Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Yüzbaşının Kızı
Yüzbaşının Kızı
Yüzbaşının Kızı
Ebook176 pages2 hours

Yüzbaşının Kızı

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

"Çünkü yaflayanlar bilir. Aşk ve gurur hep yan yanadır gerçek hayatta."
— Kemal Varol
Çarlık Rusyası'nda genç PyotrGrinyov askerliğini yapmak üzere Orenburg Kalesi'ne doğru yolakoyulduğunda, karşısına savaşın, aşkın, ihanetin ve şövalyece duyguların çıkacağından habersizdi. Zaten bütün bunları, bir kahramana Rus edebiyatının kurucusu Puşkin'in Rus Ruhu'yla yoğurduğu olağanüstü romanı yaşatabilirdi.
LanguageTürkçe
Release dateJun 13, 2023
ISBN9786050962987
Yüzbaşının Kızı

Related to Yüzbaşının Kızı

Related ebooks

Reviews for Yüzbaşının Kızı

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Yüzbaşının Kızı - Alexandr Puşkin

    Yüzbaşının Kızı

    DOĞAN KİTAP TARAFINDAN YAYIMLANAN DİĞER KİTAPLARI:

    https://www.dogankitap.com.tr/yazar/aleksandr-puskin

    Yüzbaşının Kızı

    Aleksandr Sergeyeviç Puşkin

    Orijinal adı: Kapitanskaya Dochka

    Rusça aslından çeviren: Günay Çetao Kızılırmak

    Yayına hazırlayan: Aslı Güneş

    Türkçe yayın hakları: © Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    Dijital yayın tarihi: /Şubat 2021 / ISBN 978-605-09-6298-7

    Kitap ve kapak tasarımı: Geray Gençer

    Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. AŞ

    19 Mayıs Cad. Golden Plaza No 3, Kat 10, 34360 Şişli - İstanbul

    Tel: (212) 373 77 00 Faks: (212) 355 83 16

    www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr

    Yüzbaşının Kızı

    Aleksandr Sergeyeviç Puşkin

    Çeviren:

    Günay Çetao Kızılırmak

    Aşk ve gurur

    Kemal Varol

    Rus klasiklerinin asla bir romandan ibaret olmadığı, her zaman daha fazlasını barındırdığı öteden beri bilinir. Ucu her zaman toplumsal çalkantılara uzanan, tarihsel sorunlar yumağıyla harmanlanmış, bitmek bilmeyen uzun savaşlara, isyanlara odaklanmış; sert kışlar, karlı ovalar, uzun stepler boyunca Rus toplumunun gündelik meseleleri ve onun hayatından kesitler sunduğu da bilinir bu romanların. Atlar, kılıçlar, toplar, yorgun atlara koşulan arabalar, sınır boylarındaki ıssız kaleler, bir türlü bitmek bilmeyen para hesapları, su gibi akan içkiler, kumar masaları; sürgünler, idamlar, hapisler; aşklar, soğuklar ve eskimiş paltolar demektir Rus klasikleri biraz da. Gogol’ün paltosundan çıkan kitaplar olduğunu hatırlatırcasına hem de...

    Gogol’ün kimi yapıtlarına da ilham veren Aleksandr Puşkin’in 1773 yılında yazdığı son düzyazı eseri olan Yüzbaşının Kızı’nda 18. yüzyıl Rusya’sına dair yukarıdaki vurguların tamamına rastlamak mümkün. Yüzbaşının Kızı’nda, henüz on yedi yaşındayken, eski bir asker olan babasının isteği üzerine orduya yazılan ve ülkenin sınır boylarındaki isyanı bastırmak üzere eğitimsiz bir halde bir sınır karakoluna gönderilen Pyotr Andreyiç’in hikâyesi üzerinden hayli etkili bir roman kaleme alır Puşkin. Daha romanın başında tesadüfen karşısına çıkan bir köylü sayesinde tüm hayatı değişen, kürkünü (paltosunu mu yoksa?) verdiği bu köylü yüzünden hayatı bir tesadüfler silsilesine dönüşen genç Pyotr Andreyiç’in, ülkesi ve aşkı arasındaki ikilemini konu edinen Yüzbaşının Kızı, bir yanıyla şahsi bir hikâye anlatır gibi görünürken aslında hem döneme hem de dönemin Çarlık Rusya’sındaki toplumsal düzene de ışık tutar.

