Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Aera Vanpir
Aera Vanpir
Aera Vanpir
Ebook355 pages4 hours

Aera Vanpir

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Dünyada minimuma inen insan sayısı beş vampir krallığını büyük bir kriz ve kuraklığa sürüklemiştir. Artık krallar daha vahşi ve kontrol edilemez durumdadırlar.

Kral José ise diğerlerinin bilmediği gizli bir silaha sahiptir.

Ormanda yaşayan güzeller güzeli bir şifa perisi.

Her ne kadar efsane olsa da onu bulacak, yanına alacak ve kanını tüketebildiği kadar tüketecektir. Böylelikle diğer vampir krallıklarını da hakimiyeti altına alacaktır.

Aradığı fırsat kucağına düşer ama o bunun farkında olmaz çünkü hafızasını kaybetmiştir.

Peki ya perimiz aslında en büyük düşmanının hayatını kurtarırsa? Üstelik bir de aşık olursa? Aera'nın tertemiz kalbi José'nin kanlı planlarına dahil olunca da temiz kalabilecek mi? Yoksa José'nin onu kirletmesine büyük bir tutkuyla izin mi verecek? Aera, milyonlarca vampirin sahip olmak istediği nadide bir elmastan farksız. Söylenebilecek tek şey,

İlk kapan kazanır!
LanguageTürkçe
Release dateDec 31, 2015
ISBN9788892535343
Aera Vanpir

Read more from Leonard Clever

Related to Aera Vanpir

Related ebooks

Reviews for Aera Vanpir

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Aera Vanpir - Leonard Clever

    Copyright 2015 by Leonard & Clever.com

    Third Edition, License Notes

    Copyright Info:

    Yayın hakları: ©  By Leonard & Clever.com

    Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    Bu eserin bütün hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.

    Çeviren: Doğan Leon

    Yayın hakları: ©  By Leonard & Clever.com

    Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    Kreatif direktör: Can Güleç

    Sanat yönetmeni: Doğukan Bul

    Fotoğraf sanatçısı: Doğan AKYÜZ

    Prodüksiyon: PPR İstanbul

    Aera Vanpir

    Aera

    Dünyada minimuma inen insan sayısı beş vampir krallığını büyük bir kriz ve kuraklığa sürüklemiştir. Artık krallar daha vahşi ve kontrol edilemez durumdadırlar.

    Kral José ise diğerlerinin bilmediği gizli bir silaha sahiptir.

    Ormanda yaşayan güzeller güzeli bir şifa perisi.

    Her ne kadar efsane olsa da onu bulacak, yanına alacak ve kanını tüketebildiği kadar tüketecektir. Böylelikle diğer vampir krallıklarını da hakimiyeti altına alacaktır.

    Aradığı fırsat kucağına düşer ama o bunun farkında olmaz çünkü hafızasını kaybetmiştir.

    Peki ya perimiz aslında en büyük düşmanının hayatını kurtarırsa? Üstelik bir de aşık olursa? Aera'nın tertemiz kalbi José'nin kanlı planlarına dahil olunca da temiz kalabilecek mi? Yoksa José'nin onu kirletmesine büyük bir tutkuyla izin mi verecek? Aera, milyonlarca vampirin sahip olmak istediği nadide bir elmastan farksız. Söylenebilecek tek şey,

    İlk kapan kazanır!

    =================

    Aera

    Dünyada minimuma inen insan sayısı beş vampir krallığını büyük bir kriz ve kuraklığa sürüklemiştir. Artık krallar daha vahşi ve kontrol edilemez durumdadırlar. 

    Kral José ise diğerlerinin bilmediği gizli bir silaha sahiptir.

    Ormanda yaşayan güzeller güzeli bir şifa perisi.

    Her ne kadar efsane olsa da onu bulacak, yanına alacak ve kanını tüketebildiği kadar tüketecektir Böylelikle diğer vampir krallıklarını da hakimiyeti altına alacaktır.

    Aradığı fırsat kucağına düşer ama o bunun farkında olmaz çünkü hafızasını kaybetmiştir.

    Peki ya perimiz aslında en büyük düşmanının hayatını kurtarırsa? Üstelik bir de aşık olursa? 

