Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Ay Taşı Tanrıçaları
Ay Taşı Tanrıçaları
Ay Taşı Tanrıçaları
Ebook405 pages3 hours

Ay Taşı Tanrıçaları

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

 "Acılarımı doya doya yaşamaktan yanayım. Ne bir ilâçla uyuşmak, ne de başkalarının tesellisine sığınmak isterim. Acının her hücreme işlemesine, kendini kabul ettirmesine izin veriyorum ve bir yerlere de kaçıp gitmiyorum. Çünkü acı içimizdedir, mekânda değil." "Başa çıkamayacağım kötü zamanları ölümcül hastalıklara benzetirim. Onların varlığını kabul etmemek, yadsımak çare değildir. Onlarla uzlaşmaya varırım ama teslim olmam. Enerjimi isyanla harcayacağıma, kabullendiğim bu davetsiz misafirlerin beni yok etmeden, ezmeden benimle yaşamasına izin verir ve geleceğe odaklanırım." "Keşkeleri tecrübe zenginliğine, endişeleri programlı olmaya yönlendirdiğimizde, bu iki negatif duyguyu da pozitife çevirmiş oluruz." "Sanal ortamda tanımadıklarımıza harcadığımız zamanı değerlendirebileceğimiz, gerçek hayatımızda gerçek insanlar, olaylar var. Zamanımızı çaldırmayalım. "Ay Taşı Tanrıçaları, yazarın, yaşam deneyimlerini kaleme aldığı kadınsal olayları içerse de her cinse ve her kesime hitap edebilecek yol gösterici bir kitap.
LanguageTürkçe
Release dateDec 14, 2023
ISBN9786258495577
Ay Taşı Tanrıçaları

Related to Ay Taşı Tanrıçaları

Related ebooks

Reviews for Ay Taşı Tanrıçaları

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Ay Taşı Tanrıçaları - Nermin Bezmen

    Ay Taşı Tanrıçaları

    DOĞAN KİTAP TARAFINDAN YAYIMLANAN DİĞER KİTAPLARI:

    https://www.dogankitap.com.tr/yazar/nermin-bezmen

    AY TAŞI TANRIÇALARI

    Yazan: Nermin Bezmen

    Editör: Necla Feroğlu

    Yayın hakları: © Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    Bu eserin bütün hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya

    tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.

    Dijital yayın tarihi: /Ekim 2021 / ISBN 978-625-8495-57-7

    Kapak tasarımı: Serçin Çabuk

    Kitap uygulama: Hülya Aktaş

    Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 3, Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL

    Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16

    www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr

    Ay Taşı Tanrıçaları

    Nermin Bezmen

    Ellerini, karının ve kızının saçlarından eksik etme oğul. Bil ki kadınlar açlıktan ölmez ama sevgisizlikten ölür.

    Hacı Bektaş Veli

    Varlık günlerini zarif bir tevazuyla yaşayıp zorlukları

    şikâyetsiz mücadeleyle göğüsleyen, sevecen ama güçlü,

    sabırlı ama kararlı, alçakgönüllü ama vakur duruşları,

    kimliklerine, aşklarına, ailelerine sahip çıkışlarıyla

    genlerimde iz bırakan ailemin geçmiş tüm kadınlarına

    ve bu özellikleri karakterime nakış gibi işleyen

    anneciğime adıyorum bu kitabımı.

    Yaşasın ay taşı tanrıçaları!

