Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Babalar ve Oğullar
Babalar ve Oğullar
Babalar ve Oğullar
Ebook281 pages4 hours

Babalar ve Oğullar

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

"Turgenyev, Babalar ve Oğullar'da baba-oğul fotoğraflarının en sarsıcılarından birini çekmeyi başarmış." — Yekta Kopan
Kuşaklararası çatışmanın, nihilizmin en güzel anlatımıdır Babalar ve Oğullar. Nihilist Bazarov, Rus taşrasına gittiğinde yeni ile eski, kent ile taşra, aristokrasi ile kent aydını arasındaki tüm ayrımlar, çatışmalar gün yüzüne çıkacaktır. Turgenyev'den eskiyi önüne katıp götüren yeninin öyküsü…
LanguageTürkçe
Release dateJun 14, 2023
ISBN9786050964288
Babalar ve Oğullar

Related to Babalar ve Oğullar

Related ebooks

Reviews for Babalar ve Oğullar

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Babalar ve Oğullar - Ivan Sergeyeviç Turgenyev

    Babalar ve Oğullar

    DOĞAN KİTAP TARAFINDAN YAYIMLANAN DİĞER KİTAPLARI:

    https://www.dogankitap.com.tr/yazar/ivan-turgenyev

    Babalar ve Oğullar

    İvan Sergeyeviç Turgenyev

    Orijinal adı: Ottsı i Deti

    Rusça aslından çeviren: Günay Çetao Kızılırmak

    Yayına hazırlayan: Neclâ Feroğlu

    Türkçe yayın hakları: © Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    Dijital yayın tarihi: /Şubat 2021 / ISBN 978-605-09-6428-8

    Kitap ve kapak tasarımı: Geray Gençer

    Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. AŞ

    19 Mayıs Cad. Golden Plaza No 1, Kat 10, 34360 Şişli - İstanbul

    Tel: (212) 373 77 00 Faks: (212) 355 83 16

    www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr

    Babalar ve Oğullar

    İvan Sergeyeviç

    Turgenyev

    Çeviren:

    Günay Çetao Kızılırmak

    Vissarion Grigoryeviç Belinski’nin

    anısına adanmıştır.

    Önsözleri atlayınız...

    Yekta Kopan

    1

    Önsözler tehlikelidir.

    Has kitap okurlarının hem ilgiyle hem mesafeyle yaklaştığı bu metinler, kaleme alanın birkaç sayfa boyunca süren kendini gösterme çabasıyla sınırlı kalır çoğu zaman. Tam tersi de vardır dünya edebiyat tarihinde; ünü eseri geçmiş önsözler/sonsözler baş tacı yapılmıştır.

    Babalar ve Oğullar’ın bu yeni baskısı için kısa bir giriş yazmam istendiğinde, o tehlikenin soğuk nefesini ensemde hissettim haliyle. Ama bir yandan da, lise öğrencisiyken okuduğum bu klasiğin rüzgârına bir uçurtma bırakma mutluluğundan da geri durmak istemedim.

    Turgenyev’in en bilinen eseriyle ve onun nihilizmin simgesine dönüşmüş karakteri Bazarov ile tanıştığım yıl, iki önemli karakter daha girmişti hayatıma, Lermontov’un Zamanımızın Bir Kahramanı romanıyla Peçorin ve Dostoyeveski’nin Budala’sıyla Prens Mişkin. Bu üç karakter içinde ilgimi en az çeken Yevgeniy Vasilyiç Bazarov olmuştu açıkçası. Turgenyev’in romanında Arkadi Nikolayeviç Kirsanov ve Pavel Petroviç Kirsanov ile daha fazla ilgilenmiştim. Ama bütün mesafeme karşın Bazarov’un beni bir şeyler düşünmeye davet ettiğinin de farkındaydım. Bütün o nihilist tavrının arkasında ne vardı? Her tür otoriteyi, inançları ve geleneksel değerleri Rus toplumunun yüreğinden söküp atmak isteyen bu genç adamın itici gücü neydi? Rusya parçalanırken gelen ayak seslerini Bazarov’un hangi cümlelerinde bulabilirdim? Daha pek çok soru dönmeye başlamıştı zihnimde?

