Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Burun: Ya da Hayaletler Komedisi
Burun: Ya da Hayaletler Komedisi
Burun: Ya da Hayaletler Komedisi
Ebook284 pages3 hours

Burun: Ya da Hayaletler Komedisi

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Bedrettin Şimşek’ten dünya edebiyatının en seçkin eserleri arasında yer almaya aday bir başyapıt.
Türkiye’de modern aydınlanma edebiyatının öncü yazarlarından Bedrettin Şimşek’in 2012 yılında Gogol’un Burun, Palto, Fayton adlı öykülerinden uyarladığı “Burun” adlı romanı, yazıldıktan 12 yıl sonra ilk kez okurla buluşuyor.
Çok katmanlı yapısı, girift kurgusu, tarihî olayları geçmişle geleceğin birbirine karıştığı bir rüyaya ustaca yerleştirmesiyle öne çıkan benzersiz çalışma, Burun, Fayton, Palto öykülerini 1917 Rus Devrimi dönemine taşıyarak Gogol’un yaşamından sahnelerle zenginleştiriyor; ünlü sinema yönetmeni David Lynch tarzında, düşsel bir kurguyla ve ardı ardına gelen rüya/kâbus sekanslarıyla katı gerçeği gerçeküstüyle harmanlıyor.
Eser burnun düşmesini, Çarlık yıkılırken devrimin bir rüya olmasını çılgınca arzulayan ve yaklaşan devrimden hurafelere sığınarak kaçmaya çalışan aristokratların bir hezeyanı olarak ele alıyor; paltoyu, faytonu bambaşka anlamları olan imgelere alegorilere dönüştürüyor; “Hayaletler Komedisi” adını da taşıyor. Burada kastedilen ise, “Ülkemizde bir hayalet dolaşıyor.” cümlesinde sözü edilen o meşhur hayaletten başkası değil.
Anlamsız kitaplar denizinde boğulan ve gerçek edebiyatı arayan okurlar için.
LanguageTürkçe
Release dateJan 10, 2024
ISBN9786259903996
Burun: Ya da Hayaletler Komedisi

Read more from Bedrettin Simsek

Related to Burun

Related ebooks

Reviews for Burun

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Burun - Bedrettin Simsek

    1

    Şube müdürü Binbaşı Kovalev’in çalışma düzeni disipline dayanır, konumunun önemini bir takım davranışlarla arttırmaya çalışmaktan geri kalmazdı. Verdiği buyruğa göre daireye geldiği zaman herkes kendisini merdiven başında karşılayacak, kimse doğrudan başvurmayacaktı. Her iş sıkı bir sıra güdülerek kendisine ulaşmalıydı. Kayıt memuru yazmana, yazman düzelticiye bildirmeli, iş ancak dolambaçlı yollardan geçerek önüne gelmeliydi.

    Her zaman üzerinde çok sayıda mühür taşıyarak dolanır, önemli olmadıkça kimseyi yanına yaklaştırmazdı. Bu yüzden dairesini işleten on memurunu adamakıllı yıldırmıştı. Yüksek sosyeteye kumaş satarak zenginleşen babasından kendisine kalan paralarla bir mirasyedi gibi yaşıyor, oysa herkes annesinin bir zamanlar dikiş dikerek hayatını kazanan basit bir kadın olduğunu biliyordu. Asil dostlarının bunu hatırlamaları olasılığından ölüm derecesinde ürker, onlarla konuşurken ne kadar aşağıdan alırsa, kendisinden küçük rütbelilere o kadar sert muamele ederdi. Yani soylu olmamasının hıncını dairesindeki zavallı memurlarından çıkarır, onlara sırf eziyet olsun diye günde yirmi, otuz kalem açtırırdı. Bir korkuluğa benzediğinden kimse kalkıp bir zamanlar babasının bir tuhafiyeci olduğunu söyleyemezdi.

    Çar bile sıradan insanları huzuruna kabul ederken, o onların suratlarını görmeye tahammül edemezdi. Çünkü ne zaman halktan birini görse, babasının bir esnaf olduğunu hatırlıyordu. Onlar karşısına çıktığında ise,Hükümet buyruklarına karşı gelmeyeutanmıyor musunuz diye yaygarayı basardı.

