Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Genç Kız 2
Genç Kız 2
Genç Kız 2
Ebook388 pages4 hours

Genç Kız 2

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Evinden yüzlerce kilometre uzaktaki bir deniz kenarında darbelerle parça parça olmuş Afrika desenli erkek gömleğinin içindeki kopan parçaları kuma karışmış kan revan içindeki cılız bedeniyle, sıkı sıkı örüp bağladığı için şeklini yapıldığı ilk andaki gibi koruyan, kanla yapış yapış olmuş ve yana düşmüş atkuyruğuyla, ve sürüklendiği sırada ayakkabılarını bir yerlerde düşürdüğünden biri çoraplı diğeri tamamen çıplak ayaklarıyla öylece yatıyordu. Kırılıp kuma atılmış bir oyuncak bebek gibi... Her şey öyle ani olmuştu ki, imdat istemek için etrafına bakınamamıştı, bağıramamıştı, ailesinin son bir hayalini gözünün önüne getirememişti bile. Bu yaşadıklarım gerçek olamaz, benim hayat filmim böyle bitemez diyememişti. Ya da -bazen böyle onu zorlayan vakitlerinde yaptığı gibi- yaratıcısına yönelip “bunu hak etmek için ne yaptım” sorusunu aklına getirmeye bile bir anlık olsun vakit bulamamıştı.

LanguageTürkçe
Release dateMar 19, 2020
Genç Kız 2
Author

Betül Gökçe

gokcebetul@hotmail.com

Read more from Betül Gökçe

Related to Genç Kız 2

Related ebooks

Reviews for Genç Kız 2

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Genç Kız 2 - Betül Gökçe

    GENÇ KIZ 2

    By Betül Gökçe

    Copyright 2020 Betül Gökçe

    Smashwords Edition

    Discover other titles by Betül Gökçe at Smashwords.com

    Smashwords Edition, License Notes

    Thank you for downloading this ebook. This book remains the copyrighted property of the author, and may not be redistributed to others for commercial or non-commercial purposes. If you enjoyed this book, please encourage your friends to download their own copy from their favorite authorized retailer. Thank you for your support.

    ***

    Hayal meyal, kolundan tutulup kumda sürüklendiğini hissediyor, aralı vaziyetteki gözlerini açıp kendine gelmesi gerektiğini biliyordu ama aldığı darbenin şiddetinden bir türlü ayılamıyordu. Sonunda bir eşyaymış gibi bırakıldığında yere vuran başı yüzünden inledi. Kulağına gelen seslere rağmen bir süre kıpırdamaksızın öylece yattı. Onun tahmin ettiği kadar (tır çarpmış gibi) olmasa da tüysıklet bir genç kız için hayli sert gelen yumruk nedeniyle çenesiyle birlikte bütün yüz kemikleri zonkluyor, darbe esnasında başının iradesi dışındaki ani dönüşü nedeniyle sinir sıkışması gelişen ense kökünden kafatasına dayanılmaz bir ağrı yayılıyordu. Bunlar da yetmiyormuş gibi tepesindeki insanlar -onun teneke gürültüsü diye tarif ettiği- bilmediği bir lisanda bağırarak bir şeyler anlatıp baş ağrısına ağrı katıyorlardı. Yattığı yerde yavaşça elini ensesine götürüp ovuşturdu. Bir süre sonra biraz kendine gelince açılmayı reddetmelerine rağmen gözlerini tam açmaya çalıştı, sonra da yerinden doğrulmaya. Biraz diklenip oturunca şakaklarını ovuşturdu ve gözlerini de yavaşça araladı. O sırada birinin ona sarılmasıyla korkuyla geri çekildi ama sonra kokusundan ve yapısından onun Alicia olduğunu anlayınca rahatladı ve kendini onun kollarına bıraktı. You’re alive demişti Alicia. Ona sımsıkı sarılıp ağlamak ve what’s going on ile başlayan bir sürü soru sormak istiyordu genç kız. Ama bir erkek sesinin bilmediği bir lisanda genç kızın müdahale olduğunu tahmin ettiği kelimeler kullanmasıyla Alicia ondan ayrılmak zorunda kaldığından buna muvaffak olamadı ve sadece Alicia’nın da oralarda olmasının verdiği yakınlıkla yetinmek zorunda kaldı.

    Nihayet gözlerini biraz açıp etrafına bakmayı başarabildi genç kız. Üstü başı kum olmuştu. Silkelenip kurtulmak istedi. Ama öyle baş ağrısı çekiyordu ki, kafasını tekrar yere koyup uzanmamak için zor tutuyordu kendini. Araladığı göz kapaklarının arasından ufukta batmakta olan akşam güneşinin alacakaranlığında, uzaktaki şehre ait sokak ışıklarının yetişebildiği kadarıyla, ama asıl olarak yabancı bir araba farının aydınlattığı ortamda karşısında kaba saba iki adam silueti fark etti. Birinin elinde bir şey tuttuğunu gördü ama hala aklı karışık olduğundan gözlerini kısıp bakmasına rağmen ne olduğunu tam çıkaramadı. Hiç hali olmasa da yanında durmaksızın konuşana bakma refleksi gösterip başını -boynundaki ağrı müsaade ettiği kadar- çevirince yerde yatan birinin yüzünü-saçını okşayıp gözyaşı döken ve ara ara başını kaldırıp adamlara laf söyleyen Alicia’yı gördü. Alicia’nın üzerine eğildiği şahsı iyice görebilmek için eğildiğinde, kıpırdamaksızın yatan Daniel’i fark eden genç kız, hala uyanamadığına göre epey şiddetli bir yumruk yemiş diye düşündü. Destek olmak için çiftin yanına gitmek istedi ama bedeni buna izin vermeyince geri çekilip yerinde kaldı. Oturduğu yerde başını dizlerine dayayıp birkaç dakika öylece kaldıktan sonra başını kaldırdı ve gözlerini tamamen açtı. İlk yaptığı şey etrafını kolaçan etmek ve bir durum raporu çıkarmak oldu.