    Bu satırları, yıllar sonra kaleme alınmış bir özür yazısı olarak okuyabilirsiniz. Çünkü Friedrich Nietzsche’den Albert Camus’ye kadar birçok isimle tanışmama neden olan dürtü, Bazarov’u anlama çabamdı.

    2

    Önsözler yoldan çıkarır.

    Has okur, bir kitabı eline aldığında –belki arka kapağı okuduktan, belki de birkaç sayfa ilerledikten sonra– bir yol haritası belirler kendine. Her okurun haritası farklıdır, okumanın güzelliği de buradan gelir. Ama önsözler, kimi zaman, o haritaların farklılıklarını ortadan kaldırır. Ara yolları görünmez kılar, ana caddelere fazlaca ışık düşürür.

    Yıllar önce Babalar ve Oğullar’ı ilk okuduğumda şu bölümün altını çizmiş ve günlerce bu satırları düşünmüştüm.

    Pavel Petroviç, bıyıklarıyla oynadı. Peki ya Bazarov’un kendisi neyin nesidir? diye sordu kelimeleri teker teker vurgulayarak.

    Bazarov mu neyin nesidir? Arkadiy güldü. "Neyin nesidir, söylememi ister misiniz, amcacığım?

    Lütfen, sevgili yeğenim.

    O, nihilisttir.

    Nasıl? diye sordu Nikolay Petroviç. Pavel Petroviç ise ucunda yağ parçası bulunan bıçağını havaya kaldırdı ve kıpırtısız kaldı.

    O, nihilisttir diye tekrarladı Arkadiy.

    Nihilist dedi Nikolay Petroviç. Latince nihil yani hiçbir şey’den geliyor anladığım kadarıyla; demek ki bu söz... hiçbir şeyi tanımayan insanı anlatıyor?

    Hiçbir şeye saygı duymayan demeliydin diye araya girdi Pavel Petroviç ve tekrar ekmeğe yağ sürmeye koyuldu.

    Her şeye eleştirel açıdan bakan dedi Arkadiy.

    Fark eder mi? diye sordu Pavel Petroviç.

    Evet, fark eder. Nihilist, hiçbir otorite karşısında eğilmeyen, ne kadar saygın olursa olsun hiçbir prensibe inanmayan kişidir.

    Ve bu iyi bir şey, öyle mi? diye kesti Pavel Petroviç yeğeninin sözünü.

    Kişiden kişiye değişir, amcacığım. Kimi insan için iyidir, kimisi içinse çok kötü.

    Bazarov’un hiçbir şeyi tanımayan hali genç bir okur için ilgi çekiciydi elbet. Çıkacağım bütün yolculuklarda, geçmişin prensipleriyle mücadele etme arzusuyla yanıp tutuşuyordum ne de olsa. Ama yıllar sonra, şimdiki aklımla biliyorum ki, Babalar ve Oğullar’ı sadece bu bölümün izinde okumak ve nihilist Bazarov’un büyüsüne kapılmak yetersiz olacak. Bu bölüme fazlaca ışık düşüren bir önsöz, okurun kendi yol haritasını çizmesine engel olacak.

    Biliyorum ki, geçmişimden kopup gelen bir bölümün ışığına kapılmayacaktır iyi okurlar. İyi bir önsöz, kitap başlar başlamaz kendini unutturabilen önsözdür belki de.

    3

    Önsözler kabuk değiştirir.

    Genç bir okurun zihninde, şu koca dünyayla hesaplaşabilmenin umutlarından biri olan bir kitap, yıllar sonra başka bir yüzünü gösterebilir.

    Babalar ve Oğullar’ı ilk okuyuşumda bir önsöz yazacak olsaydım, bütün hevesim Bazarov ile Arkadiy’den söz etmek üstüne olurdu. Oysa şimdi, Nikolay Petroviç ve Pavel Petroviç de aynı derecede ilgilendiriyor beni. Kitabın çok sevdiğim onuncu bölümünden bir örnek vereyim.