    Halkın gözünü öyle korkutmuştu ki kapısının önünden geçenler birbirlerine onu işaret edip Bak, bu evde bir ejderha oturuyor derlerdi.

    Evi sosyetenin merkeziydi. Nasıl olmasın? Orada her akşam kumar oynanıyordu.

    Üstelik saraydan öyle dostlar edinmişti ki, onlar uğruna iflas etmeyi göze almıştı. Kontlar hile yapmadıkları zamanlar boyuna para yitirir, hepsini ondan tahsil ederlerdi. Yani oyunda kaybettikleri parayı kendilerine ödünç verdiğinden salonu bütün kaşarlanmış kumarbazların uğrak yeriydi. Sonra o kontlar kendisine böbürlenerek Asilzadelerin borcu, devletin borcu sayılır. Siz bizden değil asıl devletten alacaklısınız derdi. Yine iflah olmaz bir kumarbaz olan general sanki onunla eşitmişçesine evine girer çıkar, çevresindekilere şakayla karışık Ne yapalım? Günümüzde milyonerlik, generallikten daha üst bir rütbe sayılıyor diye konuşurdu.

    Evin önemli işlerini İvan adlı uşağı ile Karolina adındaki hizmetçisi görürdü. İvan sırık gibi boyuyla gece karanlığında yol kenarında dursa bir lamba direği sanılabilirdi. En büyük eğlencesi eski zaman derisinden yapılmış minderin üzerinde sırt üstü uzanmak, boyuna tavana tükürmek, hep aynı yere nişan almaktı. Bu işi büyük ustalıkla yapmakla övünüyordu. Bu terbiyesizce davranış, Kovalev’i çileden çıkarsa da başka evlerin uşakları onun bu nişancılığıyla iftihar ederdi. Karolina ise şehirde sanki kumaş kıtlığı çekiliyormuşçasına açık saçık giyinir, üzerinde mendil büyüklüğünde bir önlükten başka bir şey olmadığı halde kapıda misafirleri karşılardı.

    Kovalev, asilzadeliğe özendiğinden beri makamına baş vuranları evinde kabul ediyordu. Kendisine şatafatlı bir kabul odası yaptırmış, kapıya sırmalı yakalı uşaklar dikmişti. Nitekim sadece bu işle ilgilendiği belli olan bir uşak, devlet görevlilerine mahsus bir işaret taşıyan bir üniforma giyer, kapının tokmağını tutar, tantanalı bir merasim düzenlemeden kimseyi içeri almazdı. Bu uşak hep asık suratla dolaşır, kendisine bir şeyi kabul ettirmek deveye hendek atlatmaktan zor görünürdü. Çünkü gelenlerin evraklarında hep bir eksiklik bulur, onları geri çevirmezse kendini görevini yapmamış sayardı. Kordonlarla süslü üniforması içinde bir tavus kuşu gibi parlamasına rağmen herkese gülünç görünürdü. Çünkü çok maymun bir suratı vardı. Ancak aynı iş için kapıyı iki kez çaldıklarında, işini doğru yaptığından emin olurdu. Binbaşı ise uşağının gayretleri sonucu kapısının önünde ahalinin birikmesinden ve bir dilekçe verebilmek için saatlerce beklemesinden hoşnut olurdu. O zaman çok önemli biri olduğu kanısına kapılır, hiçbir şeye yaramamasına rağmen sarayın bütün işini kendisinin yaptığını söylerdi. Kovulmamayı becerenlerin suçunu ise onları ısırmayan köpeklerinin sırtına yüklerdi.

    Ardından sayın uşağı huzura kabul edilmek için bekleyenlerin adlarının yazılı olduğu listeyle yatak odasına girme cüretini gösterirdi. Daha kapıda belirir belirmez binbaşı yaygarayı basardı.

    Bu ne küstahlık, bu ne utanmazlık! Böyle bir şeye nasıl cesaret edebiliyorlar? Bunlar kiminle konuştuklarını bilmiyorlar mı? Hemen kovun hepsini, hemen! diye bağırırdı cırlak sesiyle.

