Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Küba: Deneyimler ve Hayaller
Küba: Deneyimler ve Hayaller
Küba: Deneyimler ve Hayaller
Ebook162 pages1 hour

Küba: Deneyimler ve Hayaller

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

"Bizim solumuz her ne kadar devrimci olduğunu ileri sürerse de kendini eleştirmekte sağdan bile daha tutucudur. “Sosyalizm” deneylerini eleştirmek ise, eğer bir “sosyalist” ülkenin dümen suyunda giderek bir diğer “sosyalist” ülkeyi bombardımana tutmuyorsa, günaha girmek gibi bir şeydir. Yüz yıldır ortaya konulan pratiklerin eleştirisine girişildiğinde, “ideolojik temellerin” tahrip olduğu gerekçesiyle tüm sol fraksiyonlar savunmacı bir çizgiye girerler ve eleştiriyi derhal “burjuva yolcu” olarak nitelerler. Türker Ertuncay, bunun tersi bir yol izleyen nadir komünistlerden biri. Küba güzellemesi yapmak yerine, devrimci bir yönelişle Küba’yı eleştirmeye cesaret etmiş. “Dost acı söyler” sözünü hatırlatacak şekilde, kendine yakın hissettiği ölçüde Küba’yı eleştiriye tabi tutmuş." (Gün Zileli)

LanguageTürkçe
Release dateDec 7, 2019
ISBN9781927893739
Küba: Deneyimler ve Hayaller

Related to Küba

Related ebooks

Reviews for Küba

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Küba - A Türker Ertuncay

    Teşekkür

    Bizim mahalledeki herkes gibi ben de, dünya gözüyle Küba’yı görmek isterdim hep. Bu istek kendi içinde bir ikirciklenmeyi de barındırıyordu. Hem isteme hem de korkma hali... Sonunda gördüm. Özcan’ın (Yurdalan) peşine takıldım ve gittim.

    Teşekkürüm öncelikle Nezaket’e (Ertuncay) ve Özcan’a. Gitmem için çokça ısrarcı olan Maarif Koleji’nden arkadaşım Hasibe Ünçe’ye, Marina Crespin ve Nilgün Yurdalan’a da teşekkür ediyorum. Beni ikna etmek için çaba gösterdiler. Bu kitap biraz da onların ısrarı sonucunda oluştu.

    İki hafta süresince sıkı bir grup olarak gezdik ve gördük. Her anımızda Küba’yı anlamaya çalıştık. Arkadaşlarımızın listesi şöyle: tabii ki başta Özcan’ın ekibi… İbrahim, Tito ve arabanın sürücüsü Julio. Özcan’ın benim gibi gezen ekibi de Ayşe, Burak, Esin, Feride, Güzin, Kemal, Metin, Mustafa, Nezaket, Nilgün, Sevim, Türey ve Zeynep’ten oluşuyordu. Gezi boyunca herkes kendince, Küba’yı didikledi durdu. Aramızda çok yararlı tartışmalar da yaptık. Ortaya çıktı ki; konu hakkında sırtındaki torbasında yük taşımayanlar, durum hakkında çok daha nesnel değerlendirmeler yapıyorlar, çok daha zor sorular soruyorlar. Sonuçta, arabadaki arkadaşlarımın hepsine, yol boyunca yürüttüğümüz düşünme sürecine katkıları nedeniyle teşekkür ederim.

    Bir özel teşekkür de Kemal Cengizkan’a. Kitaptaki renkli fotoğrafları çeken ve linklerini verdiğim siyah beyazların da uygun olanlarını ayıklayan ve bunları yaparken de hastalığıyla ilgili sorunlarıyla uğraşan arkadaşıma teşekkürler…

    Zaman ayırıp yazdıklarımı okuyan ve düşüncelerini sözlü ve yazılı olarak ileten Afif Say, Ayşegül Tarım, Ertan İldan, Gün Zileli, Hasan Erkul, İbrahim Ekinci, Ömer Faruk Ciravoğlu, Ufuk Uras ve Vedat Ozan’a ortaya çıkan metne katkıları nedeniyle teşekkür ederim.

    Gün Zileli, bir editör titizliğiyle ham metni yayınlanabilir şekle getirdi.

    Kitabın redaksiyonu konusunda Ayşen ve Mehmet Tevlim’e değerli katkıları için teşekkür ediyorum.