    Sevgili okurlarım,

    Bu bir yaşam koçluğu ya da birebir uygulamanız için tavsiye kitabı değil. Burada okuyacaklarınızın tamamı, benim yıllardır yaşam tarzım, felsefem, ilişkilerim, kişiliğim, tecrübelerim, süzdüklerim, seçimlerim... hâsılı hayatım ve karakterim üzerine, okurlarımdan gelen binlerce sorunun ışığında onlara cevabımdır. Her birine verdiğim cevapları bir araya getirip derlediğim bu kitap, sadece benim neyi, nasıl düşündüğüm, gördüğüm, yorumlayıp seçtiğim üzerine beni anlatan bilgilerdir. Beğenip hayatına almak isteyen olursa ne mutlu ama kimseye o veya bu şekilde ders veriyor değilim. Her birimiz kendi genlerimiz, karakter yapımız, dünya görüşümüz, yetiştirilme tarzımız, inançlarımız, eğitimimiz, çevremiz, cesaretimiz, hayâllerimiz zenginliğinde bir diğerinden farklıyız. Herkes hayatı kendi penceresinden gördüğünden, bir diğerinin gördüğünü, onun felsefesine inanıp adapte olmadan kendi manzarası içine alması çoğu zaman yamama bir tablo yaratır. Onun için bu paylaştıklarım kişiseldir ve ancak benim gözümden dünyaya nasıl bakıldığını ve yaşandığını anlatır. Kendi fikirlerim, inandıklarım, benimsediklerim ve kabullendiklerimdir. Nicedir sorduğunuz sorulara cevaplarımla özümü anlatımımdır.

    Nefes almakla, suyla, gıdayla başlayan insanî ihtiyaçlarımızın devamı olan güvenlik, özgüven, sevgi, saygı, aşk, aile, başarı, kendine ait ve sahip olabilmek, yaratıcılık, üretkenlik, duygularımız, aşk, sevgili olmak, evlilik, annelik, endişeler, korkular, ama’lar, keşke’ler, inanç, aile içi şiddet konularına ve daha birçok detaya bir kadın gözüyle bakışım ve yaşadıklarımla benden diğer kadınlara, genç kızlara cevaplarımdır bu kitap.

    Bir seneyi aştı ki, tüm dünyayı birden içine alan zor bir zaman diliminden geçmekteyiz. Âdeta topyekûn bir savaşın içindeyiz. Hepsinden farklı bir savaş bu. Kucaklaşmalar bitti, okşamalar, öpüşmeler bitti. Buluşmalar, beraber yas tutup gözyaşı dökmeler, beraber gülüşüp kutlamalar bitti. Sanki görünmeyen gardiyanlar tarafından gözaltına alınmış gibiyiz. Her an bizi sevdiklerimizden, sevdiklerimizi bizden ayırıp son nefese kadar buluşturmayabilirler. Yollar boşaldı; dükkânlar, çarşı-pazar, mağazalar, barlar, lokantalar boşaldı. Kapandı işyerleri. Kapandı hayatlar küçük hanelere. Umutlar kapandı, hayâller karardı. Hayatımızın o kadar olağan, tabii olan hareketleri, duyguları şimdi hepsi özlenerek beklenen umarım bir gün oldular. Sevdiklerimizle, eşimiz dostumuzla bir mekânda buluşup, kucaklaşıp, sarılıp merhabalaşmayı, birbirimizin gözünün içine bakarak, yüz ifadelerimizi izleyerek, yanağındaki yaşı, dudağındaki tebessümü görerek bir çay, kahve fincanında, bir kadeh içkide dostluk, sevgi pekiştirmeyi bekliyoruz. En fenası da neye inanacağımız ile inanmak istediğimiz arasında, doğru diye sunulanlar ile saklanan gerçekler, haklarımız ile bize dayatılanlar arasında kararsız, şaşkın kalakaldık.

    Ama... ama, her şeye rağmen bugünleri göğüsleyeceğiz ve aşacağız. En büyük güç yine bizde ve umut denilen görünmeyen savaşçı ortağımızda.

    Keyifle okuyun.

    Teşekkür

    Sevgili Gülgün Çarkoğlu liderliğinde Yayın Direktörümüz Cem Erciyes ve kitabın hazırlık-basım-tanıtım-pazarlama sürecinde emeği geçen tüm Doğan Kitap aileme teşekkürler!

    Gece-gündüz, hafta sonu-bayram demeden özveriyle çalışan sevgili editörüm Neclâ Feroğlu, eline, yüreğine sağlık!

    Sayfa mizanpajındaki emeği için Hülya Aktaş’a, kapak tasarımını gerçekleştiren Serçin Çabuk’a teşekkür ederim!

    Senelerdir yönlendirdikleri samimi sorularıyla kendimi biraz da olsa anlatmama fırsat veren sevgili okurlarım, her birinize teşekkürler!