    Efendisinin bu hallerine alışkın olan İvan kaşla göz arasında şeref listesini önüne atarak toz olurdu.

    Binbaşı ayrıca kendisine gelecek olanların uymaları gereken önemli kurallar koymuştu. Her sabah bu kuralların ihlal edileceğinden emin olarak uyanırdı. Eğer kendisine cevap vermeye kalkan olursa şöyle derdi.

    Bu ne cüret! Kiminle konuştuğunuzu biliyor musunuz? Karşınızda kim var biliyor musunuz?

    Öte yandan asil tabakaya mensup değerli konuklarını bekletmemeye özen gösterir, onları lüks mobilyalarla donanmış salonunda kabul eder, nişanlarını özellikle gösterecek şekilde davranırdı. Önemli ziyaretçileri olmadığı zamanlar ise konağında çalımlı, çalımlı dolanır, hizmetçilerini haşlar, sokak satıcılarından, arabacılardan kendisine bir aristokrata gösterilen saygıyı göstermelerini beklerdi. Onlara tahtında oturan bir kral gibi bakar, uşaklarına sarayın uşaklarını örnek gösterirdi. Bunun dışında bütün gün hiçbir şey yapmadan durur, sıkıntıdan patlardı. Çünkü ona göre çalışmak halka özgüydü. Soylular çalışmazdı. Bu yüzden o da hiç çalışmamak elinden gelmediği için mümkün olduğunca tembellik ediyordu.

    2

    Binbaşı Kovalev, ayrıca Fransa kralını kendisine örnek aldığından her gece törenle uyur, yine törenle uyanırdı. Yataktan kalkar kalkmaz ilk görmek istediği surat kendininki olurdu. Çünkü sabahları aynada kendi kendini selamlamak gibi bir huyu vardı. Oda hizmetçisi iki adım ötede duran terliklerini ayağının altına koymadan ayağa kalkmaz, güne aynada kendini seyrederek başlardı. Böyle bir surata sahip olmakla ne kadar şanslı olduğunu düşünür, bazen bu düşüncesini yüksek sesle dile getirir, bir kuş gibi şakırdı. Çünkü maiyetinde iki uşağı, üç hizmetçisi, on memuru, bir de şehrin en güzel arabasına sahip olan birinin karga gibi burnu olsa bile çirkin olamayacağını aklından geçirirdi. Kendini görmekle neşesi yerine gelir, bazen kendi kendiyle şakalaşır, aynanın karşısında kendine iltifatlar ederdi. Sonra neşeyle paravanın ardına süzülür, uşağının gelip onu soyup giydirmesini bekler, hizmetkârlarına kendisine dokunmalarına izin vermekle şeref verdiğini sanırdı.

    Bir sabah yine sebepsiz yere herkese bağırıp çağırmış, evin altını üstüne getirmiş, önüne çıkan bir Çin vazosunu kırmış, kapısında bekleyenleri kovmuş, köpeklerini bile azarlamıştı. Makamında otururken bir saray hademesi gibi giyinmiş uşağı İvan çıkageldi. Açık bulduğu kapıyı çalmaya gerek duymamış, bir ispinoz kuşu gibi neşeyle içeri girmişti.

    Dün generalin davetine yeni aldığınız faytonla gitmeniz kimsenin gözünden kaçmamış. Bu yüzden sevgili prensiniz Mişkin, Senato kaleminden şube müdürü sayın Kont Yarijkin saygılarını sunmak için şahsınızı ziyaret etme cüretini gösteriyorlar. Ayrıca sayın kaymakam ziyaret için izninizi bekliyorlar diye konuştu en yüzsüz halle.

    İvan çıktı. Kovalev boy aynasında kendine bakarak, İşte, ülkemizin en seçkin insanları beni görebilmek için sabahtan gelir diye içinden geçirdi.

    Çıngırağı çaldı. Uşağı Petruşka bir kapıdan, hizmetçisi Karolina diğer kapıdan koşarak girdi. Bunlardan biri pudralı perukasını, öbürü bir entariyi andıran alt tarafı yapma çiçeklerle süslü elbisesini tutuyordu. Onu soydular giydirdiler, yüzünü pudraladılar, dudaklarına boya, yanaklarına allık sürdüler. Perukasına parfüm sıktılar. Tüm bu işlemler sonunda Kovalev tam bir palyaçoya benzedi.