    Nikolay Petroviç’in Her şeyi reddediyor, yani daha kesin bir ifadeyle, her şeyi yıkıyorsunuz... Ama yerine bir şey inşa etmek de gerekir sözü üstüne Bazarov cevabı yapıştırır: O bizim işimiz değil... Önce araziyi temizlemek lazım.

    O yıllarda sadece Bazarov’un cevabıyla ilgilenen genç bir okurken, bugün Petroviç’in Yerine bir şey inşa etmek de gerekir sözünün de peşinde koşuyor zihnim. Tüm dünyada muhafazakârlığın yeninden tanımlandığı bir çağda, kuşaklar arası bir çatışmayı her yönüyle anlamak gerekiyor.

    İşte bu nedenle, Turgenyev’in klasiği, kendi çağıyla sınırlı kalmayıp tüm zamanlara yayılabiliyor. İşte bu nedenle, günümüzün has okuru, anlatımındaki hantal yapıya/ağırlığa değil, meselesine bakarak yeniden okumak istiyor Babalar ve Oğullar’ı. İşte tam da bu nedenle, her baskının önsözü farklı oluyor, kabuk değiştiriyor.

    4

    Önsözler geniş zaman kipiyle konuşur.

    Çoğu önsöz, sadece eldeki kitabı değil, bütün dünyayı kucaklamaya çalışır. Önsöz yazarı, bütün kitapları okumuş, bütün filmleri izlemiş, bütün dönemlerin içinden geçmiş, bütün karşılaştırmaları yapabilecek kas gücüne erişmiştir. Sizin anlayacağınız, bir önsöz yazarıyla bilek güreşine oturmak kolay değildir.

    Oysa ben, dirseğini masaya koyar koymaz bileği bükülen bir okur olmak isterim. Yıllar önce Bazarov’un nihilizminin, aşka kapıldıktan sonra uğradığı değişimi anlayamamış, ne yalan söyleyeyim bu bölümleri karakterin zayıf çizilmiş olduğu bölümler olarak değerlendirmiştim. Oysa şimdi görüyorum ki, Anna Sergeyevna Odintsova’ya duyduğu aşk ve reddedilmesi, Bazarov karakterinin boyut kazandığı, psikolojik derinliğin arttığı bölümler. 19. yüzyılın liberal babaları ile nihilist oğulları arasındaki tartışmada, her cephe bedeller ödeyecektir. Bazarov’un ödediği bedel de bu olur işte.

    Kitabı, on yıl sonra yeniden okuduğumda, daha da farklı şeyler düşünebilirim. Düşünmeliyim de. Eminim ki, bugünün okuru, kitabı sadece erkekler dünyasından değil, kadınların penceresinden de okuyacaktır. Anna, Katya ve Feneçka gibi karakterler sayfaların arasında gezinirken, aksini düşünmek ne mümkün.

    Demek ki, önsözlerin zaman kipine pabuç bırakmamakta fayda var.

    5

    Önsözler, insanın aklına beklenmedik anlarda düşer.

    Lafı eğip bükmeyeceğim. Bu önsözü yazmam istendiğinde, samimiyetle korktum. Çünkü önsözlere mesafeli biriyim. Kendi bildiğimin aksine davranmak kokuttu beni. Ayrıca yıllardır babalar ve oğullar meselesi üstüne yazmaya çalışıyorum. Elime yüzüme bulaştıracağım birkaç satır, yıllardır yazdıklarıma da ihanet anlamına gelecekti sanki.

    Ben de, has okuru kızdırmadan, kısacık bir giriş paragrafıyla yetinmeye karar verdim. Derken, beklenmedik bir anda, bütün bu okuduklarınız düştü aklıma.