    Aera'nın tertemiz kalbi José'nin kanlı planlarına dahil oluncada temiz kalabilecek mi? Yoksa José'nin onu kirletmesine büyük bir tutkuyla izin mi verecek?

    Aera, milyonlarca vampirin sahip olmak istediği nadide bir elmastan farksız.

    Söylenebilecek tek şey,

    İlk kapan kazanır!

    Not: Aera 'Eyra' gibi telafuz ediliyor. José ise 'Hoze' diye. 

    =================

    Bölüm 1 / Efsane

    Kaynağı Kuzey Cali'lerden önce bulmalıyız. Komutan Arnold sözlerini bitirir bitirmez elindeki parşömeni masaya serdi. Cali'nin bir haritasıydı bu. Sınırlar renklerle belirtilmişti. Sarı çizgilerin içinde kalan büyük kısım Kuzey Cali'ye aitti. Kendilerine ait olan kısım yani Güney Cali ise kırmızı çizgilerle belirtilmişti. İki krallığın büyüklüğü toprak bakımından birbirine yakın olsa da askeri bakımdan Güneyliler daha donanımlı ve eğitimliydi. Ayrıca Kuzeylilerin bilmediği önemli bir bilgiye sahiptiler. Daha dört yıllık asker olan ama başarısını defalarca kez kanıtlamış Er William Jones girdi bu seferde araya.

    Normalde böyle önemli toplantılara askerlerin katılması yasaktı ama Kral, William'a daima torpil geçiyordu. Genç asker önce gözlerini tek tek odadakilerde gezdirdi. Yedi kişiydiler. Bir Komutan, bir General, iki Mareşal ve bir büyük Amiral. Ve son olarak Kral José. Asker kendini toparlayarak sertçe ellerini masaya yasladığında dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı. Kral hariç herkes büyük bir dikkatle ona bakıyordu.

    Kadını bulmamız lazım, diyerek söze başladı. Aslında rütbesinin çok daha yükseklerde olması gerekiyordu ama genç ve toy olduğu için Kral bunu daima erteliyordu. Asker sözlerine devam etti.

    Kanının bir damlası bile dünya kadar değerli. Evet haklıydı. Kuzey, Doğu, Batı ve Orta Cali'ler büyük bir katliam yaparak dünyadaki insan sayısını minimuma indirmişlerdi. Kral José ise bir efsanenin peşindeydi. Rivayete göre ormanda yaşayan ölümsüz bir peri vardı. Kanının tek bir damlasının bile yüzlerce askerin gücüne eşit olduğunu söylüyordu. Eğer José ve adamları periyi ele geçirirse... Diğer dört klanla olan savaşları bitebilirdi. Bin yıldır hayalini kurduğu şey gerçek olabilirdi.

    Kral, tahtında rahat bir şekilde oturuyordu. Eli çenesindeydi ve sakince olan biteni izliyordu. En güvenilir ve iyi adamları şu an karşısında savaş planı yapıyordu. Kendisi bu tür işlerle uğraşmıyordu. Savaş planlarını daima bu altı kişi yapıyordu. 

    Belkide bu boş bir hayalden fazlası değildir, dedi General George düşünceli bir sesle. Sonuçta bir peri. Sadece masallarda olur.

    Mareşal Edward söze girecekken Kral sakince yerinden kalktı. Yavaş adımlarla tahtından indi, dev masanın yanına gelene dek durmadı. Herkes faltaşı gibi açılmış gözlerle José'yi izliyordu. Kral asla gereksizce tahtından kalkmaz, bir şey söylemeyecekse yanlarına dahi gitmezdi. Ve ne zaman bir şey söylese ağzından çıkan her kelime altın değerini taşıyordu. José, bir bilginden çok daha fazla şey biliyordu.

    O gerçek. Pürüzsüz sesi ortamda yankılanırken yüz ifadesi sıkılmış gibiydi. Ellerini masaya dayayarak eğildiğinde etrafa keskin bir kan kokusu yayılmıştı. Kral buraya gelmeden hemen önce beslenmiş olmalıydı. Tatlım oralarda bir yerde... İşaret parmağını ormanda gezdirirken sağ dudağı hafifçe yukarı kalkmıştı. Tatlım derken sevgi sözcüğü olarak kullanmamıştı. Yemekten bahsediyordu.