    Daha sonra, konuklarını karşılamak için salona gittiğinde, sırtında Petersburg tarzı bir üniforma olan Kont Yarijkin, eğlence düşkünü, düello meraklısı, kumarbaz olan Prens Mişkin"le içeri girdi.

    Soylulara has bir şekilde birbirlerini selamladıktan sonra Kont Yarijkin ellerini iki yana açarak ve dudaklarını uzatarak Kovalev’e doğru ilerledi.

    Sizi öpebilir miyim binbaşı? Lütfen bunu esirgemeyin benden rica ederim.

    Kovalev kendini öptürürken, Dün hepimiz generalin yemeğine davetliydik değil mi? Ne yazık ki görüşemedik?dedi.

    Prens Mişkin:

    Öyle. Her kafadan bir ses çıkıyordu. İnsan kendisini bir dinleyen olmadı mı konuşmaya neden devam eder bilmem ki

    Kovalev ciddi bir meseleden bahseder gibi bir tutum takındı.

    Öyle demeyin. İnsanın kendisini bir dinleyen olmadı mı konuşması çok yararlıdır. O zaman fikir ayrılığı olmaz. Dün gece yanımda kimin oturduğuna bakmadan bol bol kendimle konuştum. Diyebilirim ki pek yararlı bir konuşma oldu.

    Yarijkin yaramaz bir halle:

    Evet, hepsini duyduk. Sanırım arkanızdan yapılan dedikoduları yüksek sesle kendinize tekrar ediyordunuz. Duymayanlar sayenizde duymuş oldular.

    Kovalev:

    Ben arkamdan ne söylemişim kont? Hayırdır?

    Haydi canım bilmezlikte gelmeyin. Yeni satın aldığınız faytondan söz ediyorum elbette. Herkes o şaheserin bir servet değerinde olduğunu söylüyor.

    Kovalev kurumla: Dört bin rubleye aldım efendim. Tıkır tıkır tam dört bin ruble.

    Yarijkin:

    Önünde rubleleri saydığınız atınız bile o kadar parayı görünce dayanamayıp kişnemiş diyorlar.

    Teveccühünüz.

    Zavallı beygir şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş.

    Kovalev kırıtarak:

    Beni şımartıyorsunuz.

    En inatçılar, müşkülpesentler, hiçbir şeyi beğenmeyen huysuzlar bile siz bu arabayı aldıktan sonra hakkınızı teslim eder oldular.

    Kovalev:

    Hepsine teşekkürlerimi sunuyorum.

    Her yerde sizin çok zeki, çok parlak, çok güzel olduğunuzdan söz ediyorlar.

    Kovalev:

    Ya öyle mi? Hiç fark etmedim.

    Bakın ben bile saygılarımı sunmak için sabahın köründe sevgili prensimiz Mişkinle birlikte şahsınızı ziyaret etme cüretini gösterdim."

    Kovalev:

    Lütfen öyle konuşmayın fena oluyorum.

    Yarijkin:

    Ne yalan söyleyim? Bu faytonu aldıktan sonra artık herkes yükseleceğinize kesin gözüyle bakıyor.

    Kovalev:

    Bu teveccühleri beni şımartmak için yapılmış sayıyorum.

    Prens Mişkin:

    Biz vali muavinliğini istediğinizi duymuştuk, doğru mu?

    Kovalev şiir okur gibi:

    İşte sonunda herkesten duymak istediğim buydu. Bunun için en berbat konuşmaları çekmek zorunda kaldım. Gerçi bu zor işin sonunda, kendini ömründe ilk kez dinletme fırsatı bulmuş bir yığın budalanın gönlünü kazandım. Ama benim de dayanacak gücüm kalmamıştı. İşte bu zahmetlerim karşılığında kısmet olursa, bu göreve istekliyim bendeniz. Herkes benim o makama layık olduğu düşünüyor. Ben de onlarla aynı düşüncede olmaktan çok memnunum. Çünkü başkalarının görüşlerine karşı çıkmayı çok nefret edici bulurum.