    Her ne kadar romantik yazarlara özgü bir tesadüfler zinciriyle birbirine bağlansa da, bu romanı asıl etkili kılan husus, Puşkin’in gerek dönemin gerekse de askerlerin olduğu kadar isyancıların dünyasını da aynı yetkinlikle sunabilmesinde yatar. Dahası Puşkin, kolaylıkla bir savaş romanına dönüşebilecek bu eseri benzersiz bir aşk hikâyesine dönüştürür. Gittiği sınır karakolunun komutanının kızına âşık olan Andreyiç’in, devleti ve babasından ona yadigâr kalan orduyu aşkına tercih etmesini ele alan Puşkin hem aşkı hem de savaşı eşine ender rastlanır bir yetkinlikle kaleme alır.

    Ancak yine de Puşkin’in asıl derdi yalnızca tarihsel bir mesele anlatmak değildir bu romanda. Her ne kadar romantik yazarlara özgü bir tesadüfler zinciriyle birbirine bağlansa da romanı asıl etkili kılan, Puşkin’in gerek dönemin gerekse de askerlerin ve isyancıların dünyasını da aynı yetkinlikle sunabilmesinde yatar.

    Dönemin diğer yapıtlarında sıkça rastladığımıza benzer halk türkülerinden epigraflarla açılan Yüzbaşının Kızı, dramatik ve sürükleyici kurgusuyla dikkat çeker. Henüz on yedi yaşındaki genç bir askerin, vatan ve ideallerinden kısa sürede aşka uzanan hayat çizgisini, geride durmadan süren etkileyici bir isyan hikâyesiyle süsler yazar. Konusunu, 18. yüzyılda yaşanan Pugaçov Ayaklanması’ndan alan Yüzbaşının Kızı, benzer savaş romanlarının aksine meselesine tek yanlı değil, bütün kahramanlarına neredeyse eşit mesafede yaklaşarak ortaya hayli etkileyici bir romanın çıkmasına sebep olur. İsyanın lideri Pugaçov’u bile anlayışla karşılayabileceğimiz, hemen hemen bütün roman kahramanlarına hak vereceğimiz bir sınır çizer Puşkin. Mutlak kötü namına tek bir karakter vardır romanda. Marya İvanovya’yı kahramanın elinden almak için durmadan askerlerle isyancılar arasında saf değiştiren, kahramanın genç kızın uğruna düelloya tutuştuğu Şvabrin. Ama Şvabrin bile bütün hile ve kötülüklerini aşk uğruna yapar ve böylece yazar hem askerlerin hem de isyancıların durumunu hayli etkileyici bir ara bölge çizip bütün kahramanlara eşit mesafede durarak oluşturur romanını. Öyle ki, yan karakterlerin bile bu denli ayrıntılı çizdiği başka bir roman bulmak güçtür.

    Bir yandan bu kahramanlar aracılığıyla dönemin Çarlık Rusya’sının bozulan toplumsal yapısını gösterme imkânı bulur yazar hem de bu toplumsal yapının etkisindeki insanın ruhsal karmaşasını sunma fırsatı yakalar. Vatan sevgisi ile yoksulluk, ölüm ile aşk, gururla yenilgi iç içe geçer romanda. Puşkin’in asıl başarısı da bu ikili çelişkileri aynı anda verebilmesinde yatar. Nihayetinde de aşkı uğruna vatanını, koca bir orduyu ve ailesini karşısına alan, bu uğurda idamla yargılanmayı, sürgünü göze alan hayli etkili bir kahraman yaratır. Üstelik kahramanının hikâyesini anlatırken 18. yüzyıl Çarlık Rusya’sının hayli gerçek bir panoramasını vererek yapar bunu.

    Yine de eksik bir yan var bu hikâyede. Kahramanlarının dünyasını bunca yetkinlikle çizebilen bir yazarın kendisini bu hazin hikâyeden soyutlamış olması düşünülemez. Çünkü bilinir: Bazı yazarlar yapıtlarında kendi ölümlerini de çağırır. Her ne kadar tarihsel bir aşk romanı olarak nitelendirilebilirse de, romantizmden realizme doğru hareket eden bir roman olarak da öne çıkan Yüzbaşının Kızı, Puşkin’in yaşamına dolaylı bir etkide bulunur.