    Onu gören birkaç köylü var. General Edward gözlerini José'ye dikmişti. Diyorlar ki ormanda yaralandıklarında peri ortaya çıkıp onları iyileştirmiş.

    Bir şifa perisi. José nefesini sertçe içeri çekti. Şifacı mı? derken sesi sanki mest olmuş gibiydi.

    Onu idareli kullanmamız gerek. Kanının uyuşturucu gibi olduğunu söylüyorlar. Eğer ölürse- General sözlerini tamamlayamadan José'nin bir bıçak gibi keskin gözleri ona döndü. 

    İdareli kullanacağım, dedi üstüne basa basa. Perinin kanını sadece kendi içeceğini söylüyordu. Bin yıldır bu anı bekliyorum. Yemeğim kuruyup ölürse ne yaparım? Sözleri duygusuzdu. O kahrolası periyi saklandığı yerden çıkaracak ve kanını idareli bir şekilde kullanacaktı. Diğer klanlarla arasındaki bu anlamsız savaşı bitirecek, kalan hayatını huzur içinde geçirecekti. Evet tam olarak bunu planlıyordu. Bu yüzden o kana ihtiyacı vardı. Daha fazla konuşmadan doğruldu ve arkasını dönerek tekrar tahta yürüdü. O periye ihtiyacı vardı. Onu bir an önce bulmalıydı. Büyük savaştan önce.

    Bir yıl sonra 

    Güzel peri gülümseyerek kendini çimlere attı. Baharın geldiğini gösteren güneşli bir hava vardı o gün. Ormanı çiçek kokuları sarmıştı ve o bu kokuya bayılıyordu. Kendini zinde ve canlı hissediyordu. Çayırlarda koşup gülmek, oyun oynamak istiyordu. Aniden yüzü düştü. Kimse yoktu ki. Konuşup muhabbet edebileceği, oyun oynayabileceği tek bir kişi bile yoktu. Tek dostu hayvanlar ve çiçeklerdi.

    Yerinden doğrularak etrafa bakmaya başladı. Bu ormanda saklanmak zorundaydı. Vampirler dünyayı ele geçirip insan ırkı yok olduğundan beri böyleydi zaten. İki yüz yıldır saklanarak yaşıyordu. Tek arkadaşı bir kaplandı. Arada sırada bulup iyileştirdiği insanlar ona kısa bir süre için arkadaşlık ediyordu. En uzun süreli arkadaşı ise yanına sadece bir ay kalabilmişti. O da iyileştikten sonra gitmişti zaten.

    Rick adını verdiği erkek kaplanı yanına gelerek oturdu. Çenesini genç kadının okşaması için kaldırdı. Peri kıkırdayarak kaplanın isteğini yerine getirdi. Rick, onun iki yüz yıllık kaplanıydı. Kendisi insan değildi bu yüzden bir kaplanın ölümsüz olması ona çokta garip gelmiyordu. 

    Yemek bulabildin mi? diye sordu tatlı bir sesle. Kaplandan bir hırıltı yükseldi. Demek ki bulamamıştı ve karnı açtı. Peri tekrar gülümsedi. Diğer ormanlara bakabilirsin. Kaplan sanki onu anlamış gibi elini yaladıktan sonra koşarak gözden kayboldu. Hayvanlar tuhaf bir şekilde onu anlıyorlardı. Genç kız ne söylerse yerine getiriyorlardı. Bu tuhaf bir durum olsa da şikayeti yoktu.

    Kendini tekrar çimlere atarak bakışlarını gökyüzüne dikti. Canı çok sıkılıyordu. Bir yıldır kimseyle konuşmamıştı. İfşa olmak istememesine rağmen konuşabileceği insanlar istiyordu. Ama konuştuğu insanlar hep ya yaralı ya da hasta oluyordu.