    Walvis bay’in biraz uzağında, oturdukları deniz kenarında, Alicia ve Daniel’in arabasının deniz tarafında yerde kumların üzerinde oturuyorlardı. Hem tatil sezonu olmaması hem de şehrin biraz uzağında olmaları nedeniyle ortalık ıssızdı ve bu genç kızın panik derecesinin artmasına sebep oluyordu. Gözlerinin ışığa alışmasıyla karşısındakilerin biri sıradan, diğeri ise her tarafına gazoz kapağı yapıştırılmış bir kıyafet giyinmiş iri yarı iki Afrikalı olduğunu gördü. Gözlerini kapayıp iyice sıktı genç kız. Sonra yeniden açıp bakınca gazoz kapağı yapıştırılmış diye gördüğü şeyin grantuvalet giyinmiş Afrikalının parlak kumaşlı giysisi olduğunu fark etti. Biraz önce hayal meyal fark ettiği şeyi görmek için grantuvalet giyinmiş olanın eline bakınca onun kafasında kurguladığı gibi silah değil bir telefon tuttuğunu gördü.

    Neden? Kiminle konuştu? Polis mi? Niye? Onlar bir şey yapmamıştı ki… Hayır, hayır, polisi aramak iyi fikirdi, bu karışıklığı ancak onlar çözebilirdi. Nasıl bir şeyin içindeyim diye düşüncelerini peş peşe sıraladı genç kız. Anın fotoğrafını gösterip bu resme bak, bir hikaye uydur deseler makul-mantıklı bir hikaye kurgulayamayacağı bir hadisenin içindeydi. Zihnini bu kadarcık düşünceye zorladığı için bile baş ağrısı arttığından ellerini kaldırıp şakaklarını, alnını ovaladı, gözlerini açık tutmaya çabaladı. Şu Daniel neden kalkmıyordu sanki? Belki onları bu durumdan kurtarabilirdi?

    O sırada gözleri ayaklarına kaydı. Ayakkabıları yoktu. Nerede düşürdüğünü görmek için bakışlarını çevirip etrafını taradı ama far ışığı altındaki kısımda hiçbir şey göremedi. Onlardan başka ayakkabısı yoktu. Bulundukları durumdan kurtulduktan sonra dönüşte ne giyecekti? Parasını bu seyahat için harcadığından dönüşte ayakkabı alacak parası da kalmayacaktı. Ayakkabılarımı bulmam lazım dedi içinden. Alt üst olmuş psikolojisinin üzerine ayakkabılarının yokluğu suyu taşıran son damla vazifesi gördüğünden büyük bir ağlama isteği yaşadı ve yüzünü buruşturdu. Ama tam ilk damlalarını dökmüştü ki, Alicia’nın konuşmaya başlamasıyla dikkati dağıldı ve nasıl olsa buralarda bir yerdedirler, arar bulurum diyerek elinin tersiyle gözlerini sildi.

    Adamlar, Alicia’nın Daniel’i işaret ederek çaresiz bir yüz ifadesiyle ve sürekli bir şeyler anlatmaktan çatallaşmış sesiyle söylediklerine kısa cevaplar veriyor, genç kadının yerinden kalkma çabalarını sertçe ve tehditkar ifadelerle engelliyorlardı. Genç kız ne yapması gerektiğine karar veremiyordu. Kalkıp kaçmaya çalışsa sağlam haliyle muvaffak olamadığı kurtuluşuna, bu sarhoş gibi, sersemlemiş haliyle hiç ulaşamayacağına emindi. Belki de o da konuşmalı Alicia’ya destek çıkmalıydı. Ne istiyor olabilirlerdi? O sadece parasız pulsuz basit bir öğrenciydi. Eğer birini ya da bir şeyi arıyorlarsa kesinlikle kendisinin bir ilgisi olmadığını anlatmalıydı. Başka ne olabilirdi? İnternette okuduğu şehir efsanelerinde olduğu gibi organ mafyası olamazlardı ya? Yok canım, olamazlardı… Böyle şeyler onun gibilerin başına gelmezdi.

    Zonklayan çenesi nedeniyle açamadığı ağzına rağmen birkaç kelime edip onlara verebileceği hiçbir şey olmadığını söylemek istese de, şiddetli baş ağrısı yüzünden düşüncelerini toparlayamıyor, toparlamayı becerse de yediği yumruğun sarsıntısıyla çalkalanmış bir kavanoza dönen zihninde, öğrenirken yerleştirdiği raflar yerle yeksan olduğundan dağılan kelimelerin arasından doğrusunu bulmakta zorlanıyordu. Kaldı ki anladıkları anlaşılan Almancada Alicia’nın kütür kütür döktürmesine rağmen adamların onu dinledikleri söylenemezdi. Bir şeyler yapması, en azından Daniel’in yanına gidip nasıl olduğuna bakması ve Alicia’ya destek olması gerektiğini düşünüyordu. Ama zihninin yaşadığı travmaya çözüm olarak ürettiği katatonik duruştan çıkamıyordu. Bu yüzden oturduğu yerde öylece ağrılarıyla iki büklüm, olacakları beklemeye devam etti.