    O düşünceler, Nuri Bilge Ceylan filmi Ahlat Ağacı’nı izlerken çaldı kapımı. Ahlat Ağacı, kökler ve aile üstüne sarsıcı bir film. Sınıf öğretmenliği mezunu olup baba ocağına dönen Sinan Karasu’nun, kendisini ergenlikten erginliğe yollayan hayatla alaycı, öfkeli, bitmeyen hesaplaşması. Bütün bu hesaplaşmanın merkezinde ise babası var: Emekliliğine gün sayan öğretmen İdris Karasu.

    Babalar ve oğullar hakkında yazılmış ve çekilmiş en güzel filmlerden biri olduğunu düşünüyorum Ahlat Ağacı’nın. Sinan, tıpkı eğri büğrü bedeniyle toprağa tutunan bir ahlat ağacı gibi uyumsuz ve yalnız. Bu uyumsuz halinin nedeni de, yetiştiği topraklar. O topraklara kök salarak hesaplaşmaya giriştiklerinden biri olmak ile bütün bu kökleri parçalayarak özgürleşmek arasında salınıp duruyor Sinan. Ya ahlat ağacının biçimsiz halini reddedecek ya da babasının dediği gibi kahvaltısını bu ağacın tatlı meyvesiyle yapacak.

    Peki Bazarov’dan Sinan’a bir hat çekmek mümkün değil mi? Edebiyatın, sinemanın iyi takipçileri bilir ki, sanat bütün mümkünlerin kıyısındadır. Daha kimler kimler sahne alır o hattın üzerinde. Uyumsuzlardan oluşan bir aile tablosuna bakarken aynı sözler gelir akıllara: İşte buradalar... Ya kuru kuyuya bir taş atacaklar ya da kendilerine hayat verecek suyu bulmak için kuyunun dibine, en dibe inmeyi göze alacaklar.

    Turgenyev, Babalar ve Oğullar’da o fotoğrafların en sarsıcılarından birini çekmeyi başarmış. Yıllardır okuyup durmamız bundandır.

    Okur için, şu satırları geride bırakıp romanın dünyasına girme zamanıdır artık. Yazdıklarım ise, sadece Turgenyev’in estirdiği rüzgâra bırakılmış bir uçurtmadır.

    Okurlar bilir; değerli olan o uçurtma değil, onu uçuran rüzgârdır.

    İyi okumalar dilerim.

    I

    Ne o Pyotr, hâlâ görünmediler mi? diye sordu 1859 yılının 20 Mayıs günü ...yolu üzerindeki bir hanın alçak merdivenine çıkan şapkasız, damalı pantolon üzerine tozlu bir palto giymiş kırk yaşlarındaki adam uşağına. Uşak, tombul yanaklı, küçük gözlü, fersiz bakışlı bir delikanlıydı, çenesinde beyazımsı tüyler bitmişti.

    Kulağındaki firuze rengi küpeden, pomatla yapıştırılmış alacalı saçlarına ve vücut diline kadar her şey bu uşağın yeni, ileri nesilden biri olduğunu söylüyordu. Kibirli bakışlarla yolu süzerek, Hayır, efendim, görünürde kimse yok diye yanıtladı beyini.

    Kimse yok ha? diye tekrarladı beyefendi.

    Kimse yok dedi uşak ikinci kez.

    Beyefendi iç geçirdi ve sıranın üzerine oturdu. O böyle, bacaklarını içe doğru bükmüş, düşünceli bakışlarla çevresini seyrededursun, biz de okura tanıtalım kendisini.