    Bir bulut güneşin önüne geçerek gölge yaptığında alnı kırıştı. Aynı anda ormandan sesler yükselmeye başladı. Hayvanlar koşarak ona doğru geliyorlardı. Kuşlar var gücüyle uçuyor, kaplanlar ve diğer ufak hayvanlarsa koşuyorlardı. Hep bir ağızdan çıkardıkları sesi tanıyordu genç peri.

    Korkuyla ayağa kalkarak ormana koşmaya başladı. Ormanın ardında vampirler olmalıydı.

    Bilirsiniz ilk bölüm yazmakta hep sıkıntı çekiyorum bu yüzden bu bölümden tatmin olmamış olabilirsiniz. :D:D Ayrıca ilahi bakış açısıyla yazacağım için ve ek olarak fantastik bir hikaye olduğu için diğer hikayelerim kadar ilgi göreceğini düşünmüyorum. Ama yinede yazacağım. :D Ben ilahi bakış açısında daha iyi olduğumu düşünüyorum ve daha rahatım. :D

    Görüşlerinizi bildirirseniz çook sevinirim. Umarım sonraki bölümlerdede birlikte olabilirizzz ^^

    =================

    Bölüm 2 / Isırık

    Kral José kollarını göğsünün üzerinde kavuşturarak rahat bir tavır takındı. Karşısında diğer dört klanın liderleri vardı. Orta Cali'nin lideri Aldric, Batı Cali'den Hank, Doğu Cali'nin lideri Davis ve son olarak Kuzey Cali'den Adrian. José'nin yüzünde alaycı bir gülümseme oluştu. Kardeşleriyle uzun yıllardır bir araya gelmemişti. Evet, kardeş olabilirlerdi ama birbirlerinin en kötü düşmanlarıydılar ayrıca.

    Aldric ve Davis'in birleştiği birkaç ay önce açıklanmıştı. Ancak bu bile José'nin klanına karşı durmalarına yetmezdi. Dünyanın en iyi askerlerine sahip olmanın yanı sıra José kardeşlerinden farklıydı. Onda duygudan eser yoktu. Hepsini gözünü kırpmadan öldürebilirdi.

    Bir borazanla işaret verilmesinin ardından beş kral aynı anda yürümeye başladılar. Ortaya işaretlenmiş çarpı işaretine gelene dek durmadılar. Aralarında en uzun ve iri olan Hank, oldukça göze batıyordu. Olmayan saçları ve buna tezat olarak metreler uzunluğundaki sakalı oldukça değişik bir görüntü çiziyordu. Aldric ve Davis ise birbirlerinin tıpatıp aynısıydı. İki kralda iri, göbekli ve esmerdi. Ve en dişlisi. Adrian. Beyaza yakın mavi gözleri ve esmer teni... Yakışıklılığı José ile yarışacak kadar vardı. Ve tüm kardeşlerin içinde en nefret edileside Adrian'dı. José duygusuz piçin tekiydi. Gülmezdi, gerekmedikçe konuşmazdı. Adrian ise tam tersiydi. Fazlasıyla konuşkan ve gevşekti. Bu özelliği onu diğerlerinden daha iğrenç yapmaya yetiyordu.

    Bir daire oluşturdular. Davis, sesini herkesin duyması için bağırdı. Savaştan çekilmek isteyen var mı? Bu son şansınız. Aldric ortağını desteklercesine kafasını salladı.

    Ancak kimse Davis'e cevap vermedi. Kimse savaştan çekilmiyordu. Sonuçta bu işin ucunda tüm dünyanın sahibi olmak vardı. Zaten dünyada sadece beş klan vardı. Bu savaşın amacıysa tüm klanlar için genel bir lider seçmekti.

    Ortamdaki gergin sessizliği bozan Adrian'ın tiksindirici kahkahası olmuştu. Savaştan çekilmek mi? dedi kahkahalarının arasından. Ardından bir iç çekerek olmayan gözyaşlarını sildi. Yine çok komiksin kardeşim. Ama bu kelleni kurtaramayacak.

    Adrian'ın milyonlarca askeri bir kahkaha tufanına tutuldu. José'nin dudakları gergin bir gülümsemeyle kıvrıldı. Bu korkak hallerin beni eğlendiriyor, Adrian, dedi başını yana eğerek. Gülümsemesini koruyordu. Bu iş bitince seni sarayıma şaklaban olarak alabilirim.