    Ay Taşı Tanrıçaları

    Sahip olduğu değerleri, insanın özgüvenini artırır. Ama bunun için önce kişinin nasıl bir özelliğe sahip olduğunu bilmesi gerek. Biz kadınlar biyolojik olarak öylesine bir güce sahibiz ki bu, bana fiziksel olmanın ötesinde son derece mistik geliyor.

    Bu öyle bir özellik ki, kendi bedenlerimizdeki mucizenin yanı sıra biz bütün kadınları kardeş yapıyor. Bu olağanüstü özelliğin adı: Mitokondri. Hücrelerimizin enerjisini üreten ve ışık mikroskobunda görülen mucize. Erkekte de var ama kadındakini farklı yapan çocuğa geçmesi. Yani her birimiz yüz binlerce yıl öncesinde yaşamış büyük büyük annelerimizin mitokondrisiyle yaşam enerjimizi üretmeye devam ediyoruz. Büyük nineler, nineler, anneler ölüyor ama doğurdukları kız çocuklarında yaşamaya ve onlar vasıtasıyla ileri nesillerde de enerji yaratarak var olmaya devam ediyor. Sanki bitmeyen, sönmeyen bir olimpiyat meşalesi bu enerji. Anadan kıza, sonra onun kızından bir diğer yeni nesle bu varoluş ve devamlılık meşalesini taşıyıp duruyoruz; sessiz sedasız, derinden ama çok güçlü. Hep denir ya, Hiçbir şey ölmüyor, sadece enerji yer değiştiriyor diye, işte ona en güzel örnek. Ölümün, ölmenin acısını, hüznünü dahi azaltan bir gerçek.

    Evet, sevgili kadınlar, bu sebepten, insanın başlangıç noktasına dönersek bizler, aynı kadından, Havva Ana’dan gelen kız kardeşleriz diyebiliriz. Bugün dünyanın hangi coğrafyasında, hangi ırktan, hangi renkte, hangi din ve kültürde doğmuş ve yaşıyor olursak olalım fark etmez, çağlar boyunca insanlık çoğalırken bir diğerinden ayrılarak uzaklaşmış kız kardeşleriz. Bu kız kardeşlik öylesine büyük bir güç ki, bir buluşabilsek, hepimiz bir el ele tutuşabilsek bu dünyayı çok güzel, yaşanır bir yer yapabiliriz. Sadece doğurmak özelliğini taşıyan değil, aynı zamanda insan soyunu devam ettirmek için yaşam enerjisini de saklayıp kuşaktan kuşağa kız çocuklarımıza da aktaran gücüz biz kadınlar.

    Ayın hareketi doğurganlık dönemlerimizi düzenlerken mitokondrilerimiz hazır, yeni bir kız bebeğe taşınıp sürüp gitmek için heyecanla bekliyorlar.

    Bu sebepten Ay Taşı Tanrıçaları koydum bu kitabın adını.

    Tam da ben bu satırları noktalarken, dolunay sarı kızıl renklerle ağır, sakin ama iddialı, Kandilli üzerinden yükselmekte... Tepelerdeki çamları, servileri ışığıyla yıkıyor, Boğaziçi’nin yakamozları çırpınarak akıyor sularla. Düşünüyorum, şimdi kaç milyon evde, ben dahil, kaç milyon kadının, kızın bedeninde neler yaratıyor dolunay. Ne medcezirler yaşanıyor biyolojik âlemlerinde biz kadınların. Nelere hazırlanıyor hücreleri, mitokondrileri... Bir kez daha mucizeyle sarıldığımı hissediyorum. Sadece sarılmak değil, sırları çözmüş ama kendisi sır kalmış bir bilgenin milyonlarca yıldır sabırla, ilmek ilmek, ay ışığından iplik çekerek ördüğü bir örtüyle örtülmüşüm gibi sanki. Sade bir kadın olarak taçlandığımı hissediyorum.

    Doğursun doğurmasın, hücrelerinde ebedî yaşam enerjisini taşıyan kadınlarımıza, tüm ay taşı tanrıçalarına selam olsun!

    Nedir kadın olmak?