    Önsöz: Eleştiriye Cesaret Edebilmek

    Bizim solumuz (aslında dünya solu da böyledir) her ne kadar devrimci olduğunu ileri sürerse de kendini eleştirmekte sağdan bile daha tutucudur. Sosyalizm deneylerini eleştirmek ise, eğer bir sosyalist ülkenin dümen suyunda giderek bir diğer sosyalist ülkeyi bombardımana tutmuyorsa, günaha girmek gibi bir şeydir. Yüz yıldır ortaya konulan pratiklerin eleştirisine girişildiğinde, ideolojik temellerin tahrip olduğu gerekçesiyle tüm sol fraksiyonlar savunmacı bir çizgiye girerler ve eleştiriyi derhal burjuva yolcu olarak nitelerler. Kaldı ki, burjuva yolcu bile olsa eleştiriden yararlanacak kadar zeki olsalardı bugünkü çıkmaza belki de saplanmayabilirlerdi.

    Türker Ertuncay, bunun tersi bir yol izleyen nadir komünistlerden biri. Küba güzellemesi yapmak yerine, devrimci bir yönelişle Küba’yı eleştirmeye cesaret etmiş. Dost acı söyler sözünü hatırlatacak şekilde, kendine yakın hissettiği ölçüde Küba’yı eleştiriye tabi tutmuş. Solumuzun genel Küba hayranlığından oldukça farklı bir tutum.

    Türker arkadaş, hâlâ bazı eski Leninist kavramlardan kurtulamamış olmasına rağmen, doğrudan gözlemlerinden de hareket ederek, devrimci ve özgürlükçü bir bakış açısıyla Küba’yı çeşitli yönleriyle irdelemiş ve bazı sonuçlara varmış. Her şey bir yana, şeylere adını vermeye cesaret eden bu yöneliş başlı başına değerlidir.

    Gün Zileli

    12 Şubat 2019

    Sunuş: Başka Bir Küba Mümkün

    Küba’ya nasıl baktığını söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim yaklaşımı anti-komünistlerle resmi Küba görüşü arasına sıkışsaydı, belki doğru olabilirdi. Ama aradaki gri bölgeler ve yaklaşımlar nedeniyle, meseleye Marksist ve özgürlükçü bir siyaset perspektifinden bakan Türker Ertuncay, üzerinde derince düşünmemizi gerektiren bir perspektif sunuyor bizlere. Çünkü anlatılan aslında bizim hikayemiz. Geleceğe ilişkin tahayyüllerimiz, niye Küba, Çin ve Kore modellerine sıkışıp kalsın? Devletin kullanım hakkının yurttaşta olmadığı, çoğulculuğu içermeyen bir model 21. yüzyılda insanlara niye cazip gelsin? Tek başına anti-Amerikanizm, ne yazık ki, başka türlü bir şey benim istediğim özlemlerimizi karşılamaya yetmiyor.

    Mecliste Küba dostluk grubuna girmek istediğimde AKP’li vekiller yüzünden zar zor yer bulabilmiştim. Her halde kamusal eğitim ve sağlık hizmetleri değil, gizemli bir ülkeye gezi fırsatı gibi konuyu ele alıyordu vekiller.

    O dönem Küba Büyükelçisi olan ve yakın zamanda vefat eden Edebiyatçı Ernesto Gomez Abascal  ile uzun sohbetlerimiz olurdu. Küba’daki monolotik ve otoriter yapıya eleştirilerimi şaşkınlıkla karşılar, ülkesinde özgürlüklerin parti tarafından teminat altında olduğunu düşünürdü. Castro’nun Prag, Afganistan işgallerini desteklemesini eleştirirdim ama büyükelçinin her vakaya bir resmi gerekçesi vardı. Bir toplum acil nedenlerle kısa bir süre için karantina altına alınabilirdi, ama yaşam boyu süren bir modele dönüşmemeliydi bu. Duvarsız bir sosyalizme inanan bizler ise basın, sendika, fikir özgürlüklerine, özgürlükçü bir sosyalizmin olmazsa olmaz koşulları gibi baktık.

    Bugün ikna edici bir kapitalizm eleştirisinin ancak inandırıcı bir sosyalizm tahayyülüyle gerçekleşebileceğini görebiliyoruz. Bulgaristan’da, Romanya’da hatta Libya’da var olmuş olan bedelsiz sağlık, eğitim hizmeti gibi kazanımlar rejimlerin halk desteğini sürdürmelerini sağlamadı. Ve bugün hâlâ Glasnost, Perestroyka politikalarının oy birliği ile alınmasını, Arnavutluk başta olmak üzere bütün eski reel sosyalist ülkelerde kapitalizmin restorasyonunun parti merkez komitelerinin kadroları tarafından yapılması gerçeğini görmek yerine, olan biteni CIA komplolarıyla açıklamaya çalışıyoruz.