    Adrian'ın gülümsemesi soldu. Dudaklarından bir tıslama çıktı. Orospu çocuğu.

    Kardeşiz, unuttun mu? José daha şimdiden zaferin kokusunu alabiliyordu. Davis ve Aldric'in zayıf stratejileri, Hank'in korkaklığı ve Adrian'ın bu egosu José'yi zafere götürecekti.

    Sadece konuşuyorsunuz. Aldric homurdanarak sopasını yere vurdu. Aralarında en yaşlı görünen o vardı. Boş lafla bir yere gelemezsiniz.

    Hepsi mesajı almıştı. Son kez birbirlerine baktıktan sonra arkalarını döndüler. Geldikleri yoldan dönerek askerlerinin başına geçtiler. Milyonlarca asker vardı. Ama hiçbirinde kılıç yoktu. Hatta çoğu yarı çıplaktı. Onların silahları dişleriydi. 

    Borazan tekrar öttü. José, geri dönüşü olmayan buzdan bir yolda yürüdüğünü düşündü. Diğer kralların aksine o ortada durmuş sessizce bekliyordu. Sadece ona saldıran vampirleri öldürüyordu. Onu da dişleriyle değil elleriyle yapıyordu. 

    Bir on vampiri daha parçaladıktan sonra etrafa yayılan çürümüş et kokusu onu rahatsız etti. Yüzünü buruşturarak ellerini ölü bir vampire sildikten sonra sakince yürümeye başladı. 

    Demek kardeşiz ha! Adrian'ın sesiydi bu. José arkasını dönemeden kardeşi dişlerini hırsla boynuna geçirmişti. Genç kralın yüzü acıyla kasıldı ama ses çıkarmadı. Aynı anda diğer kardeşlerinin öfkeli seslerini duydu. Boynuna ve sırtına geçirilmiş dişler canını çok yakıyordu ama yinede sesini çıkarmadı. Dizleri üzerine düştü. Tabii ki ölmeyecekti. Bir kaç vampir ısırığı onu öldüremezdi. Ama omuriliğine yediği son darbe... Gözleri kararırken yinede sesini çıkarmadı. Karşıdan General ve Komutanların ona yardıma koştuğunu görebiliyordu. Gözleri kapandı, kardeşlerinin nefret dolu ısırıklarına daha fazla karşı koyamayarak bilincini yitirdi.

    Güzel peri saçlarını taramayı bırakarak gerildi. Tarağı tutan eli kaskatı kesildi. Kulağına bazı sesler geliyordu. 

    Burası güvenli. Onu burada bırakalım ve savaşa geri dönelim. Nasılsa uyanacaktır.

    Bir erkek sesiydi bu. Onun dışında birkaç erkek sesi daha vardı ve birinin kötü enerjisi. Biri yaralıydı. Hızla ayağa kalkarak koşarak mağarasından çıktı. Hız kesmeden koşmaya devam etti. Enerjiyi arıyordu. Neredeydi? Gözlerini kapattı ve sesleri dinledi. Ormanın sesi baskın olsa da onu hissetti. Biri yakınlarda acı çekiyordu. 

    Tüm gücünü toplayarak konsantre oldu. Sanki bir şey onu çekermiş gibi yürümeye başladı. Kapalı gözleri, ışıldayan sarı saçları ve neredeyse süzülen bedeniyle insan dışı bir güzelliği vardı. Enerji, onu iki yüz metre ileriye götürdü. Peri gözlerini açtı ve yerde yatmakta olan adama baktı.

    Adamın kahverengi saçlarına ve yüzüne kan bulaşmıştı. Yüz hatları sertti. Baygın yatıyordu. Genç kadın derin bir nefes alarak diz çöktü ve adamın sırtını çevirdi. Diş izleri...

    Nefesini tuttu. Vampir saldırısına uğramış bir insan olmalıydı. Titreyen elleriyle adamı birkaç kez dürttü.

    Beni duyuyor musun? Güzel sesi ormanın sesine karıştı. Adamdan yanıt gelmedi. Bir kez daha denedi. Hey! Beni duyuyor musun dedim. Ama yinede yanıt alamadı. Kafasını adamın kanlı göğsüne koyarak yaşayıp yaşamadığını kontrol etti.