    Hem duygusal hem serseri ruhlu, hem coşkulu hem dingin, hem özgüvenli hem kırılgan, hem âşık hem özgür, hem sakin hem mücadeleci bir kadın olmayı nasıl başardığım üzerine çok soru geliyor. Bütün bu duruşum, özgüvenimden, kimliğimi bastıracak her şeye karşı tavırlı durmaktan, zorluklarda çareyi daha ziyade kendimde aramamdan ve böyle seçip yaşamaktan kuvvet alıyor. Kadın olmanın özelliğini, güzelliğini, kuvvetini keşfetmekten geliyor. Ama bir taraftan da hâlâ sorguluyorum, Nedir kadın olmak? diye.

    Bir fiil midir kadın olmak? Bir davranış mıdır? Bir duygu mudur? Bir kader midir? Bir heves midir? Bir algılayış mı, yoksa bir sunuş mudur? Bir kaçış mı, yoksa ateşe atlayış mıdır? Bir sunak mıdır, kucağında kurbanlar verilen, yoksa kurbanın kendisi midir, sunak taşına yatırılan? Dokunulamayan mıdır, yoksa yakılan, taşlanan mı? Özenilen midir, reddedilen mi? Aşkı uğruna savaşılan mıdır, yoksa aşka yasaklanan mı? Gücünden, doğurganlığından yüzlerce tanrıça yaratılan mıdır, yoksa ilâhî güçten aldığı ayrıcalığından dolayı cezalandırılan mı? Erkek dünyası gerçekten sever mi kadınlığı, yoksa içten içe kıskanır mı? Gücüne ihtiyacı olduğu için kadına tapınaklar mı inşa eder erkek, yoksa tensel zevklerinin ilacı olduğu için ona düşman mı kesilir?

    İnsanoğlu cinselliğini fark ettiği tarihten bu yana kadın ve buna bağlı olarak dişilik ve doğurganlık olgusuyla meşguldür. Kadın imajı; cazibesine, tenine ve doğurganlığına duyulan ihtiyaçlar doğrultusunda, dinsel, sosyal ve politik nice düzenlemenin de menşei veya kurbanı olmuştur.

    Erken devir insan kültürleri, erkeğin doğuma katkısı henüz bilinmediğinden, aylık kanamaları, çocuğun bu kanın pıhtılaşmasından dünyaya geldiği inancıyla, kadını tabiatüstü, mistik, mucizevî bir yere oturtmuştur.

    Hindu teorisine göre kadının rahmi, bu kanamanın yoğunlaşmasıyla canlıya şekil vermektedir.

    Daustenius’a göre (1348) rahimdeki meyve, uygun bir zamanda, ancak annenin kanıyla beslenip olgunlaşır.

    Güney Amerika Kızılderililerine göre tüm insanlık, ay kanamasından yaratılmıştır.

    Antik Mezopotamya kültüründe Tanrıça Ninhursag çamuru kendi ay kanıyla yoğurarak insanoğlunu yaratmıştır. Sümerlerin ana tanrıçası Ninhursag diğer kültürlerdeki adlarıyla; Antik Akad tanrıçası Mammetun veya Gılgamış Destanı’ndaki Büyük Aruru veya Potter, diğer kadınlara, çamurdan adamlar yapıp ay kanamalarıyla bezeyip yaratmayı öğretir. Kanlı çamur anlamına gelen Adamahtan yaratılanın adı Adam yani Âdemdir.

    Daha sonraki devirlerde ortaya çıkan semavî dinlerin yaradılış eksenlerinde de bu inançların izleri sürülebilir.

    Romalılar da, bu antik mitoloji olgusuna sahip çıkmışlardır. Yunanlı Plutarch, (MS. 66), insanın topraktan yaratıldığını ama Ayın gücüyle büyütüldüğünü söyler. O Ay ki, kadının kanamalarını düzenleyen güçtür.

    Erkeğin insan yaratmaktaki fonksiyonunu keşfetmesi zaman almıştır. Doğum yapmanın, ilâhîliğin tek göstergesi olduğu antikçağların mitolojisi, en yüksek tanrılık mertebelerini tanrıçalarla süslerken, vajinadan, rahimden ve üretmekten yoksun erkek tanrılarını da doğurganlık mucizesine sahip kılabilmek için onlara özel yaratıcılık unsurları kurgulamıştır.