    Kovalev konuşurken uşak içeri girerek lafını ikiye böldü.

    Halktan birisi utanmadan gelmiş, sizinle görüşmek istiyor. Dairenizde çalışan memurlardan biri olduğunu söylüyor. Adı Akakiy Akakiyevic’mi neymiş? Tabii geri çevrildiğini söylemeye gerek yok. Yine de ısrarla kapınızda duruyor, gitmemekte inat ediyor dedi.

    Kovalev:

    Halktan biri mi dedin? Hem de memur ha?

    Evet, halktan biri gibi giyinmiş. Çıplak dolaşsaydı daha iyi ederdi. Üstelik yolda gelirken sanki haydutlarla boğuşmuş gibi bir hali var.

    Kovalev, Al onu içeri. Ama uzun uzun bekletmeden sakın karşıma çıkarma. Şu an önemli bir konudan söz ediyoruz dedi. Ardından konuklarına döndü.

    Ne diyorduk?

    Kont Yarijkin:

    Arabanızdan bahsediyorduk.

    Ha tabii.

    Prens Mişkin bir sigara yaktı. Dumanıyla halkalar yaparak:

    Velhasıl bu aralar şehrimizde konuşulan tek konu bu. İnsan bu kadar mühim hadiseye kayıtsız kalamıyor. Güya bu dört tekerlekli harikanın sokaklarımızda dolaşmasını kutlamak için Prens İvan İvanoviç size orkestrasını gönderecek, askeri komutan General Spirodnov onu görmeye bizzat gelecekmiş. Sizinle tanışmamak için ayak direyen Majeste İmparatorun savcısı Baron Vrangel bile arabanızın methini duyduktan sonra inadından vazgeçti. Protokol gereği valiyi ziyaret ettikten sonra uşağını yollayıp size kartıyla birlikte çağrı pusulasını bırakacakmış. Bu öyle bir pusula ki bütün kibar salonlar için bir giriş belgesi sayılabilir. Velhasıl aristokrasi sizin için çıldırıyor. Ne yalan söyleyeyim iki bin ırgatı olan şu toprak ağası yazar Turgenyev’de bile böylesi yok.

    Yarijkin:

    Güya saraydaki nedimlerden biri lütuf gösterip övgüsünü dinlediği faytonunuzu merak etmiş. Kulak misafiri olan Çar bunun üzerine dört sözcükten oluşan bir cümle sarf etmiş, kimse dinlememiş. Devlet işlerinden söz ettiğini sanmışlar.

    Kovalev alınganlık göstererek:

    Umarım bu mühim konu yarın aydınlığa kavuşur. Eğer devlet işinden söz ettiği için çarı dinlememişlerse, bu sorun değil, adettendir. Ama arabamdan söz ettiği halde majesteleri dinlenmemişse, çok kızarım.

    Prens Mişkin:

    Velhasıl itibarınız hiç olmadığı kadar arttı. Şimdi kentimizin en ileri gelenleri, evlerine böyle bir arabayla gelindiğini görmek için sizi davet etmekte birbirleriyle yarışacak.

    Bir saat böyle konuşmalarla geçti.

    İvan yine geldi.

    Denetleme dairesinde yönetici olan sayın Kont Pruşkiyeviç sizinle tanışmak için bir davetiye göndermenizi bekliyor.

    Kovalev:

    Şimdi hemen yazıyorum deyip koşarak masaya gitti. Kartı yazıp uşağın eline tutuşturdu.

    Bu arada şu memur İskarpinoğlu hala aşağıda bekliyor.

    Kovalev, Lafımızı bölmese olmaz, kör olasıca! Kuzum beklesin hele. Şu an önemli bir konudan söz ediyoruz dedi ve uşak çıktıktan sonra, Neden söz ediyorduk? diye sordu.

    Yarijkin, Sizden söz ediyorduk dedi.

    Kovalev şişinerek:

    Şu var ki azizim, kimi soyuyla övünür, kimi çevresiyle. Ama ahmak olan ahmak kalır. Benim övündüğüm kendi niteliklerimdir.