    Yaşamıyordu. Kalbi atmıyordu.

    İçine korku dolu bir nefes çekti. Onu yaşadığı yere götürmeli miydi? Daha önce de böyle durumlar olmuştu. Kalbi duran veya nabzı çok yavaş olan insanları bile iyileştirmişti. Belki bu adamın kalbide birkaç dakikalığına durmuştu.

    Her ne olursa olsun onu böyle bırakamazdı. Ancak adam çok ağır ve kaslı görünüyordu. Onu kendi başına taşıyamazdı. 

    Başını ormana çevirerek haykırdı. Rick!

    Birkaç dakika içinde ağaçların arasından güzel bir kaplan çıktı. Peri, eliyle adamı işaret etti. Onu evime götürmeme yardım et.

    Kaplan acı dolu bir ses çıkardı. Başını iki yana sallıyor gibiydi. Perinin alnı kırıştı. Rick onu götürmek istemiyordu. Ama zaman kısıtlıydı ve Rick'in yardımına ihtiyacı vardı. Lütfen, dedi ısrarcı bir sesle. Lütfen taşı onu.

    Kaplan bir kaç ses daha çıkardıktan sonra devasa ağzını açtı. Yaralı adamı dişlerinin arasına aldı. Peri, kaplanın sırtına bindi. Ve birlikte ormanda kayboldular.

    Olayların fazla hızlı geliştiği bi bölüm oldu sanki ama ilk bölümleri yazmakta iyi olmadığımı söylemiştim. :D:D Umarım sevmişsinizdir, yorumlarınızı bekliyoruum ^^

    =================

    Bölüm 3 / İlk Konuşma

    Peri, adamın üzerini çıkartırken görmüştü. Düşündüğü gibi sırtının kan olmasının sebebi vampir ısırıklarıydı. Savaşın kurbanlarından biriydi büyük ihtimalle. Vampirler durmuyordu.

    Üzerindeki kanlı gömleğin yakalarındaki kırmızı çizgiler adamın Güneyli olduğunu gösteriyordu. Vampirlerin savaşına insan kölelerin katılmasını uygun bulmuyordu. Hatta daha önce böyle bir şeyle karşılaşmamıştı. Öyleyse bu zavallı adam nasıl yaralanmıştı?

    Omzunun üzerinden arkasına baktı. Birkaç kuş merakla onu izliyordu. Genç kadın, Yosun, dedi. Bu bile kuşların ötüşerek uçmasına yetmişti.

    Birkaç dakika sonra kuşlar ağızlarında yosunlarla döndüler. Genç kadın hepsini özenle adamın sırtına yerleştirdi. Ardından kirli ellerini birleştirerek adam için dua etti.

    Mırıldanmasını bitirdiğinde gözlerini baygın yatmakta olan adama dikti. Onun için yapabileceği şeylerin sonuna gelmişti. Gerisi adamın bünyesi ve inancına bağlıydı. Yorulmuştu. Ormanın derinliklerinden buraya gelmek ve bu kadar enerji harcamak onda uyuma isteği uyandırıyordu. 

    Otlardan yapılmış, mağaranın bir ucundan diğerine uzanan sallanan yatağında adam yattığı için kendisinin yerde yatması gerekiyordu. Yatmadan önce eski ve kirli kumaşlardan yaptığı örtüyü adamın üstüne örttü. Düz bir kayaya yerleştikten sonra son kez yaralıyı kontrol etti. Ardından gözlerini kapatarak derin bir uykuya daldı.

    Acı. Acıyı hissediyordu. Bu beklenmedik bir duyguydu. Bedeni sanki ilk defa acı çekiyormuş gibiydi. O da böyle hissediyordu.

    José, gürültülü bir inlemeyle gözlerini açtı. Neredeydi? Kimdi? Kimin yanındaydı? Hiçbirini hatırlamıyordu. Canının neden yandığını bile bilmiyordu. Tek bildiği rahatsız bir yerde yattığıydı.