    O sırada gelen gürültü ve akabinde yeni farların ortaya çıkmasıyla sindiği yerde uyanış yaşadı ve başını yavaşça çevirerek etrafına bakındı genç kız. Alicia da susmuş, genç kız gibi daha çok şey duyabilmek için kulaklarını dikmişti. Yeni farlara doğru baktılar ama kamaşan gözleriyle doğru düzgün bir şey göremediler. Arabanın yakınlarında durduğunu ve sadece bir kapının açılıp kapandığını duydu genç kız. Onu göremese de acele adımlarını duyduğu şahsın kendilerine doğru geldiğini hissediyordu. Gelirken bir yandan da söyleniyor muydu ne?

    Kim olduğunu öğrenmeleri konusunda onları çok bekletmedi ve bir anda karşılarına çıkıp kendini gösterdi, Kanarya. Karanlıklardan çıkıp görüş alanlarına girdiği o ilk anda onu gördüğünde zihnine düşen resim Tweety'nin gözlüklü ama sevimsiz hali olmuştu genç kızın. Geçirdiği sarsıntıdan olsa gerek saçmalayan zihni, karşısındaki golf kıyafetleri içindeki gözlükleri yüzünün kenarından taşan sarışın Avrupalıyı çizgi film karakteri kanarya Tweety’ye benzetmişti. Sarı saçları nedeniyle ve iki Afrikalıyla Almanca selamlaştığı için genç kızın Avrupa kökenli olduğunu tahmin ettiği adam bir Avrupalı’ya göre oldukça kısaydı. Ya da yanındaki iki siyahi izbandutun yanında o kadar kısa görünüyordu. Ya da genç kız düzgün çalışmayan beyni nedeniyle mercek arkasından bakıyormuş gibi gördüğü için öyle zannetmişti. Normal bir vücuda rağmen küçük bir kafa yapısına sahipti Kanarya. Gördüğü figür karşısında gülümsedi genç kız. Sonrasında kıkırdamaya ve kahkaha atmaya başladı. Ama daha kahkahalarının başındayken ellerini yüzüne götürüp hıçkırdı ve ağlamaya başladı.

    Bu halinin anormal olduğunu biliyordu. Kendini toparlayıp bulunduğu yanlış anlaşılmadan kurtulmak için bir şeyler yapması gerektiğini de biliyordu ama istemesine ve çabalamasına rağmen bir türlü başaramıyordu. Tek istediği oracığa uzanıp biraz yatmak, hatta derin bir uyku çekmek ve bu ağrıdan kurtulmak, gözünü açınca da bütün yaşadıklarının kötü bir rüya olduğunu görüp kendini evinde güvende ve tüm bu saçmalıklardan uzakta bulmaktı. Tek bir yabancı şahıs daha görmek istemiyor, tanıdık birilerini görmeyi arzuluyordu artık. Lamba cini şimdi gelseydi ondan tek dileği bu olacaktı. Niye uyanmıyordu bu Daniel?

    Ağlamayı kesip burnunu gömleğinin koluna sildi ve etrafını izlemeyi sürdürdü. Yarım performansla çalışan zihnine rağmen dikkat gösterebildi ve kanaryaya benzettiği adamın halinden orada bulunuyor olmaktan pek memnun olmadığını anladı. Almanca biliyor olsaydı, gelip tepelerinde dikildiği o ilk anlarda ağzından çıkan kelimelerde kinaye bulacağına emindi. Afrikalı ikilinin de ona çalıştığı belliydi. O adamlarıyla konuşurken, büzüşüp oturduğu yerden kesintisiz bakışlarla onu inceliyordu genç kız. Onun soğuk çehresini, elinde tuttuğu golf sopasını yavaş hareketlerle toprağa vuruşunu, ayakkabısına değen kumu silkeleyişini… Bu arada, an be an kendini hissettiren ağrıdan fırsat bulduğu kadarıyla biraz önce oluşturamadığı hikayesinin parçalarını birleştirmeye çalışıyordu. Alicia’nın Afrikalılarla o kadar konuşup ağzını yormasının gereksiz olduğunu anlamıştı. Çünkü esas laf anlatılacak adam Kanarya olmalıydı. Bunu Alicia da anlamış olacak ki bir yandan kucağındaki Daniel’in başını okşarken diğer yandan da Kanarya’ya –Daniel’in adı geçtiği için genç kızın Daniel’i hastaneye götürmeliyiz türünden olduğunu tahmin ettiği- bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Ama verdiği talimatla yanlarından ayrılan adamını izlemekte olan Kanarya’nın ilgisini çekmeyi başaramamıştı Alicia.