    Yarijkin:

    Ne alçak gönüllülük!

    Prens Mişkin:

    Aynaya baktığınızda ne mutlu oluyorsunuz kim bilir?

    Yarijkin:

    Asla çıkar gözetmeyen dostluğunuz, bize bencillikten uzak olduğunuzu düşündürüyor. Menfaate dayanmayan içtenliğiniz karşısında söyleyecek söz bulamıyoruz.

    Kovalevböbürlenerek:

    Ben şöyle düşünüyorum efendim. Gerçek dostun vazifesi bizi güzel şeylere alıştırmasıdır. Çünkü ince zevklerin eşlik ettiği bir dostluğun yegane süsü iltifattır.

    Prens Mişkin, Ne güzel! İnce ruhların imtiyazı sayılacak bir duygudan söz ettiniz bize dedi.

    Bu sözler üzerine Kovalev ve konukları arasında gerçek dostluk üzerine hararetli tartışmalar oldu. Bu bir saat sürdü. Sonunda konuklar dört bin rublelik paytonu olan Kovalev’in gerçek dost olduğuna hükmettiler.

    Ardından uşak tekrar geldi.

    Hükümetçe atanan yeni belediye başkanı yaverini göndermiş davetinizi ümit ediyorlar. Eğer kabul ederseniz öğle uykusundan sonra geleceğini söylüyorlar dedi.

    Kovalev mutlu bir halle, Kendilerini memnuniyetle bekliyorum dedi.

    İvan:

    Ayrıca mülki amir, aynı zamanda hazine müdürü olan sayın müsteşar, uşağıyla haber göndermişler, akşama sizi görmeye gelecekler.

    Kovalev:

    Ziyaretlerini büyük bir şeref sayıyorum.

    İvan:

    Bu arada Daireniz memurlarından Bay İskarpinoğlu üç saattir aşağıda soğukta bekliyor.

    Kovalev sert sert:

    Beklesin dedi. Tam da önemli bir konudan söz ederken.

    Uşak yüzündeki ifadeyi bozmadan:

    Kont Strogov da henüz geldi. Arabasını kapının önüne çekiyor.

    Kovalev:

    Onu hemen içeri al. Önemli bir konudan bahsediyoruz. Kaçırmasını istemem.

    Uşak:

    Aldım bile. Kont Strogov

    Uşak daha lafını tamamlamadan, bol pudralı uzun bıyıklarıyla bir karikatür dergisinden fırlamışa benzeyen Kont Strogov her zamanki gibi sarhoş çıkageldi ve içeri girer girmez salonun ortasına kustu. Çarla uzaktan akrabalığı sebebiyle ortalığı bir asalet kokusu kapladı. Bu tür sahnelere alışık olan İvan saygıyla koşup ortalığı temizlerken, kendine gelen Kont binbaşıyı selamladı.

    Kovalev, Mösyö, sabah sabah bu ziyaretinizi neye borçluyum acaba? diye gözlerini kırpıştırarak sordu.

    Kont Strogov:

    Neye mi? Binbaşı, görmedim mi sanıyorsunuz? Dün şehrin bütün dalkavukları, arabanıza yalanarak bakan o ahlaksız Çertokutski de dahil, atınıza iltifatlar yağdırıyorlardı.

    Kovalev kibirle, Benim sevgili Agrafena İvanovna’nın son günlerde itibarının arttığı doğrudedi.

    Yarijkingüldü.

    Atınıza Agrafena İvanovna adını mı verdiniz? Şanslı hayvan doğrusu, böyle bir araba önüne koşulmak onun için de mutluluk olmalı.

    Strogov:

    Mösyö, her ne kadar uşağınız üniforma giymiş bir kargaya benziyorsa da insan sizinki gibi bir faytonu olan dostu için hayatını verir.

    Kovalev sersemce:

    Nasıl vermesin efendim? Tam dört bin ruble saydım diyorum size.

    Prens Mişkin imrenerek baktı.

    Demek o kadar etti ha.

    Evet, tam dört bin ruble. Tıkır, tıkır.

    Bu sözlerle coşan Kont Yarijkin ayağa kalkıp Kovalev’i tekrar selamladı.