    Zorlukla başını kaldırdı. Bir mağarada mıydı? Evet, görünüşe göre öyleydi. Birkaç çanak çömlek ve birkaç kumaş yığınının dışında boş bir mağaraydı. Zorlukla başını diğer tarafa çevirdi. Önce sarı, parlak ve ışıltılı bir kumaş gördü. İpek miydi? Oldukça pahalı duruyordu. Ancak kumaşın bir yüzü çevrelediğini daha önce görmemişti. Bu saç mıydı yani? Bu mükemmel meleksi yüzü çevreleyen uzun şey saç mıydı?

    Bir kadındı. Hayır, melekti. Açık pembe dudakları hafif aralıktı. Uzun kirpiklerin çevrelediği gözleri kapalıydı. José, rengini merak ediyordu. Mümkün olamayacak kadar pürüzsüz bir teni vardı kadının. Ve aynı zamanda mümkün olamayacak kadar kirli bir de elbise giyiyordu. Kadının cenin pozisyonuna bakılırsa üşüyordu. 

    Üzerindeki örtüyü alarak kadının üzerine örttü. Ardından alnını okşayarak zorlukla ayağa kalktı. Canı acıyordu evet ama bunu umursamamayı tercih etti. Hiçbir şey hatırlamıyordu ve asıl sorun buydu.

    Onu bu kadın mı kurtarmıştı? Ya da karısı falan mıydı? Bu kadar açık bir elbise giydiğine göre evet karısı olmalıydı. Yinede bu mağarada nasıl yaşadıklarını aklı almıyordu.

    Kadının yüzünün hemen yanına, dizlerinin üzerine çöktü. İşaret parmağıyla uyuyan güzelin omzunu dürterken, Hey, diye fısıldadı. Ama sesini duyuramamıştı. Boğazını temizledikten sonra tekrar dürttü. Hey.

    Güzel kadının gür kirpikleri açılırken, ağzımın tadını biliyormuşum, diye düşündü. Yinede böyle bir yerde yaşadığına inanamıyordu.

    Mavi gözler ona önce uykulu, sonra şaşkınlıkla baktı. Uyandınız mı? Kadın hızla yerinden doğrulurken José onunla neden resmi konuştuğunu düşünüyordu. Karısı değil miydi yani? Canınız hâlâ acıyor mu? Tanrı aşkına kaç saat uyumuşum ben böyle? Kelimeleri ardı ardına sıralaması adamın pek işine gelmiyordu doğrusu. Hızlı konuşanlardan nefret ettiğini hissediyordu.

    Bana ne oldu? diye sordu dizlerinin üzerinde durmaya devam ederek. Sesinin boğuk ve pürüzsüz oluşu hoşuna gitti. 

    Kadının dudakları gergin bir şekil aldı. Hatırlamıyor musunuz?

    Genç adam başını iki yana salladı. Karşısındaki garip giyinimli kadın ona tuhaf gözlerle bakıyordu. Acaba yakışıklı mıydı? Yüzünde bir şey mi vardı? Neden böyle bakıyordu?

    İnsan olmalısınız, dedi kadın iç çekerken. Sırtınızda birkaç derin vampir ısırığı vardı.

    Tüyleri ürperdi adamın. Konuşmayı, vampirleri ve insanları hatırlıyordu. Hatırlamadığı şey kişisel bilgileriydi.

    Beni sen mi buldun? Kadının aksine o gayri resmi konuşuyordu.

    Evet. Güzel mavi gözleri yere kilitlendi. Adınızı hatırlıyor musunuz?

    José.

    Cevap kendiliğinden, sanki bir refleksmiş gibi ağzından çıkınca şaşırdı. Adı José miydi yani? Evet, tanıdık gelmesine bakılırsa öyleydi.

    Peri bağdaş kurduktan sonra dirseklerini dizlerine, çenesini de ellerine yasladı. Dudakları kendiliğinden büzülmüştü. Yumuşak sesi mağaranın içinde yankılandı. Güzelmiş.

    Adam yüzünü buruşturdu. Sadece adımı hatırlıyorum.

