Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Şeytani: Xinmao
Şeytani: Xinmao
Şeytani: Xinmao
Ebook183 pages2 hours

Şeytani: Xinmao

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

"Her darbede gözbebekleri biraz daha küçülüyor, parmak eklemleri biraz daha kanıyordu. Ellerine, yüzüne, kıyafetlerine bulaşmış bunca kanın kime veya neye ait olduğunu umursamıyordu. İçe göçmüş kafatasına baktıkça daha da sinirleniyor, gözlerinden akan yaşlar ve iki eliyle birden anlamsızca vurmaya devam ediyordu. Ta ki hüznün, bedenini sarmış öfkesini bastırdığı o ana kadar. Ne kadar vahşet yaratırsa yaratsın, bir daha bugünün sabahına dönemeyecekti. Sevdiği birisini kurtaramayacaktı. Elinde olmayan bu pişmanlık, son nefesini vereceği ana kadar kalbinde bir tümör olup büyüyecekti."

LanguageTürkçe
Release dateDec 7, 2021
ISBN9781005310011
Şeytani: Xinmao
Author

Sinan Ozan Özel

I'm a Linguist. I don't actively develop software. I used to work as a freelancer for video game developers, now I'm mostly interested in Linguistics & Cognitive Science.

Related to Şeytani

Related ebooks

Reviews for Şeytani

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Şeytani - Sinan Ozan Özel

    ŞEYTANİ

    XINMAO

    Sinan Ozan ÖZEL

    YAZARIN NOTU

    2016 yılında yayınladığım Clementi, biçim ve biçem sorunlarıyla dolu, gereğinden uzun bir anlatıydı. Bu nedenle Şeytani’nin yazım ve yayınında aynı hataya düşmek istemedim ve hikayeyi parçalar halinde yayınlamaya karar verdim.

    Şeytani: Xinmao’yu, daha geniş bir anlatının ilk adımı olarak kabul edebilirsiniz. Yaşadıklarını okuyacağınız karakterleri sonlarına ulaştıracağımın ve bütün bu olayların bir neticeye varacağının garantisini verebilirim.

    Okumaya karar kıldığınız için teşekkür ederim.

    AY KIRIĞI

    Kolonun kenarına sinmiş, ayakkabısının ucuna doğru akan kanı izliyordu. Fuayedeki kargaşanın orta yerinde, karşısında yığılmış cesedin yüzüne bakmak istemiyordu; gerçekleri kaldıramayacak gibiydi bünyesi. Çanak gibi açılmış yuvalarında kahverengi gözbebekleri büyümüş de büyümüş, olan bitenin dehşetini kabullendirmeye çabalıyordu. Zemini ısıtan kanın kaynağı tanıdık bir simaydı. Sevdiği birisi. Ruhu bedenini çoktan terk etmiş zavallı kadının ölüm kokan gözbebekleri, kendi gözlerinin içine dikilmişti.

    Ensesini paramparça etmeye devam eden dişler, avının etinden çıkan dumanı da harcamayacak, ancak içine düştüğü bu çığlık çığlığa ortamda rahatça yemeğinin keyfini de çıkaramayacaktı. Burada hakimiyet kurulacak çok et torbası vardı ve sadece biri ile yetinmesi söz konusu bile edilemezdi. Kocaman göz yuvaları, sivri dişleri ve insana benzeyen hatlarıyla bir kabustan fırlamış gibi görünüyordu. Kıpkırmızı dudaklarının arasında kalan et parçası sallanıyordu, kafasını kaldırıp kolonun dibine girmiş kıza baktığında. Eti tükürüp dudaklarını sildikten sonra yavaşça doğrulup korku dolu suratın tadını çıkarmak üzere yürümeye başlamıştı şimdi.

    Kollarıyla dizlerini kavramış, kesik kesik nefes alıp verirken yaratığın üzerine yürümekte olduğunu fark edemeyen zavallı kadını, kendini içinde bulduğu şoktan kurtaran şey, adımları hızlanan yaratığın gözlerini ve ağzını olabildiğince açıp insan dilinde dehşeti ifade edecek bir çığlık atması olmuştu. Zaman yavaşlamış, genç kadının kalp atışları insani boyutları aşmıştı. Aklından alet çantasının içinden herhangi bir nesneyi alıp kendini korumak geçiyorsa da, bunun için çok geç olduğunu biliyordu. Yine de talih, suratına bir defa daha gülecekti.

    Yaratığın ensesini yaran balta darbesi, baltanın sapını sıkı sıkıya kavramış tanıdık bir suretin elinden geleni yapma hamlesiydi. Öldürdüğü canavarın bedenine bakış bile atmayan baltalı kadın, fuayede olup biteni seyrediyor - aslında bir anlığına da olsa kendisini toparlamaya çalışıyordu. Bu sırada kolonun dibindeki zavallı kızın dalgın bakışlarına dikmişti gözlerini.