    Afrikalılardan kırmızı montlu olanı, atletik fiziğinden beklendiği şekilde kolayca Daniel’in arabasının arkasına çıktı ve çabucak da aşağıya indi. Sonra da ne olduğunu anlamaya çalışan genç kız ve Alicia da dahil olmak üzere herkesin merak dolu bakışları altında ağırca bir şeyi Kanarya’nın ayaklarının dibine bıraktı. Sonra da kenara çekilip önceki yerinde beklemeye devam etti. Bu sırada ortalığa bir sessizlik çökmüş, dalgaların sesinden başka ses duyulmaz olmuştu.

    mesele bu muydu diye içinden geçirdi genç kız. Hayreti yüzüne yansımıştı. Hemen dönüp Alicia’ya baktığında onun simasında şaşkınlıktan çok korku gördü. Bakışlarını tekrar sandığa çevirip dikkatle baktı genç kız. O zaman onun çehresine de bir korku gelip oturdu. Burada neler dönüyordu? Bir yanlış anlama, bir karışıklık olduğunu düşünürken yanılmış mıydı? Aradıkları neydi, sandığın kendisi mi, içindekiler mi yoksa, içindekilerden biri mi, hangisi? Zihnini zorlayınca ağrısı depreşti ama o yine de düşünmeye devam etti. Alicia’nın taşlar için anlattığı hikayeleri hatırlamaya çalıştı. Nereden almışlardı, güneydeki arazilerden geçerken mi? O arazilerde ne vardı? İnternette bununla ilgili bir şeyler okuyup okumadığını hatırlamaya çalıştı alnını karıştırarak. Bir yandan da yaşadığı hadisenin ne kadar tuhaf bir yere vardığını geçiriyordu zihninden. Resme bakın bir hikaye uydurun oyununda böyle bir senaryo yazmak aklının köşesinden bile geçmezdi.

    Kanarya eğildi ve çantadaki büyüklü küçüklü taşları-kaya parçalarını eldivenli eline alarak incelemeye başladı. O sırada grantuvalet giyimli iri kıyım Afrikalı cep telefonunu kullanarak far ışıklarının veremediği aydınlığı yaratmaya çalışıyordu. Kanarya telefonun aydınlığında taşların birini bırakıp birini alıyordu. Yüzündeki ifadeden aradığı şeyleri bulduğu belli oluyordu. Sonra canı sıkılmış gibi bir yüz ifadesiyle elindeki son taşı sandığa attı ve ayakta duran diğer adamına bir şeyler söyledi. O zaman diğer Afrikalı da arkadaşının yanına gelip çöktü ve sandıktan taşları teker teker alıp Kanarya’ya gösterdi. O tamam manasında bir kelime söyleyince taşı sandığa koyup yenisini gösteriyordu.

    Kanarya bu şekilde sandıktaki bütün taşları inceledikten sonra yavaşça ayağa kalktı ve toz-toprak olmuş eldivenini çıkarıp silkeledi, sonra da cebine koydu. Nihayet bakışlarını çevirip önünde, oturdukları yerde ürkek ifadelerle kendine bakan genç kız ve Alicia’ya sonra da hala baygın olan Daniel’e göz atmak lütfunu gösterdi. İşte o zaman Alicia yine konuşmaya başladı. Biraz önce onun konuşmasına zerre tepki vermeyen Kanarya da iki eliyle golf sopasına dayanıp öne doğru eğilerek ona eşlik etti. Üç bacaklı yamulmuş bir heykele benzeyen duruşunu sadece burnuna düşen gözlüğünü tekrar gözüne oturtmaya çalıştığında bozuyordu. Onların yabancı bir lisandaki takır tukur sözleri sırasında, tenis maçı seyreder gibi bir Alicia’ya bir Kanarya’ya gidiyordu genç kızın korkuyla bakan gözleri. Kanarya’nın düz ve kısa kelimelerini, Alicia’nın ise uzun ve hararetli cümlelerini etmelerini izlerken ne dediklerini anlamasa da Kanarya’nın sorduğunu Alicia’nın da kendini savunduğunu anladı genç kız. Daniel’in artık kesinlikle kalkması gerekiyordu. Alicia neden onu şöyle sertçe dürtmüyordu?

    Alicia ne diyorsa onu pek ikna edememiş olacak ki, yüzünü kırıştırıp heykelsi duruşunu bozarak elindeki golf sopasıyla oynamaya, onu evirip çevirmeye başlamıştı Kanarya. Bir ara Alicia’nın onu işaret etmesi ve Kanarya’nın da ilk defa olarak süzmesinden ondan bahsedildiğini anladı genç kız. Kendisi için muhtemelen bugün tanıştık, yolda karşılaştık gibi şeyler söylediğini tahmin ediyordu Alicia’nın. Öyle olduğuna emindi bütün saflığıyla.