    Sonraki dakikalar sessizlikti ikisi içinde. Genç kadın bu tür gergin sessizliklere alışkındı. Daha öncede hafızasını kaybeden insanlarla tanışmıştı. İri gözlerini José'nin yüzüne dikerek incelemeye başladı. Kirli sakalı, kahverengi saçlarına inat mermer kadar beyaz teni ve ah... Koyu kahve gözleri. İlk kez böyle yakışıklı biriyle karşılaşıyordu. Ayrıca adamın vücudu da mağarasının çoğunu kaplıyordu. Onu izlerken kalbinin hızlandığını hissetti.

    José kadının bakışlarından rahatsız olarak, Neye bakıyorsun? diye sordu. Çok mu yakışıklıyım?

    Peri hızla başını sallarken aynı küçük çocuklar gibiydi. Evet. Hemde çok.

    Ah açık sözlüsün demek, dedi José başını yavaşça sallayarak. Her şeyi pat diye söyler misin?

    Kadın, başını yana eğdi. Şey... Aslında biriyle konuşmayalı tam bir yıl oldu. 

    José boğazını temizleyerek çok meraklı görünmemeyi diledi. Niye?

    Ancak kadın ona cevap vermedi. Bir süre daha erkeği süzdükten sonra iç çekerek ayağa kalktı. Ama José'nin bir sorusu daha vardı. Senin adın ne?

    Bu yeryüzündeki en saçma sorular listesinde başı çekiyordu! Perinin bir adı yoktu ki! İnsanlar ona genelde 'vay canına çok güzel' ya da 'bir melek gibi' diyorlardı. Bu zamana kadar kimse onun adını sormamıştı. José'nin de sormasını beklemiyordu.

    Ama tek sorun vardı ki bunu söylerse utancından ölebilirdi. Ama yalanda söyleyemezdi. Küçük bir sorun olsa da genç kadın için onu terletecek kadar önemli bir sorundu bu!

    Yumruklarını sıktı. Ne cevap vereceğini bilmiyordu.

    Bölüm sıradan bi yerde bitti gibi geldi bana ama burada bitmesi gerekiyordu :D Ayrıca bölümler 3 gün arayla falan gelecek. Arayı çok açmamak istiyorum. :D

    Yorumlarınızı bekliyoruum, iyi gecelerrr :D

    =================

    Bölüm 4 / Aera

    Aslında bir adım yok, dedi genç kadın derince iç çekerek. Yalan söylemek ona uygun bir davranış değildi. Kendimi bildim bileli yalnızım bu yüzden ne bir ailem ne de ismim var. Bir an önce konunun değişmesini diledi. 

    Erkek mağaranın girişine bakarak iç çekti. Acaba ne zamana kadar böyle kalacağım?

    Dileğinin gerçek olması kadının rahat bir nefes almasını sağladı.

    Hafızasından bahsediyor olmalıydı. Genç kadının yüzünde bir gülümseme oluştu. İlk defa biriyle arkadaş olduğunu hissediyordu. Normalde yaralıları iyileştirdikten sonra onları ormanın girişine bırakırdı ve biri gelip onları alana kadar yakınlarda beklerdi. Ama bu adamı değil ormanın girişine bırakmak, mağaradan çıkartmak bile istemiyordu. José'deki bir şey onu çekiyordu. Kadın bunun arkadaşça duygular olduğunu farz etti.

    Bence çok iyi biriydiniz, derken adamın yanına emeklemeye başladı. Bahse girerim tek bir karıncayı bile öldürmemişsinizdir. Ama savaşta ne işiniz vardı? Yine hızlı hızlı konuşuyordu işte. Derin bir nefes alarak son cümlesini söyledi. Vampir savaşlarına insanlar katılmaz. Durup bir kaç saniye düşündükten sonra aklına bir fikir gelmiş gibi doğruldu. Belki de yaralandıklarında kanınızı içmek için götürmüş olabilirler.

    José'nin yüzünün şaşkın bir hâl aldığını görünce fazla ileri gittiğini anladı. Hafızasını kaybetmiş bir adama en acı şeyleri anlatıyordu. Kim uyanır uyanmaz vampirler hakkında konuşmayı severdi ki?

    Yaptığı aptallık için kendine bir kez daha kızdı. "Üzgünüm. Bunları duymak istemezdin

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1