    Sayın binbaşı, mevkii bakımından sizden üstte sayılan, ama öyle olmaları bence kuşku götüren kişileri zarafette geçtiniz. Nasıl olmasın? Baksanıza elbisenizin etekliğinin kenarlarını az bulunur İngiliz dantelâsıyla süslemişsiniz. Lütfen beni en iyi dostunuz olarak kabul edin.

    Prens Mişkin de gözlerini Kovalev’den alamayarak:

    Ne yalan söyleyim, kıyafetiniz çok güzel..Adeta tavus kuşuna benziyorsunuz. Sanırım eteğinizin altına bir kafes diktirmişsiniz. Bakabilir miyim? diye sordu. İzin verilince, yere kadar eğilip başını Kovalev’in eteğinin içine soktu.

    O sırada uşak yine geldi ve Efendim Bay İskarpinoğlu dedi.

    Prens yüzünden ayakta zor duran Kovalev:

    Yine mi? Beklesin. Şu anda önemli bir işle meşgul olduğumuzu görüyorsun.

    Uşak çıktıktan sonra,E neden söz ediyorduk? diye sordu.

    Kont Strogov:

    Elbisenizden konuşuyorduk. Prens oradan bakınca ne görüyorsunuz

    Prens Mişkin, Kovalev’in eteğinin altından bakarak:

    Her şey buradan harika görünüyor. Diyebilirim ki, buranın manzarası çok iyi. Ayağa kalktı. Ya şu altı çiçekli gömleğinize ne buyrulur. Tam saray kıyafet koduna uygun dikilmiş değil mi? Siz ne dersiniz azizim? Bizi kuru kalabalıktan başka bir şey olmayan siyah fraklı erkekler topluluğunun sıkıntısından kurtarmıyor mu?

    Az sonra dondurma ve limonata servisi yapılırken en kibirli halleriyle bir baston yutmuş gibi yürüyen Kont Ruhnov girdi içeri. Pirinç düğmeleri olan mavi bir ceket giymiş, ellerine ipek eldivenler takmıştı. Yüzünün öyle mağrur bir ifadesi vardı ki suratı bir maskeyi andırıyordu.

    Şapkasını, eldivenlerini onu peşi sıra takip eden uşağa teslim etti.

    Nasılsınız beyler? diye selamladı odadakileri. Neden söz ediyordunuz bakalım? dedi. Kovalev’e doğru dönerek Aşağıda soğuktan donmuş bir memur bekliyor sanırım. Onu bir an önce içeri alsanız iyi olur.

    Kovalev:

    Kim oluyor da böyle basit bir memur evime kadar gelmeye cüret ediyor? Herhalde kendinin ne olduğunu unutuyor. Ya da benim kim olduğumu bilmiyor.

    Kont Ruhnov uzun tırnaklı elleriyle saçlarını düzeltirken, Sizi tanımaması cahillik, ama değerli şahsınızı öyle bir cahile tanıtmak uşağınıza düşmez diye konuştu.

    Prens Mişkin merhametli bir insan olarak bilinirdi; devlet memurunun daha fazla bekletilmesine gönlü razı olmadı.

    Şu bay İskarpinoğlu, bu kadar beklediği yeter sanırım dedi.

    Sabrı taşan Kovalev:

    Peki, gelsin bakalım

    Uşak tumturaklı bir halle Akakiy Akakyiveviç adını anons etti.

    Kont Ruhnov:

    Ne tuhaf bir ad, herhalde takvimden arayıp bulmuşlar.

    Az sonra kısa boylu, yüzü çiçek bozuğu, kızılımsı, çipil gözlü, kafasının bir kısmı çıplak, iki yanağı kırışıklar içinde acınacak halde bir memur girdi içeri. Tir tir titriyordu. Ama bu kendini önemli kişiler önünde bulmasından değil soğuktan kaynaklanıyordu. Çünkü zavallı memur, bu kuzey ayazında her nedense incecik eski püskü bir üniformayla, sırtında palto olmadan çıkmıştı karşılarına. İliklerine kadar donduğu belliydi. Ama orada bulunanlar, onun bu durumuyla ilgilenmediler. Bu perişan

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1