    Alicia’nın sesi kısılıncaya kadar yaptığı konuşmada olayın biraz anlaşılır hale geldiğini düşünüp kendisinin de müdahil olma ve tüm bu olanların dışında olduğunu söyleme zamanının geldiğine karar verdi genç kız. Ama zihni hala düzgün çalışmıyor ve ağrısı da dikkatini dağıtıyordu. O yüzden düşüncelerini çok ve karmaşık kelimeler kullanarak değil de en basit haliyle anlatmayı denemeye karar verdi. Zaten diyeceği fazla bir şey de yoktu. Ben lisan kursu için gelmiş bir öğrenciyim, Alicia ve Daniel ile bugün burada tanıştım falan filan… Alicia’nın da kendisine arka çıkacağını, Afrikalı adamların ondan aldıkları ve Kanarya’nın ayaklarının dibinde duran cep telefonuyla pasaportunun da bu adamları kesinlikle ikna edeceğini düşünüyordu. Hepi topu onbeş dakika yarım saat hayli sıkıntı çektikten sonra şükür ki bu yanlış anlamadan bu kadar kolay bir şekilde kurtulacaktı. Sonra hemen bulabileceği ilk trenle Windhoek’e dönecek oradan da -bir daha böyle bir maceraya yeltenmeden geçireceği bir haftanın sonunda- ülkesine dönecekti. O an yegane isteği evinde olmaktı. Evinde olmak ne büyük nimetti. Allah’ın sevdiği kulu muydu? Eşeğini kaybettikten sonra bulmanın sevincini yaşayacaktı.

    Birden yankılanan bir müzik parçası ile hepsinin de dikkati dağılıverdi. Ama sadece genç kız ile Alicia müziğin nereden geldiğini anlamak için meraklı gözlerle adamlara baktılar. Diğerleri sanki biliyor gibiydiler. Genç kız melodiyi tanıdı ama normal zamanlarda duysa nerede duyduğunu ve kime ait olduğunu hemen hatırlayabileceği melodiyi o anki yarım aklıyla çıkaramadı. Yann Tiersen’den Comptine d’un autre ete’nin yumuşak melodisi bulundukları ortamda garip bir hava oluşturmuş, bayanların ruh halini gevşetmiş, yüreklerinde bir nebze olsun inşirah duymalarına sebep olmuştu. Biraz daha sürebilmesini ister gibiydiler. Öyle ki Kanarya’nın cebinden telefonunu çıkarıp açma tuşuna basmasıyla sona erince birazcık hayal kırıklığına uğradılar. Bir eliyle golf sopasını hafif hafif yere vururken diğer eliyle tuttuğu telefonunda ja, nein ve sonra birkaç kelime ve sonunda da dankeden oluşan kısa bir konuşma yaptı Kanarya. O konuşurken –sanki orada değil de rahat bir ortamdaymış da oyun oynuyormuş gibi- onun ifadesine bakarak çıkardığı seslerle Karaoke oynayan genç kız, onun sanki evet, hayır golfteyim, asker derede, Van nerede, ah nerede, vah nerede, teşekkürler dediğini uydurdu. Ruh hali gidip geliyordu yine.

    Kanarya kapattığı telefonunu cebine koyup yine onlara dönünce ortalığa iki tarafın da karşısındakinin konuşmasını beklediği o bilindik sessizlik hakim oldu. Artık konuşma ve derdini anlatmanın tam sırası diye düşünen genç kız bu duraksamayı fırsat bildi ve Kanarya’nın dikkatini çekmek için boğazını temizledi, sonra da I didn’t do anything diyerek söze başladı. Sonra da wrong diye ilave etti. Kanarya hiçbir şey dememiş, elindeki sopayı hafif hafif sallamaya devam ediyordu. Doğrudan Alicia’ya bakan adamın tepkisizliği karşısında duraksadı genç kız. Çıkardığı sesin cılız kaldığına kanaat getirerek kendini göstermesi gerektiğine karar verdi ve dizlerinin üzerinde yükselerek öne çıkmak istedi. Ama bir-iki adım atmıştı ki, kulağına ıslık gibi gelen sesle birlikte bir anda gözünün önünden geçen şeye refleks gösterdi ve geri sıçrayıp sırt üstü kuma düştü. Hemen kafasını çevirip ne olduğunu anlayamadığı şeyin gittiği yöne bakınca, onu sıyıran golf sopasının hedefini bulduğunu ve yüzünü sakınan Alicia’nın kafasına indiğini gördü. Neler döndüğünü anlamaya fırsatı olmadı. Hızlıca dirseğine dayanıp meraklı gözlerle yere devrilmekte olan Alicia’ya ve hemen sonra da hamleyi yapan Kanarya’nın suratına bakarken bir kere daha hareket eden sopanın bu kez kendisine kalktığını fark etti ve o kısa zaman içinde asgari hasarı alabilmek için yapabileceği tek hareketi yapıp sırtını döndü. Hemen sonra sırtına inen darbenin yarattığı çatırtıyı duydu ve aynı anda da yaşadığı süre zarfında tatmış olduğu en korkunç fiziksel acıyla kasıldı. Hırıltıya benzer bir ses çıkararak yüzüstü kumlara düştü. Kuma gömülmüş, ağzına gözüne kum dolmuştu. Beyni acıyı tercüme etmeye ve nasıl başa çıkacağını bulmaya uğraşırken bedeni hiçbir şey olmamış gibi dizleri ve dirseklerinin üstünde doğrulmaya çalıştı. Ama çabası beyhudeydi. İkinci ıslıkla birlikte gelen acıya dayanamayıp doğrulduğu azıcık yükseklikten yine kumlara yapıştı. O an kendinden geçtiğinden sonrakileri hissetmedi.