    Antik Mısır’da Ra’nın rahiplerine göre tanrıları, ilk insanları ağzından doğurmuştur.

    Satapatha Brahmana’ya göre tanrı Prajapati’nin ağzından çıkmıştır yarattıkları. Ama öncelikle, daha üstün güç olan tanrıça Shava’ya adaklar adamak zorunda kalmıştır. Padmana Purana, Sukra ismindeki tanrının, Shiva’nın karnında yüz yıl yaşadıktan sonra penisinden doğduğunu söyler. Bu mitolojik öyküde de, Sukra zaten daha evvel de vardır ve tanrı Shiva onu yutarak kendini hamile bırakmıştır.

    Helenistik mitolojide tanrı Zeus kendisinden daha büyük olan tanrıça Athena’yı, kendi başından doğurmuştur. Fakat bunu, ancak, zaten Athena’ya hamile olan Metis’i yutarak başarmıştır. Zeus, Dionisos’u da kalçasından doğurmuştur. Ne var ki bu inanışta da esas anne, ay tanrıçası Selene’dir. Selene hamileyken Zeus onu öldürmek zorunda kalmış, ruhların yöneticisi olan Hermes, Selene’nin altı aylık fetüsünün rahminden alıp onu Zeus’un kalçasına dikmiştir.

    Antik Çin tanrısı Kun, korkunç bir sezaryenle, Hsia Hanedanı’nın kurucusu Yu’yu doğurmuştur.

    İskandinav tanrılarının en kurnaz ve en kötüsü olan Loki, bir kadının kâlbini yedikten sonra hamile kalarak Odin’i doğurmuştur. İnsanoğlunun, hayranlıkla yarattığı ve taptığı tanrıçalara rakip koşmak üzere doğum yaptırmaya çalıştığı tanrıların doğurganlıklarında, o veya bu şekilde, yine bir kadına ihtiyaç duymaları, aslında, salt antikçağların ve mitolojinin unsurları değil bence. Mitolojinin, masalsı bilinse de, aslında insanoğlunu sembollerle birebir anlatması adına, içinde gerçeklik yatan hikâyeler olduğuna inanırım. Ağzından, burnundan, penisinden, kalçasından doğurup kadına rakip olan tanrılar, kadınlığın ay dönemi kanamalarına ve cinsel yapısına özenle düzenlenen hadım etme seremonileri, erkek çocuklara kız elbiseleri giydirip takılar takarak yapılan sünnet törenleri, tarih boyunca erkeğin kadın gücüne sahip olmak arzusuyla takındığı tavırları sergilemiştir. Ancak bütün bu uğraş, erkeği yine de istediğince kadın yapamamış, kadın büyük yaratıcıyla olan o çok özel ilişkisini hep korumuş ve erkek, o veya bu şekilde, kadına hep ihtiyaç duymuştur. Belki de bu imkânsızlıktır ki antikçağlar boyunca kadını, erkeğin ve toplumun gözünde tanrıçalaştıran anlayış, zamanla onu cezalandırmaya başlamıştır. Hâtta tabiatın takvimini, doğurganlık gücünü ve yaratma düzenini elinde tutan kadına, kendi takviminin, doğurganlığının cezasını çektirme kararı vermiştir, erkek erkil toplum anlayışı. Kadın olmanın cezasını vermek üzere, yeni düzenlemeler geliştirmiştir. Çağlar boyu kutsal, yaratıcı kabul edilen kadının ay dönemi kanamaları pis addedilmiş, bu pisliği taşıdığından dolayı kadın, dinsel ve sosyal katılımlardan ırak tutulmuş, ilâhî gücün işareti olan doğurganlığını, kadının ağırlığınca altında ezileceği bir yükün sembolü haline getirmiş, antik dönemin bile kadının tamamen kendi tasarrufunda bıraktığı, çocuğunu kendi arzusuyla doğurmak hakkını elinden almıştır. Bu, halen daha yaşadığımız sosyal yaralardan biridir.