    Küba modeli aynı zamanda Türkiye sol hareketini anlamak ve gerillacılığı sınıf hareketiyle ikame etmenin vahim sonuçlarını görmek açısından da önemlidir. Batista rejimi devrimcileri yakaladığında afla serbest bırakırken, Türkiye’de önder kadroların katledilmesi, asılması bile iki devlet yapısı arasındaki temel farkları görememenin ağır faturasıyla bizi karşı karşıya bıraktı.

    Ülkenin iç dinamiklerinden çok uluslararası saflaşmalar bizim sol içi ilişkilerimizi ve farklılıklarımızı belirler hale gelmişti. ABD ile Sovyetler arasındaki sorunlarda ortada duran bağlantısızlar merkezli, 3. Dünyacı yaklaşımlar da uzun ömürlü olmadı. Rusya hegemonyasını sosyal emperyalizm yaklaşımıyla açıklayan tez teorik olarak tartışabilir ve doğrulanabilir de belki, ama siyaseten önümüze koyduğu kıyıcı fatura ve sol içi rekabetin vahim sonuçları ortada. Bütün bu konjonktürel ayrışmalar anlamlı olsaydı bu kadar düşmanlaşan siyasi figürler sonradan ortak parti projelerinde yan yana gelmezlerdi, Maocu bozkurtlar ve sosyal faşistler olarak.

    Vietnam, Kamboçya ve Çin arasındaki kıyıcı dalaşmayı klasik emperyalizm teorileriyle açıklamak da mümkün değildi. Geçen yüzyılın en büyük soykırımlarından birini gerçekleştiren PolPolt rejiminin icraatlarını savunup, eleştirileri CIA yalanı gibi görme ayıbının bile bir parçası olabildik.

    Bugün hâlâ Che’nin yaşamının son diliminde yalnızlaşmasının hikayesi solun resmi tarihi dışına çıkarak yazılamadı. Tabularımız tabutluklarımız oldu.

    Kaypakkaya’nın Küba meselesi üzerine eleştirel bir sorgulamaya zaman ayıramamasına kısa yaşamı fırsat vermemiş olabilir. Ama hepimizin onuru olan devrimcileri, onları kaybettiğimiz zaman diliminde dondurarak, tarih dışı haline getirmek, sanırım onlara yapılacak en büyük haksızlık olacaktır.

    Liseden, Kadıköy Maarif’ten yoldaşım A. Türker Ertuncay daha güzel bir dünya için yaşamı sorgulamaya, daha önceki değerli çalışmaları gibi kararlılıkla devam ediyor. Hayatı değiştirmek için yeniden yorumlamak gerektiğini bilerek, en devrimci tutum olan tabu tanımazlığını sürdürüyor. Tabular ancak yerine bir fikri zemin konularak değiştirilebilir, yoksa yıkıcı bir vandalizmle sonuçlanabilir. Bu fikri mesai ise, hiçbirimizin tek başına omuzlayamayacağı kadar ağırdır. Bunu ancak ortak bir emekle başarabiliriz. Bunun üstesinden ancak, ortaklaşa bir hafıza inşasıyla gelebiliriz.

    Bu kitabın anlamlı ve değerli bir imece faaliyetini kışkırtacağı umudunu taşıyorum.