    Evinden yüzlerce kilometre uzaktaki bir deniz kenarında darbelerle parça parça olmuş Afrika desenli erkek gömleğinin içindeki kopan parçaları kuma karışmış kan revan içindeki cılız bedeniyle, sıkı sıkı örüp bağladığı için şeklini yapıldığı ilk andaki gibi koruyan, kanla yapış yapış olmuş ve yana düşmüş atkuyruğuyla, ve sürüklendiği sırada ayakkabılarını bir yerlerde düşürdüğünden biri çoraplı diğeri tamamen çıplak ayaklarıyla öylece yatıyordu. Kırılıp kuma atılmış bir oyuncak bebek gibi… Her şey öyle ani olmuştu ki, imdat istemek için etrafına bakınamamıştı, bağıramamıştı, ailesinin son bir hayalini gözünün önüne getirememişti bile. Bu yaşadıklarım gerçek olamaz, benim hayat filmim böyle bitemez diyememişti. Ya da -bazen böyle onu zorlayan vakitlerinde yaptığı gibi- yaratıcısına yönelip bunu hak etmek için ne yaptım sorusunu aklına getirmeye bile bir anlık olsun vakit bulamamıştı.

    2

    Gözlerini açtığında bir süre hareket etmeden yalnızca baktı, sonra nerede olduğunu sorgulamaya başlayıp son yaşadığı anın aklına gelmesiyle, panikledi ve hareket etmeye çalıştı. Ancak kıpırdayamadığı gibi bunu yapacak dermanı da yoktu. Bir hastane odasında ve bir sürü donanımın çevrelediği bir yatakta olduğunu fark etti. Yan tarafına doğru yatıyordu, vücudu çıplaktı ancak belirli yerleri sargılar içindeydi. Dayanılmayacak derecede acı çekiyor, acıdan titreyip, inliyordu. Bu yüzden penceresinden gördüğü manzaranın Afrikaya ait olamayacağını fark edemedi. Genç kızın ölmeyi dilemesine neden olan ağrısının tek iyi yanı şuydu ki, kendini sürekli hissettirmekten başına gelenlerle ilgili panik atak geçirmesine izin vermiyordu.

    Önüne düşen bir gölgeden odada başka birinin daha olduğunu hissederek tedirgin oldu genç kız ve ilk anda çıplaklığı geldi aklına. Utanarak örtünmeye çalıştı ama kımıldayamayınca elleri ile örtünecek bir şeyleri aramak gibi beyhude bir çaba içine girdi. Cenin pozisyonu almaya çalıştı ama bu da acısını artırmaktan başka bir işe yaramadı, yeniden inledi. Genç kızın hassasiyetini fark etmişti adam. Rahat edebilsin diye çarşafı kızın üzerine çekti ve yatağının yanındaki cihazın bir tuşuna dokunarak da kızın vücuduna bir rahatlık yayılmasını sağladı. Onun iyice kendine geldiğini gören adam, genç kıza doğru eğilip onun kendisini görmesine müsaade etti. Bir anda karşısında tanımadığı bir ihtiyar gören genç kız duraladı ancak -kim olursa olsun ram olmaya hazır bir uyuşukluk içinde olduğundan- şaşırmadı, sorgulamadı, tepki vermedi, sadece baktı. Çok yaşlı olmasına rağmen çok daha genç olan bazıları kadar saçı olan adamın saçlarının beyazlığıyla gözlerinin koyuluğu şok edici bir tezat yaratıyor, karşısındakinde korku uyandırıyordu. Ama korku ifadesi ihtiyar adamın yüzünde de vardı, genç kızın uyanışı nedeniyle. İlk anın şaşkınlığı bu şekilde göstermişti kendini.

    Hafif bükülerek de olsa bastonsuz yürüyebilen seksen dokuz yaşındaki adamın etleri çekildiğinden kemikleriyle baş başa kalan ölü benizli simasındaki çukura kaçan gözleri insanın içini okuyor gibiydi. Yatakta ve hasta bir haldeki çıplak çok genç bir kız ile ölümün eşiğinde gibi duran sandalyedeki ihtiyar adamın birkaç saniye süren bakışmaları -karşıdan bakıldığında- bir Caravaggio tablosundan fırlamış gibi bir görüntü veriyordu.

    Sessizliği genç kızın hırıltısı bozdu. Bir şey demek için ağzını açmıştı ama uzun zamandır uyumakta olan beyni ve gırtlağı ne yapması gerektiğini hemen çözemediğinden ancak primitif sesler çıkarabilmişti. Ama birkaç deneme sonrası öğrenilmiş data raflardan indirilip geri yüklenince ve gırtlak kasları esnetilip çalışması sağlanınca ağzını açıp fısıldadı. Saat kaç.