    Birçok duygu ve değer yargısı gibi insan ilişkileri de büyük bir çalkantıda dünyada. Genel anlamda bir şiddet artışı var. Medya, diziler, filmler, bilgisayar oyunları âdeta şiddeti körüklüyor ve normalleştiriyor. Bu görüntülerle büyüyen, akıl ve ruh sağlığı zaten tamam olmayan çok insanda saldırganlık için potansiyel oluşturuyor. Saldırganların kurbanı da daha ziyade, karşılarında fiziken daha güçsüz olan kadınlar ve çocuklar.

    Hal böyleyken, ülkemizde üstelik, maalesef, muhtelif kişilerin görevlerinin, titrlerinin gereğinin aksine suçlulardan yana anlayışlı, kurbanlardan yana suçlayıcı demeçleri, yorumları bu vahşi, sapık insanları rahatlatıyor, şiddet göreni, öldürüleni bir kez daha kurban ediyor. Kanunda olmasına rağmen cezalar her sudan sebeple indirim görüyor. Vicdanın, duyarlılığın azalması şiddeti çoğaltıyor.

    Bu dehşeti, cinayetleri aşk cinayeti diye seslendirmek ayrıca dehşet konusu. Şiddetin, cinayetin aşkla, sevgiyle hiçbir ilgisi olamaz. Sahip olmak arzusu ile aşk karıştırılıyor. Cinayetlere romantizm katmaya uğraşmasın kimse. Olmuyor! Kadının ruhu, düşleri, düşünceleri ve bedeni üzerinde hâkimiyet ve sahiplik kurmaktan vazgeçsinler. Kadın mal değil, bireydir. Kimseye zararı olmadığı müddetçe, her birey gibi kendisini istediği gibi ifade eder, istediği gibi taşır. Kanun koyucular, uygulayıcılar, yöneticiler artık canilerden yana olmadıklarına dair kesin söylemlerle ve uygulamalarla ortaya çıkmalıdırlar. Yoksa alenen bu sapıklara ve katillere meydanı açmakta ve bütün bu suçların ortağı olmaktalar. Duyarsız ve vurdumduymaz kalan herkes için de bu geçerli... diyordum ki, ben bu kitabın son satırlarını yazarken, İstanbul Sözleşmesi feshedildi mesajı düştü sosyal medyaya. Bir kez daha kızgınlık ve hırsla doldum. İstanbul Sözleşmesi’nin feshi, kadına karşı şiddeti, cinayeti savunmak, canileri, sapıkları koruma altına almaktır. 2021 yılında hangi medeni, vicdanlı, ahlaklı kafa yapısı böyle bir feshe yanaşabilir? Ama yaptılar işte, feshettiler. Kadını sapığın, manyağın, canilerin eline bıraktılar ve bu tefessüh etmiş kafalara bundan sonrası için garanti verdiler ki, onlar istediklerini yapmaya devam etsinler...

    Ben, bu rezil, ahlâk ve vicdan dışı, insaniyet dışı, utanç verici kararı kınıyorum ve bunun mücadelecisi olacağım.

    Kızgınlık, hırs içinde diyorum ki, KADIN’ları sevmiyor ülkemizi yönetenler. Kadınlardan nefret ediyorlar. Kadınları susturmaya, ezmeye, aşağılamaya, kimliklerini, seslerini hepten yok etmeye uğraşıyorlar. Koydukları kurallar, uygulamadıkları adalet ve bastırdıkları yaptırımlarla şöyle diyorlar aslında: Kadın! Sen erkeğe ve onun iki dudağı arasındaki kelâma mahkûmsun. Onun dışında, kendi başına her attığın adımda, her seçiminde, her sokağa çıkışında, bizim sana uygun gördüğümüzün dışında her giydiğinden, her dediğinden, her yaptığından dolayı şiddet görmen, öldürülmen için biz uğraşacağız. Bizim istediğimiz gibi yaşamazsan bizim istediğimiz gibi ölürsün!

    Şimdi, kadın hakları için verdiğimiz her kavga, çıkardığımız her ses çok daha önemli bir hale geldi. Zira artık sadece sokaklardaki sapıklara, manyaklara değil, kadın düşmanı olan bir koca sisteme karşı davamızı yürütmek zorundayız. Yazıklar olsun, ayıplar olsun bize bunu yaşatanlara!