    Kalk!

    Hala şokta olan genç kadın cevap vermiyordu. Baltalı kadın, kıza doğru bir adım daha attı, ancak her an başka bir saldırı için hazırlıklıydı. Zavallıyı kurtarabilmek için yine bağırdı.

    Kalk dedim!

    Genç kadın kendine geldiğinde önce suratına bağıran patronunu tanıdı, daha sonra önünde yatan ölü yaratığı ve hemen arkasında kalan, on beş dakika önce binaya birlikte giriş yaptığı arkadaşını. Son bir nefes daha alıp verdi ve etrafını kısaca kontrol edip alet çantasının içinden koca anahtarı ve bir tornavidayı alıp ayağa kalktı. Bir elinde anahtar, diğer elinde ters tuttuğu tornavida ile binadaki yaşayan insanları parçalamakla uğraşayan kırmızı yaratıkların pozisyonlarını ve hareketlerini izliyordu.

    Yakınımda dur. diye emir verdi patronu.

    Ellerine geçirebildikleri nesnelerle kendilerini koruyabilmiş ve saldırgan yaratıkları etkisiz hale getirmeyi başarmış birkaç kişi, bulabildikleri en uzun ve sert cisimlere yönelip kendileri kadar şanslı olmayanları yemekle meşgul yaratıkların üzerlerine atlamışlardı bile.

    Bunlardan birisi, elindeki sandalye ayağını yere düşürmüş ve iki yaratık tarafından bir kolona tabiri caizse zımbalanmış, ancak yaratıkları boğazlarından yakaladığı için hala iyi durumda olan bir adamdı. Adamın kolları ve suratı, tırnak ve diş izleriyle doluydu, az da olsa kanaması bulunuyordu. Pes etmeye niyetinin olmadığı belliydi. Sağ eliyle boğazını kavradığı yaratığı, kolondan da destek alarak tekmeleyip ileri fırlatan adam, diğer yaratığın suratını yumruk yağmuruna tutmaya başladı. Kendini kaybetmiş gibi, nefret dolu gözlerle yaratığa vuruyordu. Çünkü biraz sonra üzerine saldıracak diğer canavarın kalkmak üzere olduğunun farkındaydı.

    Kafatasına defalarca darbe alan yaratık sendelemeye başlamıştı ki yumruk atmaktan yorulan adam, ona da tekmeyi basıp zeminde kaymasına neden olmuştu. Diğer yaratığa karşı nasıl davranacağını bilmediği için gözleri, yere düşen sandalye ayağına dikildi, ancak ayağı kavrayabilmek için hamlesini yapamadan, üzerine koşturan yaratık sırtına balta darbesini yemişti bile. Baltalı kadını gören adam, yerdeki sandalye ayağını çabucak aldı ve dikkatini diğer yanında kalan yaratığa çevirdiğinde baltalı kadının yalnız olmadığını fark etti.

    Biraz önce şoktan kendini henüz çıkarabilmiş genç kadın, elindeki anahtarla yaratığın kafatasını dümdüz ediyor, anlaşılamaz bir öfkeyle sessizce avının öldüğünden emin oluyordu. İşi bittikten sonra kendini toparlamak için artık zamana ihtiyacı olmadığını fark etti ve yaratığın suratını paramparça ederken yanına yaklaşan ikiliye verdi dikkatini.

    Patron. diye seslendi adam, biraz daha rahatlayarak.

    Omar. diyerek kafasını salladı baltalı kadın ve gözünün ucuyla nefesini toplayan diğer kadına baktı;

    Adın ne? diye sordu patron, Omar ile sağlam bir omuz duvarı kurarken.

    Fuayenin öbür tarafında olan bitenler iyiye gidiyor gibi görünmüyordu ve binanın diğer yanında, ağzına kadar açık olan kapıdan daha fazla yaratık içeri dalıyordu. Genç kadın, camların dışında daha fazla kan ve kaostan başka hiçbir şey göremiyordu, buna karşın yere düşen insan sayısı kadar yaratığın da yığılan leşleri olduğunun farkındaydı. Zihni ne ara bu noktaya kadar ilerlemişti peki? Neden az önce kafatasını parçaladığı yaratık basit bir engel gibi görünüyordu şimdi?

    Ayla. diye cevap verdi genç kadın;

    Bakım-Onarım.

    Ana kapıdan içeri tek tük de olsa giriş yapan yaratıklar koca giriş katını taramak için türdaşlarının olmadığı yönlere doğru dağılıyorlardı. Bu durum, tür içi bir av çekişmesi olduğunu doğrular nitelikteydi, ancak fuayenin diğer yanında az önce ayakta duran insanlar da artık parça pinçik edilmekteydi.