    Duyduğu soru karşısında afalladı karşısındaki ihtiyar. Öyle bir durumda sorulmasını bekleyeceği son sorulardandı. İnsan beynine akıl sır ermiyordu. Açıldıktan sonra işletim sistemi yüklenirken, duruma uymayan saçma soruların cevaplarına ihtiyaç duyacak ne türden bir prosedür takip ediyordu? Sorunun önemsenmemesi gereken yan ürünlerden olduğuna karar verdi ve soruyu cevaplamaya gerek görmedi yaşlı adam. Onun yerine genç kıza söylemek istediklerini genç kızın lisanında nasıl dile getireceğinin hesabını yapmaya devam etti. Kolay ifadeler bulmaya çalışıyordu. Ama duyduğu soruyla darmadağın oldu aklındaki kelimeler. Saat kaç diye tekrarlamıştı sorusunu genç kız kederli gözlerle, sanki hayatı buna bağlıymış gibi. O zaman -belki sorunun bilmediğim bir anlamı vardır diye- beş diye salladı yaşlı adam, ne önemi vardı saatin. Sonra da beş-ay-oldu diye kendi söylemek istediğini söyledi tane tane, onun lisanını sonradan öğrendiğini belli edercesine. kork-ma-hasta-hane-desin diye de ilave edecekti ama o lafa başlamadan genç kızın –onu duymuyormuş gibi- tekrar saat kaç diye sormasıyla konuşmasının beyhude olacağını anladı ve sustu. Genç kızın imdat dileyen gözlerine bakıp birkaç saniye düşündükten sonra ne yapacağına karar verdi ve cebinden üç adet telefon çıkarıp -genç kızın görebileceği şekilde- sehpanın üzerine koydu. Aklında kızın lisanında telefonunu açman lazımı nasıl söyleyeceğini toparlarken ve kızın da onun söylediklerini anlayacak durumda olup olmadığını merak ederken tuhaf bir şey oldu ve telefonlardan birini gören genç kızın gözlerinin parladığını fark etti. Genç kız yatış pozisyonu nedeniyle hareket ettirebildiği tek elini kaldırıp telefona uzattı. Onun titreyen elinden takatinin yetmediğini anlayan yaşlı adam, kızın baktığı telefonu sehpadan alıp yapabildiği kadar yaklaştırdı. Bunun üzerine yaşlı adamın bir şey demesine gerek kalmadan parmağını uzatıp telefonun ekranındaki noktaların üzerinde sürükledi genç kız. Ama sonrasını getiremedi. Gücü tükendiğinden uzattığı elinin bir anda düşmesine mani olamamıştı. Gözlerini de kapamıştı. Ama bu kadarı bile yaşlı adamın istediğini almasına yetmişti. Şifreyi gören yaşlı adam açılan telefonu hırkasının cebine attı ve yaralarına zarar vermesin diye –biraz önce örtmüş olduğu- çarşafı tekrar sıyırdı. Sonra da bir nefes verip aylar sonra uyandığını haber vermek için düğmeye bastı.

    Birkaç gün sonra genç kızın süit hastane odasındaki kanepede oturmuş pencereden bakarken düşünüyordu yaşlı adam. Konusunda en uzman doktorlar, geliştirildiğinden çok az şahsın haberdar olduğu –uzay üssünden kopup gelmiş gibi görünen- en son teknoloji cihazlarla yaptıkları tetkik sonrası endişeli gözlerle bakmışlardı ona ve tekrar etmişlerdi. Uyanmıştı evet ama bir daha eski haline dönemeyecekti. Vücudunda geçirdiği hadisenin derin izlerini her daim taşıyacaktı. Daha da mühimi tahribatın onarılmaya çalışılsa da tam olarak düzeltilemeyen hasarları, kalıntıları genç kızın ömür süresinde tesirli olacaktı. Bir daha yürüyemeyecekti de. Tam da öyle söylemeyip düşük ihtimal demişlerdi, normale dönmesi için bir mucize gerekiyor der gibi.

    Farklı bir şey duymamıştı yaşlı adam. En başında –ta beş ay öncesinde- çizdikleri kapkara tabloydu söyledikleri. Sonunda sessizleşip ne diyeceğinin merakıyla başlar ona çevrildiğinde, doğru bildikleri ne varsa yapmalarını söyleyip toplantıyı bitirmişti yaşlı adam. Ama öncesinde koca koca unvanlarının sahip olduğu bilginin ve övündükleri bu son teknolojinin neticesinin kocaman bir sıfır değilse bile (çünkü kız ölmemişti, ölmüş olsaydı sıfırı hemen yapıştıracaktı suratlarına) sıfıra çok yakın olduğu aşağılamasını yapmıştı yine aynı sakinlikle. Hatta bu aşağılamayı dile getirdiği için eline geçen bu fırsattan memnuniyet duyduğu bile söylenebilirdi o an. Ağzından çıkan ustaca seçilmiş kelimeler ve akil beyanlar karşısında becerikli hekimlerde yaygın olan tanrı kompleksine en sahip olanı, en kibirlisi bile sesini çıkaramamış, akıllarındaki o tek soruyla konuşmanın bitmesini beklemişti. Özeti siz busunuz, bu kadarsınız olan konuşmasında neyin hırsını çıkarıyordu bu ihtiyar?

    Başını çevirip hemşirelerin sarıp sarmaladığı kıza baktı yaşlı adam. Biraz önce kendisini kontrol etmek isteyen doktorla ve hemşirelerle girdiği mücadeleyi, kanına zerk edilen ilaç sayesinde kaybetmişti. Aklına gelen sahneyle hafifçe gülümsedi yaşlı adam. Çelimsizliğine rağmen kök söktürmüştü genç kız ve doktorların omurganın şeklinin bozulmaması için sırt üstü de yatmalısın talimatlarına ve o yöndeki çabalarına direnmişti. En çok da anne diye bağırmış, ağlamıştı. Annesi nasıl biri acaba diye tahmin etmeye çalışmadı. Asgar’ın aylar öncesinde, hem görünen hem de görünmeyen adamlarının elde ettiklerinden oluşturduğu dosyadan öğrenmişti. Sadece onu değil, bağlantılı herkesi…