    Benim için kadın hakları, insan haklarından ayrılan bir konu değil. Aynı şekilde çocuk hakları da. İnsan haklarının anlaşılmadığı ve benimsenmediği toplumlarda kadın haklarından da, çocuk haklarından da bahsedemeyiz. Hâtta bu, hayvan haklarından, şayet çevrecilikte doğa hakları diyebilirsek onlardan da yoksunluğu beraberinde getirir.

    Cinsiyet, ırk, kültür, gelenek-görenek, din, politik görüş, oy, karın doyurma kaygısı... Bunların hiçbiri bireyin doğal ve kutsal haklarından daha önemli ve kuvvetli olamaz. Biz kadınlar, toplumlarımızın geleceğini inşa eden gücüz. İnsanoğlunun nesillerine şekil verecek güç bizde. Ancak oralarda bir yerlerde ruhsal ve/veya fiziksel şiddet gören, ezilen, tacize, tecavüze uğrayan, aşağılanan, yok sayılan, alınıp satılan kadınlar oldukça, biz, kişisel olarak ne kadar güçlü olursak olalım, bir bütün olarak kesinlikle güçlü değiliz. Bu kısırdöngüleri, tutsaklığı, ezikliği yaşamayan ve/veya aşmış kadınlar muhakkak bir yolunu bulup, bir fırsat yakalayıp diğerlerinin de onurlu, haklarının bilincinde ve kendisine ait bireyler olmaları için onlara el uzatmalı.

    Kız çocuklarımıza kendilerini sevmelerini ve saymalarını öğretelim. Şunu çok iyi bilmeliler ki bedenleri, kâlpleri, ruhları, hayâlleri, düşleri kendilerine aittir. Oğullarımızı da bu bilgiyle beslemeliyiz ki onlar da bir başkasının kızına arkadaş, sevgili, eş ve bir kız çocuğu babası olduklarında ona da aynı saygıyı gösteren onurlu erkekler olsunlar.

    Evet, kızlarımıza cesur olmayı öğretmeliyiz ama cesaret eğitim ve özgüvenle beraber pekişir. Baskıcı, tutucu kafalar, toplumlar kadında bu özelliklerin hiçbirini sevmezler bu sebepten. Çünkü eğitimli bir kafa baskıyı, aşağılanmayı, ezilmeyi kabul etmez. Eğitimli insan sorgular, karşılaştırır, araştırır, fikir oluşturur, ifade etmekten çekinmez ve asla ve asla esir edilemez.

    Kız çocuklarımıza, çocukluğunu kaçırmış, yaşayamamış genç kızlarımıza, genç kadın olmanın değerinden yoksun kalmış kadınlarımıza, dişi cinsiyetinin anlamını, değerini, erkekten farklı olan yönlerimizin neden farklı olduğunu, bu farklılıkların aslında hem bir kadın olarak, hem de erkeği bütünlemek üzere ne kadar büyük bir zenginlik ve gururlandırıcı meziyetler içerdiğini anlatmalıyız.

    Kadın, önce kadın olmayı, kadın olmanın bedeninde, ruhsal dünyasında, mücadele gücünde yarattığı gücü ve sebeplerini anlamalı. Kadınlığın fizikî farklılığının getirdiği sebeplerle erkekten ayrı düşmesi gereğine değil, tam aksine her iki cinsin de en baştan beri programlanmış olduğu ve medeniyetler seviyesi ne olursa olsun, yazılımı iptâl olmayacak genetik özellikleri dolayısıyla birbirine nazaran ne daha az, ne daha fazla olmadığına inanması gerek.

    Güzel, sıhhatli, huzurlu bir dünya yaratmak için güçlü, eğitimli, bağımsız, şefkatli kadınların birliğine her zamankinden fazla ihtiyacımız var. Fakat aynı zamanda bu kadınları desteklemeleri için aynı kalitelere sahip erkeklere de ihtiyacımız var. Hazır yeri gelmişken, kadınlığın insanı insan yapan kutsallığın önemli bir yarısı olduğuna inanan, böyle yaşayan ve yaşayabilmek için mücadele veren kadınları ve bu kadınları sevip sayan, anlayan, değer veren; onları yücelterek yaşamlarını paylaşan erkekleri kutluyorum.