    Ufuk Uras

    23. dönem İstanbul Milletvekili

    Giriş

    Gençlik yıllarımdan beri kendimi komünist olarak tanımlıyorum. İktidarı ele geçiren komünist partilerin devrim sonrası karşılaştıkları sorunları —sloganlar düzeyinde de olsa— hep yüreğimde hissettim. Bir yanda, ülkede devrim için uğraşırken, diğer yanda da uluslararası alanda olan bitene kendimizce yanıtlar bulmaya çalışıyorduk. Bu yanıt bulma çabaları içersinde hemen hiçbirimiz kişisel gözlem şansına sahip olamadık. Bırakın Çin’i, Kore’yi, Vietnam’ı ziyaret etmeyi, çok yakınımızdaki Arnavutluk’u bile görüp inceleme şansına sahip olamadık. Duyduklarımız vardı. Başta Almanya olmak üzere, Batı Avrupa ülkelerine çalışmaya gidenlerden, Avrupa yolu üzerindeki Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya’ya ilişkin gözlemlerini duyuyorduk. TKP cenahı bu tür gözlemlere nasıl açıklamalar getiriyordu, bilmiyorum. Ama bizim tarafta, TKP/ML’de, reçete hazırdı: O ülkelerde sosyalizmden geri dönüş yaşanmıştır; devlet kapitalizminin sonuçları görülüyor. Böylece içimiz ferahlamış olarak devam ediyorduk devrime. Bu süreçte kanlı bir sol içi hesaplaşma da yaşanıyordu.² Ancak, TKP/ML için de her şey yolunda gitmiyordu. 1978’de, ÇHC’nde iktidar Deng’in eline geçmişti. AEP’nin Enver Hoca’sına da Mao Zedung düşüncesine karşı tavrı nedeniyle mesafeliydik.

    Dünya üzerinde dört elle sarılacağımız bir iktidar kalmamıştı. Bir yanda, sosyal-emperyalist  Rusya’da Çernobil patladı ve duvar hepimizin başına yıkıldı. Diğer yanda ise, Çin ve Kamboçya – Laos - Vietnam kapitalizmle kucaklaştı.

    Bütün bu yıkımlar olup biterken Küba, Türkiye’ye her anlamda çok uzaktı, gerek coğrafi gerek de düşünsel olarak. Zamanında Küba’yı ve karizmatik Che’yi kendilerine rehber edinenler için bile Küba çok uzakta kalmıştı. Küba adeta unutulmuştu.

    Ama Küba her şeye karşın ayakta kalmaya çalışıyordu. Rusya cenahı da, Çin cenahı da Küba’ya burun kıvırıyordu. Küba zor olanı yapıyor ve ABD’nin burnunun dibinde, hem de çok ağır bir ambargoya karşın direnerek yaşıyordu.

    İşte bu çalışmada, Küba’nın ayakta kalma çabasını anlamaya ve anladıklarımı anlatmaya çalışacağım.

    26 Temmuz 1953 günü gerçekleşen ve başarısızlıkla sonuçlanan Moncada kışlası baskınından itibaren Küba devrimine önderlik etmiş olan Fidel Castro, Küba’nın yaşadığı tüm devrimci süreçte birinci derecede rol oynamıştır. 1 Ocak 1959’da Küba’da ABD emperyalizminin işbirlikçisi diktatör Batista kaçıp iktidar sakallılara³ geçtiğinde henüz Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (kısaca SSCB) ve Çin Halk Cumhuriyeti (kısaca ÇHC) ayrışmamıştı.

    Küba coğrafi olarak bütün devrim yapmış ülkelere çok uzaktı. Fakat, buna rağmen her olaya tanıklık etti ve her olaydan da etkilendi. Coğrafi uzaklık hem avantaj hem de dezavantajdı. Hâlâ iktidarda, Fidel Castro’nun ilk genel sekreteri olduğu Küba Birleşik Sosyalist Devrim Partisi (ORI) var.

    Ve sakallılar diktatör Batista’yı devirip iktidarı ele geçirdiklerinde sekiz aylık bir bebek olan ben, şimdi Küba’ya gidiyordum. Küba’ya giderken sırtımdaki küfe oldukça doluydu. Ve bu ülke, ziyaret ettiğim zaman (Ocak 2018) itibariyle dünyanın en gözde turizm bölgelerinden biri haline gelmişti.

    Küba’ya gittiğim günlerde ülkenin başkanı hâlâ bir sakallıydı. Sakallıya rağmen göreceklerimden korkuyordum. Küba’ya gittiğim 2018, Küba için de çok önemli bir yıl oldu. Önce, ülkede başkan sıfatı taşıyan son Castro iktidarı bıraktı. Hemen ardından da, ülke anayasasının değiştirilme çalışmaları başladı. 2018’den itibaren Küba’daki değişimlerin hız kazanacağı kesin. Değişimlerin hangi yöne doğru ve hangi hızda olacağını ise yaşayıp göreceğiz.

    Burada bir başka soru daha var: Gözde turizm rotalarından olan Çin, Kamboçya, Laos veya Vietnam’a gitseydim yine korkar mıydım? Hayır. Çünkü o ülkelerde olan biten artık beni

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1