekân aynı, maddi şartlar küçük farklılıklarla aynı olmasına rağmen, içerde yaşayan insanlar için cezaevi farklılaşabiliyor, adeta farklı farklı ıstıraplar duyabiliyorlar. Yan koğuştaki gençlerden biri şöyle bir şey demişti: Hocam siz de ceza mı yatıyorsunuz! Bizim bir yılımız sizin beş yılınız eder! Evet, çok doğru demişti, bulunmuş olduğu ortam, dışarıdan (ailesinden, arkadaşlarından, sevdiklerinden…) alamadığı maddi-manevi destek onun cezasını beşe katlamıştı. Oysaki onunla aynı mekânda ve aynı zaman süresine çarptırılmış yüzlerce insan pekâlâ aynı sıkıntıyı duymayabiliyorlardı.

    Cezaların etki hissi, insan kişiliklerine bağlı olarak da hissedilebilmektedir. Şunu hep düşündüm, acının kendisi mi yoksa düşüncesi mi acı veriyor? Zamanla ‘düşüncenin’ acı verdiğini öğrendim. Hatta bu çoğunlukla da böyledir. Sosyal biri için ceza farklı olarak algılanabiliyorken, asosyal biri için pekâlâ bu his oluşmayabilmektedir. Veyahut da asosyal olmayıp hayal sahibi bile olmaması ceza hissini etkilemektedir. Hayal sahibinin hayalleri dahi ona ceza olabiliyorken, bir başkasında bu oluşmamaktadır.

    Dışarıdayken sosyal bir kişiliğe sahip birinin içeri düşmesi, adeta onda ‘zamanın durmuşluğu’ hissini oluşturmakta, derdest edilip içeri alındığı andan itibaren geçmiş günlerini, akrabalarını, arkadaşlarını, sevdiklerini sayıp durmaktadır. En son yakalandığı andaki görüntüleri nasılsa o görüntüler 20 yıl sonra da aynıdır o mahkûmun zihninde. Zira onun için zaman durdu, dünya durdu… Beli bükülüp saç-sakal ağarmış olsa da zihninde yaşattığı o özgür günlerin ve figüranlarının görüntüsü hep aynı kalmakta, yaşlanmamaktadır.

    Görüş sırasında görüşmecilerle içerdekilerin karşılıklı bir çift sözü, sevgi dolu bakışı, gülümsemesi ve hatta kahkahaları sürgün mekânının soğuğunu kırar, ortalık sımsıcak olur, ısınır. Mekânın kötüleri bunu bilmez! Onlar soğuğun hükümran olduğu sürgün mekânlarının demir kapı kapıcılarıdır.

    Hapishane işte! Kararı başkaları verir. İstesiniz de istemeseniz de zamanı birlikte geçireceğiniz insanları seçmenize izin verilmeyen sürgün mekânlarında hiçbir şey için seçme hakkınız bulunmayan soğuk davarlar arasında şiddetin ve hak ihlallerinin yaşanmasıdır. Siz, siz olmaktan çıkarsınız, çıkarmak isterler… Yasaklar tebliğ edilir, sayılır ve üzerinizde uygulanan cebri icraya, şiddete maruz kalır direnir veya pes edersiniz ya da uyarsınız.

    KOĞUŞUM

    Koğuşa kadar 10 kapı…

    Koğuşta 3 kapımız, 6 penceremiz küçük bir mutfak tezgâhımız var.

    2 WC, 1 banyo, 1’i kırık 2 lavabo var.

    Memurlarla muhabbet için kapıda mazgal var.

    Sadece gökyüzünü gören bir volta avlusu ile 9 metre derinliği olan bir havalandırması var.

    6 veya 7 metre ebadında gezinti yerimizin ortasında üstünü kapatmazsak pis kokan logarı

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1