    Ailemin kadınları

    Bana en çok sorulan sorulardan biri, hem bu kadar sakin, bu kadar huzurlu kalıp aynı zamanda nasıl bu kadar mücadeleci olabildiğim. Evet, her ne kadar sırça köşkte oturanlardan biri olarak bilinsem de hayat çok mücadele konusu çıkardı karşıma. Pes etmeyip, zorluklarımla karşılaşmayı ve yenmeyi aklıma koyduğum için her bir kavgamdan daha da güçlü çıktım. Ancak genlerimde var olan mücadeleci kadın ruhunu da hiç yadsıyamam. Bu sayfalarda kendimle ilgili tariflerini yaptığım tavırlarımda, hayat felsefesinde ninelerimden bana geçmiş olan kadınsal / bireysel güç bilgisine de şahit olacaksınız.

    Anneannemin anneannesi Ayşe Ninem, Silistre’de amcası Hacı Yahya Paşa’nın konağında kocası ve çocuklarıyla rahat bir hayat sürerken Bulgar işgâlinin ardından kaçmak zorunda kalmış. Silahını kuşanmış Ayşe Nine, günlerce kocası, iki oğlu ve küçük kızıyla at sürmüş. Kurtlarla, eşkıyalarla mücadele verdikleri, karlı dağ, orman ve geçitlerden geçip İstanbaul’a vâsıl olmuşlar. Osmanlı Hükümeti tarafından Çiftesaraylar Caddesi’nde Kırım, Kafkas, Balkan göçmenlerine ayrılan Mengene Bölgesi’ne yerleştirilmişler. Yeni ülkelerinde hayata sıfırdan başlamışlar. Ayşe Nine, evlerinde söz sahibi, el üstünde tutuluyor kocası tarafından ve kocasının yanında hayat mücadelesinde yerini almış. Bir daha imkânları olmamış, bir zamanlar giydiği gibi dantelli, ipekli elbiseler giymeye, piyano çalmaya ama kimseye el avuç açmadan ailesini ayakta tutmayı da başarmış.

    Mengene’ye geldiklerinde henüz beş yaşında olan Emine Ninem ise orada büyümüş. Genç kızlığa erdiğinde dillere destan güzelliği Mengene’nin dışına, Cağaloğlu’nun konaklarına kadar gitmiş ve kendisini bir paşa oğluna istemişler. Fransa’da yüksek tahsil yapmış, yakışıklı, çapkın, şımarık delikanlı da vurulmuş uzaktan gördüğü Emine’nin zarif, alımlı güzelliğine. Evlenmişler. Gerdek gecesi hüsran olmuş genç kıza. Kocasıyla yaşadığı, fizikî hoyratlıkla, hırpalamayla tecavüze dönüşen ilişki, dünyasını karartmış. Ne var ki anne ve babası hiç, Elâlem ne der?, Bir haftada kız eve dönerse ne olur? gibilerinden endişelere yer vermemişler, kızlarını bağırlarına basmış, paşa konağından alıp Mengene’ye geri getirmişler. Ardından da boşanma davası açmışlar. Mahkemede kadınların kendilerini konuşmak zorunda kalmadan ifade edebilmesine imkân veren bir hareketle kadıya derdini anlatması mümkün olmuş. Ayakkabısını çıkarıp masaya ters olarak bırakmış. Bu, Ters ilişkiden şikâyetçiyim anlamına geliyormuş ve tek celsede boşanmış. Bu kötü deneyimden bir müddet sonra, Mengene’ye yeni gelen, karısı ölmüş, iki çocuklu, yakışıklı bir Kırım delikanlısı Hasan’la birbirlerine vurulmuşlar ve Kırım kaytarmaları, Kafkas danslarıyla şenlenen bir düğünle Mengene Meydanı’nda evlenmişler.

    Emine Nine iki üvey evlâdını bağrına basıp kendisi de üç kız, bir erkek çocuğu doğurmuş. Bu mutlu, sevgi dolu yuva

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1