    Pekala, Omar ve Ayla, o kapıdan çıkamayacağımız aşikar. Hanginiz üst katlardan indiniz? diye sordu baltalı kadın.

    Ben otoparktan geliyorum. diye cevap verdi Omar;

    Asansörden indikten sonra başladı bu halt.

    Az önce kahvem elimde içeri giriyordum, yukarıda ne dönüyor bilmiyorum ama o şeyler merdivenlerden yukarı çıkıyorlar belli ki.

    Ayla’nın bu cevabı, kaçırmak üzere olduğu aklını toparlamak konusunda çok da başarısız olmadığını kanıtlar nitelikteydi. Kaçabilecekleri tek yön vardı ve üçü de bunun farkında olmasına rağmen karşı karşıya kaldıkları dehşetten gözlerini alamıyor, iki farklı canlı türünün varlık savaşı vermelerini izliyorlardı. Çünkü yaratıkların yemek için değil, öldürmüş olmak için öldürdükleri belli olmaya başlamıştı. Kopardıkları parçaları bazen yutmuyor, etrafa atarak şölen düzenliyormuş gibi sevinçle başka yaratıkların avlarına dadanıyorlardı.

    Bu sırada baltalı kadın, eliyle, tam arkalarında kalan merdiven arasını işaret etti. Patronunun hareketini hemen anlayan Omar, konudan birazcık daha uzak kalan Ayla’nın gözlerine bakıp ufak bir el işaretiyle gelmesini istedi. Durumun kısmen de olsa farkında olan Ayla, arkasını kollayarak merdivenlere koşar adımlarla ilerleyen baltalı kadın ve onun yaverini takip etmeyi kabul etti.

    Asansörü kullanmayacakları konusunda, bir nedenden, hemfikirlerdi. Acil durum merdivenlerine açılan kapının tam karşısında duran baltalı kadın, kapıyı açmak üzere hazırlanan Omar’a, ardından kapının diğer yanında, asansörlerle merdiven kapısının arasındaki beton bloğa sırtını yaslamış, elindeki anahtarı titremeden tutabilen Ayla’ya göz ucuyla bakmıştı. Genç kadının gergin olup olmadığını anlayabilmek pek de mümkün değildi. Bu kızı neden daha önce görmemişti? Bakım - Onarım, demişti, değil mi? Yani Daniel’lerle birlikte çalışıyordu.

    Ya kapı dışarı doğru açılıyor olsaydı? Fark eder miydi ki? Peki neden içeri doğru açılıyordu? Omar’la göz göze geldiklerinde, adı konulmamış bir aşinalık gereği birbirlerinin ne yapmak istediklerini anlayabilmişlerdi. Adamın elinde herhangi bir nesne olmamasına rağmen yumrukları sıkılı vaziyette, bir gözü arkalarında kapan fuayenin girişinde bekliyordu. Baltalı kadının kafasının ufak bir hamlesi, yapılması gerekenin yerine getirilmesi için yetmişti.

    Kapıyı var gücüyle kendine çeken Omar, yumruğunu ihtiyacı kadar geriye çekmiş, kapının ardından gelecek herhangi bir varlığın kellesini karpuz gibi ayırmak üzere ileri atılan kadını kollamak için hamlesini gerçekleştirmişti. Ne var ki, acil durum merdivenleri bomboştu, ne bir kan ne bir yaratık. Bir çığlık bile duyulmuyordu. Bu durumu iyi okumak gerekiyor olsaydı dahi, bu üç karakterin de bu işi yapacak zamanları yoktu. Patronu ve Ayla’nın içeri geçmesini bekleyen Omar, etrafını kolaçan ettikten sonra merdivenlerin, bulundukları kata ayrılan kısmına girip kapıyı ve binanın içinden gelen yaratık çığlıklarını kapatmış bulundu. Merdivenler, binanın arka bahçesine iniyor, bina katları boyunca çatıya kadar uzanıyor ve son olarak otoparka kadar derinleşiyordu.

    Çatı. diye emir verdi, baltalı kadın, merdiven boşluğundan bir aşağı bir de yukarı bakarken.

    Patron?

    Anlamadım?

    Omar ve Ayla’nın bu çıkışlarını bekliyordu elbette. Açıklama gereği de hissediyordu, kendine yabancı bir nedenden ötürü:

    Dışarıdaki şeyler ne boklarsa bir anda her yerde belirdiler, bilmiyorum fark ettiniz mi. Yani dışarı çıkmak bir çeşit intihar olacak.