    Adı, Nikolay Petroviç Kirsanov’dur. Bu küçük handan on beş verst¹ uzaklıkta, köylülerle yolları ayırdığından beri çiftlik dediği iki yüz can barındıran iyi bir malikânenin ve iki desyatina² toprağın sahibidir. 1812 yılında³ savaşmış generallerden olan babası, yarı cahil, kaba, fakat kötü denemeyecek bir Rus insanıydı. Ömrü boyunca dişini tırnağına takıp çalışmış, önce bir tugayın, sonradan bir tümenin başına getirilmiş, rütbesi sayesinde oldukça önemli bir rol oynadığı taşrada yaşamıştı. Nikolay Petroviç, ileride sözünü edeceğimiz ağabeyi Pavel gibi Rusya’nın güneyinde dünyaya geldi ve on dört yaşına dek evde eğitim aldı. Çevresi, ucuz bakıcı ve öğretmenler, laubali ve dalkavuk yaverler ve diğer alay ve karargâh şahsiyetleri tarafından kuşatılmıştı. Annesi, Kolyazin ailesinden, genç kızlığında Agathe diye çağrılan, general karısı olduktan sonra Agafokleya Kuzminişna Kirsanova, komutan-anne denilen türden bir kadındı; kabarık başlıklar takar, hışırtılı ipek elbiseler giyer, kilisede haça ilk o yanaşır, yüksek sesle ve çok konuşur, sabahları çocuklarına elini öptürür, gece yatmadan önce ikisini de kutsar, kısacası keyfince bir yaşam sürdürürdü. Bir general oğlu olarak Nikolay Petroviç’in de –her ne kadar cesur bir çocuk sayılmasa, hatta korkak lakabına layık görülse de– ağabeyi Pavel gibi orduya girmesi bekleniyordu. Gel gör ki o tam da atama haberinin geldiği gün ayağını kırdı ve yatakta geçirdiği iki ayın ardından ömrü boyunca topal kalacağı anlaşıldı. Babası ondan ümidini kesti ve sivil hayata atılmasına izin verdi. On sekiz yaşını doldurur doldurmaz Petersburg’a götürüp üniversiteye yerleştirdi oğlunu. Bu arada ağabeyi, muhafız alayına subay olarak atanmıştı. İki genç aynı dairede, annelerinin kuzeni, saygın memur İlya Kolyazin’in uzaktan gözetimi altında yaşamaya başladılar. Babalarıysa tümenine ve hanımının yanına geri döndü, oğullarına pek seyrek olarak, dört parçaya bölünmüş gri kâğıtları geniş sekreter yazısıyla doldurduğu mektuplar gönderiyordu. Bu çeyrek kâğıtların en altında gösterişli bir el yazısıyla yazılmış şu sözcükler boy gösteriyordu: General-Binbaşı Piotr Kirsanof. Nikolay Petroviç, 1835 yılında üniversiteden mezun oldu; aynı yıl kötü geçen bir teftişin ardından emekli edilen general Kirsanov eşiyle birlikte Petersburg’a taşındı. Tavriçeski Bahçesi yakınlarında bir ev kiralayacaktı, İngiliz Kulübü’ne⁴ de üye olmuştu ama birdenbire inme indi ve öldü. Agafokleya Kuzminişna da kısa süre sonra kocasının peşinden gitti, kasvetli başkent yaşantısına alışamamış, sıkıcı emeklilik hayatı yiyip bitirmişti onu. Bu arada Nikolay Petroviç, anne babası ölmeden önce ve doğrusu onları epeyce üzerek, oturduğu dairenin eski ev sahibi, memur Prepolovenski’nin kızına âşık oldu. Bu sevimli kız, çağdaş dedikleri türdendi, gazetelerin bilim sayfalarındaki ciddi makaleleri okuyordu. Nikolay Petroviç, yas süresi dolar dolmaz evlendi onunla ve babasının kendisini torpille kaydettirdiği Mülkiyet bakanlığındaki⁵ işinden ayrılarak Maşa’sıyla birlikte ilk önce Orman Enstitüsü yakınlarındaki yazlık evde, ardından şehirde, temiz merdivenleri ve biraz soğuk oturma odasıyla küçük ve güzel bir dairede, en sonunda da temelli yerleştiği ve kısa süre sonra oğlu Arkadiy’in dünyaya geldiği köyde mutlu bir hayat kurdu. Karı-koca pek güzel ve sessiz bir yaşam sürdürüyorlardı. Birbirlerinden hemen hemen hiç ayrılmıyor, birlikte kitap okuyor, yan yana dört elle piyano çalıyor, düetler söylüyor, kadın çiçek ekiyor, kümesle ilgileniyor, kocası ise ara sıra ava çıkıyor, çiftlik işlerine bakıyordu. Bu arada Arkadiy de yine güzel ve sessizce büyüyor, büyüyordu. On yıl rüya gibi geçti. 1847’de Kirsanov’un eşi öldü. Bu darbeyi çok zor atlattı Nikolay Petroviç. Birkaç hafta içinde saçları beyazladı. Biraz açılmak için yurtdışına gitmeye niyetlenmişti ki 48 yılı gelip çattı.⁶ İster istemez köye dönmek zorunda kalan Nikolay Petroviç, oldukça uzun süren bir hareketsizliğin ardından çiftlikte düzenlemeler yapmaya koyuldu. 55 yılında oğlunu üniversiteye yazdırmak üzere başkente götürdü, onunla birlikte üç kışı, hemen hemen hiç dışarı çıkmadan ve Arkadiy’in genç arkadaşlarıyla tanışıklık kurmaya çalışarak Petersburg’da geçirdi. En son kış, oğlunun yanına gelemedi ve işte 1859 yılının Mayıs ayında, tombul, biraz kamburu çıkmış ve saçları artık neredeyse bütünüyle ağarmış olarak görüyoruz onu; bir zamanlar kendisine de verilen üniversite mezunu sıfatıyla eve dönecek oğlunu bekliyor.