    Tekrar baktı kıza. Uyanışı sonrası aklı başına geldiğinde tabii olarak hiçbir şeyi normal karşılamamıştı. Önceleri sürekli yaşadıklarını hatırlayıp panik ataklar geçirmiş, sonraları biraz sakinleştiğinde sürekli ailesini isteyip sağlık mensuplarına zorluk çıkartmıştı. Geçirdiği ameliyatları geçersiz kılacak kadar kendini hırpaladığı görülünce ilaç verilerek uyutma yoluna gidilmişti. Kız ilk ayıldığında onunla konuşmak niyetindeyken sonra bir şey söylememenin daha iyi olacağına karar vermişti yaşlı adam. Sorular soruları doğuracak ve bu sualler hem en zararsız cevapları bulmaya çalışacak kendini, hem de bedenen ve ruhen yaralı genç kızın zihnini yoracaktı. Bir süre zaman durmuş gibi hissetmesi ve kendini akışına bırakması onun için daha faydalı olacaktı. Bu arada kendileri de durumu yönetmede nasıl bir yöntem izleyeceklerine karar vereceklerdi. Hastanedekilerden de onunla muhatap olmamalarını istemiş, açıklama yapacak kişinin kendisi olduğunu söylemişti.

    Bir anda kapı açılınca odadaki iki hemşire gibi o da şaşırıp gayriihtiyari o tarafa baktı ama gelenin kim olduğunu gördükten sonra yine önüne dönüp pencerenin dışındaki o tek noktaya bakmaya ve düşünmeye devam etti. Aynı anda da kızın uyanışı için gelmenin, geçimleri açısından mühim bir seyahati bölmediğini ümit etti kapıdan giren için. Sonrasında da onu ilk aradığımda kalkıp gelmediğine göre işlerini ayarlamıştır diye düşündü. Rahatladı. Bir nefes verip gevşemeye, düşüncelerinden sıyrılmaya çalışırken vücuduna batan şeyleri fark etti ve kendilerini hatırlatan telefonlardan kızınkini cebinden çıkarıp karıştırmaya başladı.

    İçeriye yaşlı adamın yarı yaşlarındaki Asgar girmişti. Odayı şöyle bir süzdükten sonra yavaş adımlarla yatağa yöneldi ve hemşirelere selam verdikten sonra öylece durup komadan çıktığını haber aldığı genç kızı süzmeye başladı. Onun ısrarlı bakışları, işlerini bitirip gitmekten başka dertleri olmadığı için normalde alakadar olmayacak, aceleci tavırlarla işlerini yapmakta olan hemşirelerin dikkatini çekti. Ne düşünüyordu, neye bakıp da bir elinin parmaklarıyla bıyıklarını tarıyordu bu adam? Onunla muhabbetleri olmasa, onu azıcık tanımasalar, uyurken savunmasız bulduğu genç kızın çıplaklığına diye düşünürlerdi. Ama alt-sınıf deyip küçümsemeden kendilerine selam veren, hal-hatır soran bu görmüş geçirmiş-kibar erkeğin, evinden çıktığından beri bakım yapamadığı vücudu yer yer tıraş edildiği için dama tahtası gibi siyahlı-beyazlı, yer yer de kanlı sargılar içinde olduğu bir karışımda sere serpe yatan bir ucube, sarılmış kıllı bir et parçası gibi görünen genç kıza zevk için baktığını hiç sanmıyorlardı. Neler görmüşlerdi, neler? Azıcık insan sarrafı sayılırlardı. Öyleyse, her zaman muzip bir tebessüm taşıyan simasındaki o anki ifadesizliğin sebebi neydi? Kızın zayıflıktan kaburga kemikleri sayılır hale gelip küçük bir kız çocuğuna dönüşmesi karşısında ya da hastane yatağında sargılar içinde yatarken ki acizliği karşısında hissettiği merhamet duygusu mu? Yoksa kızın kıllı ucube hali nedeniyle hissettiği -züppelere yakışan- tiksinti mi? Onca zamandır girip çıktığı odadaki manzaraya aşinalığının verdiği ifadesizlik olması daha muhtemel deyip üstünde durmamaya çalıştılar.

    Olanları öğrenmişti yaşlı adamın aramasından. Hasarlı ve sakat kalacak, bir daha eski haline dönemeyecek… Onu baştan ayağa incelerken doktorların söylediklerini düşünüyordu Asgar ve ancak, işlerini bitiren hemşireler odayı terk ederken ona iyi günler deyince ayıldı dalgın halinden. Dönüp karşılık verdi onlara, sonra yine sabit gözlerle kızı incelemeye ve düşünmeye devam etti. Götürdükleri ilk hastanenin acil servisindeki genç doktorun sözleri geldi aklına. Asgar’ın Afrikaans lisanını bildiğine ihtimal vermediğinden arkadaşlarıyla rahat rahat dalgasını geçen genç doktor, mutfağında gördüğü hamamböceğine benzetmişti kızı. Bedeni tamamen deforme olmuş, sadece kafa ve bacaklardan ibaret hamamböceği gibi, ölmemekte ısrar ediyordu benzer durumdaki kız da…

    Kafatasına bir şey olmaması büyük lütuf diye geçirdi içinden Asgar. Sonrasında da elini uzatıp kızın başına dokundu. Kızın başına gelenlere birebir şahit olduğundan ona acımış, onu öyle görmenin verdiği

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1