    Çünkü yaşayanlar bilir. Aşk ve gurur hep yan yanadır gerçek hayatta. Puşkin’in roman kahramanı Pyotr Andreyiç aşkı uğruna ölümü göze alırken yazarın kendisi de gerçek yaşamda aynı eylemi göze alır. Hem de genç kahramanının yaşadığına benzer bir aşk uğruna, bir düelloda yitirir yaşamını. Geriye iki hazin aşk hikâyesi kalır. Hem hayatta hem edebiyatta.

    Onurunu gençken koru

    Atasözü

    I

    Muhafız kıtası çavuşu

    Hemen yarın muhafız kıtasında yüzbaşı olurdu.

    Lüzumu yok; girsin askerlik yapsın orduda.

    "Doğru söze ne denir! Hem öğrenir

    dünyanın kaç bucak olduğunu da."

    ...

    Babası kimmiş?

    Knyajnin¹

    Babam Andrey Petroviç Grinyov gençliğinde Kont Münnich’in emrinde görev yapmış ve 17. yılında kıdemli binbaşı rütbesiyle ordudan emekli olmuş. O zaman bu zamandır Simbirsk Köyü’ndeki topraklarında yaşamış ve yine oralı varlıksız fakat soylu ailelerinden birinin kızı olan Avdotya Vasilyevna Y. ile evlenmiş. Biz aslında dokuz kardeşmişiz. Kız ve erkek kardeşlerimin hepsi bebekken ölmüşler.

    Bana gelince, daha anamın karnındayken yakın akrabalarımızdan muhafız kıtası binbaşısı B.’nin iyilikseverliği sayesinde Semyonovski Alayı’na çavuş yazdırılmışım.² Eğer annem beklenmedik şekilde bir kız dünyaya getirseymiş, babam dünyaya gelmemiş çavuşun ölümünü gerekli yerlere bildirecek, konu da böylece kapanacakmış. Öğrenimimi bitirene kadar izinli sayıldım. O zamanın eğitim anlayışı şimdikinden çok farklıydı. Beş yaşına bastığımda, aslında seyisimiz olan Savelyiç’e teslim edildim. Savelyiç lalalığa ayık gezdiği için getirilmişti. Onun gözetimi altında on iki yaşımda Rusça okuma yazmayı öğrenmiş, bir tazının nitelikleri üzerine gayet güzel sohbet edebilecek hale gelmiştim. O günlerde babam Moskova’dan yıllık şarap ve zeytinyağı stokuyla birlikte benim için Mösyö Beauprés adında bir Fransız getirtti. Yeni öğretmenin gelişi Savelyiç’in hiç hoşuna gitmedi. Tanrıya şükür çocuk temiz pak, saçı başı taranmış, karnı tok. Kendi adamımız azmış gibi, bir sürü para döküp mösyö tutmak şart mıydı!

    Beauprés memleketindeyken berbermiş, Prusya’da askerlik yapmış, sonra da her ne kadar bu kelimenin anlamını pek bilmese de pour être outchitel³ Rusya’ya gelmiş. İyi bir genç olan Beauprés ne yazık ki çok düşüncesiz ve derbederdi. En büyük kusuruysa kadınlara olan zaafıydı; onlardan günlerce acısını unutmadığı tokatlar yediği olurdu sık sık. Üstelik (kendi deyimiyle) şişe düşmanı sayılmazdı, yani (Rusçasını söylemek gerekirse) kafa çekmeye bayılırdı. Fakat bizde şarap yalnızca akşam yemeğinden sonra, o da yalnızca bir kadeh verildiğinden, (üstelik öğretmeni sık sık atlarlardı) benim Beauprés kısa zamanda Rus likörüne alıştı, hatta kendi ülkesinin şaraplarına göre mide için kesinlikle çok daha faydalı olduğunu söylediği bu içkiyi özellikle tercih eder oldu. Onunla hemen arkadaş olduk ve her ne kadar anlaşmaya göre Fransızca, Almanca ve tüm bilimleri öğretmesi kararlaştırılmışsa da, benden bir an önce çat pat Rusça öğrenmek daha çok işine geldi. Sonra da herkes kendi işine baktı. Çok iyi anlaşmıştık. Bundan daha iyi bir eğitmeni hayal bile edemezdim. Ne var ki günün birinde kader bizi ayırdı. Bakın bu iş nasıl oldu:

    Şişko ve çiçek bozuğu suratlı çamaşırcı Palaşka ve tek gözü görmeyen sığırtmaç kız Akulka anlaşmışlar, aynı gün içinde annemin ayaklarına kapandılar, gözyaşları içinde yüz kızartıcı zaaflarını itiraf ettikten sonra toyluklarından faydalanıp onları kandıran mösyöden şikâyetçi olmuşlar. Bu gibi konularda hiç şakası olmayan annem mösyönün ettiklerini hemen babama anlattı. Babam mösyönün hesabını çabuk gördü. Düzenbaz Fransız’ı odasına çağırttı. O sırada benimle birlikte derste olduğunu söylemişler. Babam doğruca odama geldi. Bu sırada Beauprés yatakta mışıl mışıl uyukluyordu. Bense kendi işimle meşguldüm. Derslerim için Moskova’dan bir coğrafya haritası getirtilmişti. Duvarda hiçbir işe yaramadan asılı duran bu harita, kâğıdının kalitesi ve genişliğiyle epeyden beri aklımı çeliyordu. Bu haritadan bir uçurtma yapmaya karar vermiş, Beauprés’nin uyumasından yararlanarak işe koyulmuştum. Tam da ben Ümit Burnu’nun bulunduğu yere liften bir kuyruk takarken babam içeri girdi. Böylece coğrafya çalışmalarıma şahit olan babam kulağımı çekti; sonra Beauprés’nin yanına koştu, adamcağızı gayet özensizce uyandırdı ve sitemler yağdırmaya koyuldu. Telaş içindeki Beauprés doğrulmaya çalışıyor ama beceremiyordu: Zavallı Fransız körkütük sarhoştu. Aklın yolu birdi. Babam onu yakasından tuttuğu gibi yataktan kaldırıp dışarı attı ve aynı gün Savelyiç’i tarif edilmez bir mutluluğa boğarak çiftlikten kovdu. Benim eğitimim de böylece sona ermiş oldu.

    Taşrada yaşayan tüm genç soylular gibi güvercin avlayarak, uşakların çocuklarıyla birdirbir oynayarak on altı yaşıma geldim. Kaderimin değiştiği yıl o yıldır.

    Bir sonbahar günüydü; annem oturma odasında ballı reçel kaynatıyor, ben de ağzım sulanarak kabaran köpükleri izliyordum. Babam pencere kenarına oturmuş, her yıl getirttiği Saray Takvimi’ni okuyordu. Bu kitabın onun üzerindeki etkisi büyüktü: Her okuyuşunda fevkalade heyecanlanır, sinirleri fena halde bozulurdu. Babamın huyunu suyunu ezbere bilen annem uğursuz kitabı mümkün olduğunca gözden uzak bir köşeye sokuşturmaya çalışır, böylece Saray Takvimi bazen aylarca babamın gözünün önünden uzaklaştırılmış olurdu. Buna karşılık babam kitabı tesadüfen buluverirse saatler boyunca elinden düşürmezdi. Diyeceğim, babam Saray Takvimi’ni okuyor, ara sıra omuzlarını silkiyor, belli belirsiz mırıldanıyordu: General – teğmen!.. Benim bölüğümdeyken çavuştu!.. Her iki Rusya nişanını da almış!.. Oysa daha dün birlikte... Sonunda babam takvimi divanın üstüne fırlattı, düşüncelere gömüldü ki bu hiç de hayra yorulacak şey değildi.

    Birden anneme döndü, Avdotya Vasilyevna, Petruşa şimdi kaç yaşında? diye sordu.

    On yedi yaşına yeni bastı! diye yanıtladı annem. Petruşa, tam Nastasya Gerasimovna teyzenin gözüne perde indiği yıl doğmuştu; o yıl...

    Tamam o zaman diye kesti babam sözünü,

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1