    Uşak, nezaket gereği belki de beyinin gözünden uzak olma isteğiyle, avlunun içine girdi, piposunu yaktı. Nikolay Petroviç, başını eğerek kapı önündeki taş merdivenin eskimiş basamaklarını izlemeye koyuldu: İri, alacalı bir civciv, koca sarı ayaklarını yere sertçe vurarak ağırbaşlı bir edayla dolaşıyordu; kir çamur içindeki bir kedi büyük keyifle kıvrılıp yattığı korkulukların üzerinden düşman bakışlarla süzüyordu onu. Güneş ortalığı kavurmaktaydı; küçük hanın loş sofasından sıcak çavdar ekmeği kokusu yükselmekteydi. Nikolay Petroviç’imiz hayallere daldı. Oğlum... Arkaşa... mezun oldu... düşüncesi beyninin içinde dönüp duruyordu; başka bir konuya yoğunlaşmaya çalışsa bile, aynı düşünce gelip tekrar buluveriyordu kendisini. Ölen karısı geldi sonra hatırına... Göremedi bu günleri! diye fısıldadı yılgın bir sesle... Kır renkli, şişman bir güvercin yolun üzerinde uçtu, sonra kuyunun önündeki birikintiden su içmeye yollandı. Kuşun hareketlerini izleyen Nikolay Petroviç’in kulağı, yaklaşmakta olan tekerlek seslerini yakalayabiliyordu...

    Geliyor olmalılar diye bağırdı uşak avlu kapısından fırlayarak.

    Nikolay Petroviç yerinden fırladı, bakışlarını yola dikti. Üç posta atı koşulu bir tarantas⁷ belirdi yolda; içinde, bir öğrenci kasketinin siperi, sonra değerli bir yüzün tanıdık çizgileri görüldü...

    Arkaşa! Arkaşa! diye bağırdı Kirsanov ve ellerini sallayarak koştu... Birkaç saniye sonra dudaklarını, genç mezunun sakalsız, kirli esmer yanağına dokundurdu.


    1. 1,06 km’lik bir uzunluk birimi. (ç.n.)

    2. Eski Rusya’da 1,09 hektarlık arsa. (ç.n.)

    3. Napolyon ordularının Rusya’da bozguna uğratıldığı yıl. (ç.n.)

    4. Saygın asilzadelerin hoşça vakit geçirme (edebiyat okumaları, dans ve müzik akşamları, balo ve maskeli balolar) amacıyla bir araya geldikleri dernek. Aristokratlara özgü toplantılar düzenleme geleneği Büyük Britanya’dan alınmıştı. (ç.n.)

    5. 1797 yılında Çar I. Pavel tarafından kurulmuş, imparator ailesine ait köle ve mülklerin kaynaklarını ve boyutlarını belirleyip kontrol eden bakanlık. (ç.n.)