    İki gencin de yaşadıkları ve yaşamayı bekledikleri, ardından endişe duydukları ve kendileri için endişelenenler hakkında düşünceleri yüzlerinden okunabiliyordu. Baltalı kadın, böyle bir varsayımsal süreçle başbaşa kalıp onları ikna etmek zorunda kalacağını biliyordu. Hala aynı insandı, derin bir iç çekmesi gerekiyordu, ancak devam etti:

    Çatıya çıkıp şehrin ne kadarının bu durumda olduğunu görmemiz gerekiyor, ayrıca birilerini arayacaksanız, bunu yapacağınız en iyi yer bu binanın çatısı olacaktır.

    Haklıydı. Hayır, haklı olduğunu düşünenler Omar ve Ayla değil, kendisiydi. O, her zaman haklıydı. Omar’ın yüzünden de okuyabiliyordu bunu, Ayla’ya ise hala alışma aşamasındaydı. Ancak genç kadının kafa sallayışı, üçlünün yapacakları konusuna kesinlik kazandırmıştı bile. Durumdan memnuniyet duyan kadın, yavaşça merdivenlerin başına geçti ve yukarı baktı, sanki duymak istediği bir ses veya izlemek istediği bir sahne varmış gibi. Baltasından ayrılmak değil, kendini sorumlu hissettiği için öne atıldı ve basamakları teker teker ama olabildiğince sessizce çıkmaya başladı.

    Kendi ayak seslerinin yankıları dışında bir şey duyamıyorlar, kendileri dışında güvendikleri tek şey hareket algılayan ışıklardı. Hangi salak acil durum merdivenlerine hareket algılayan ışıklar koyardı ki? Kadın bu sorunun cevabını çok iyi bildiği halde, garip bir biçimde hem avantajları hem de dezavantajları olduğu konusunu döndürüyordu kafasında. Geçtikleri katlarda yanan ışığı görecek başkaları da olacaktı elbette. Ancak iki kat geçmiş olmalarına rağmen bir açık kapı, kapı dışından gelen bir ufak ses veya kendilerini takip eden, kırmızılığı öfkesinden mi belli olmayan bir yaratık bulunmuyordu.

    Herkes ölmüş müydü? Saklanıyor olmalıydılar elbette. Belki de herkes, kendileri gibi düşünüp çatıya ulaşmışlardı bile. Her kat çıkışının önüne geldiğinde, elindeki baltayı gevşek tuttuğunu düşünüp biraz daha sıkıyordu kavrayan parmaklarını. Ardından bu kadar sıkı tutarsa yeterince manevra yapamayacağını düşünüyordu, hele bu merdivenlerde. Daha da kötüsü, ellerinden akan terleri sürekli üstüne başına silip duruyordu. Keşke mendili yanında olsaydı, diye düşünüyordu ya da dağa tırmanan insanların şu kullandığı pudralar. Gerçekten pudra mıydı ki onlar? Bir şeyden emindi: Bu kapılardan hangisi açılırsa açılsın, içeriden ne çıkarsa çıksın, boynuyla omzu arasında koca bir yarık açılacaktı.

    Önünde emin adımlarla merdivenleri tırmanan baltalı kadından veya temkinli, ancak kafası karışık, ofisboy olduğunu düşündüğü ve sürekli arkalarını kollayarak aslında büyük bir iyilik eden adam kadar yeterli ve etkin hissetmiyordu kendini Ayla. Yine de dört ayak üstüne düştüğü düşüncesi aklının bir köşesini kurcalıyordu elbette. Ya bu baltalı kadın orada olmasaydı? O zaman… Ölmüştü, değil mi? Evet, ölmüştü. Daha beş dakika önce kahve içip konuşmuyorlar mıydı? Bu kadınla değil elbette, arkadaşıyla. Az önce boynunun koparılışını izlediği arkadaşıyla. Bu ikisini daha önce bu kadar yakından görmemişti bile, güvenilir tipler oldukları bile meçhuldü. Özellikle bu baltalı kadın. Sahi, adı neydi ki?

    Patron.

    Biliyorum, Omar. Biliyorum. Ne halt döndüğünü bir anlayalım, seninle birlikte geleceğim. Hepsi yolumuzun üzerinde.

    Baltalı kadın, suratında kanla karışık hafif tedirgin ifadeyi bozmadan dostane bir tavırla baktı Omar’a.

    İyi olduklarından eminim.

    Önce bir çığlık patlak verdi, ardından bir başkası. Biri, diğerine göre zihinlerinde bir anlama karşılık geliyordu. Dahası, ışık iki kat üstünden geliyordu. Tepinme devam ederken durakladı üçü de, ancak baltalı kadın daha fazla beklemeden ayakkabılarının taşta çıkardığı sesi indirebileceği seviyeye kadar indirip yürümeye devam

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1