    6. 1848 Fransız devrimi kastediliyor, Bu devrimden korkan Çar I. Nikolay sıkı önlemler aldı, yurtdışına gidişleri de yasakladı. (ç.n.)

    7. Dört tekerlekli, genellikle üzeri kapalı bir araba. (ç.n.)

    II

    Bırak da üstümü başımı silkeleyeyim, babacığım diyordu yol yorgunluğundan kısık ama yine de tiz delikanlı sesiyle Arkadiy, babasının şefkatine neşeyle yanıt vererek, yoksa sen de toz içinde kalacaksın.

    Olsun, olsun diye üsteledi duygulu duygulu gülümseyerek Nikolay Petroviç ve eliyle, oğlunun kaputunun ve kendi paltosunun yakalarını ikişer kez silkeledi. Göster bakalım kendini, göster şöyle diye ekledi sonra geri çekilerek ve aceleci adımlarla hana doğru yürüdü, İşte buraya, buraya, atları getirin çabuk diyerek bağırıyordu bir yandan da.

    Nikolay Petroviç, oğlundan çok daha heyecanlı görünüyordu; utanmış, ne yapacağını şaşırmıştı sanki. Arkadiy onu durdurdu.

    Babacığım dedi, izin ver de seni sevgili dostum Bazarov’la tanıştırayım, mektuplarımda çokça bahsetmiştim sana kendisinden. Beni kırmayarak konuğumuz olma nezaketini gösterdi.

    Nikolay Petroviç hızla döndü ve arabadan henüz inmiş, püsküllü uzun bir palto içindeki boylu boslu adamın yanına gitti, onun uzatmakta biraz geciktiği kırmızı çıplak elini kuvvetle sıktı.

    Yürekten memnun oldum diye başladı söze, "bizi ziyaret etme niyetiniz için minnettarım; umarım... adınızı ve baba adınızı⁸ öğrenebilir miyim?’ "

    Yevgeniy Vasilyev diye yanıtladı Bazarov tembel ama erkeksi bir sesle ve paltosunun yakasını indirerek Nikolay Petroviç’e bütün yüzünü gösterdi. Alnı geniş, burnu yukarı doğru basık, aşağı doğru sivri, iri yeşil gözlü, kum rengi bıyıkları sarkık bu uzun ve zayıf yüz, sakin bir tebessümle aydınlanmaktaydı; özgüvenli ve zeki bir ifadesi vardı.

    Umarım, pek kıymetli Yevgeniy Vasilyiç, bizim buralarda sıkılmazsınız diye devam etti Nikolay Petroviç konuşmasına.

    Bazarav, ince dudaklarını hafifçe kıpırdatır gibi oldu ama herhangi bir yanıt vermedi, yalnız kasketini hafifçe kaldırdı. Koyu sarı, uzun ve gür saçları, geniş kafasının üzerindeki iri tümsekleri gizlemiyordu.

    Evet, Arkadiy, nasıl yapalım dedi Nikolay Petroviç tekrar oğluna dönerek, hemen mi koşalım atları? Yoksa biraz dinlenmek mi istersiniz?

    Evde dinleniriz, babacığım, söyle koşsunlar.

    Hemen, hemen diye telaşla söze girdi baba. Hey, Pyotr, duyuyor musun? Acele et kardeş, atları koşmalarını emret.

    Yeni nesil bir hizmetkâr olan Pyotr, bey oğlunun elini öpmedi, uzaktan selam vermekle yetindi, sonra tekrar kapının ardında kayboldu.

    "Ben faytonla geldim ama senin tarantas için de üç atımız var dedi Nikolay Petrovic telaşla; bu sırada Arkadiy, han sahibesi tarafından getirilen küçük demir bir tastan su içmekteydi; Bazarov ise bir pipo yakmış, atların koşumlarını ayıran arabacıya yanaşmıştı, yalnız fayton iki kişilik, bilemiyorum, senin ahbap..."

    "Tarantas’la gider o diye kesti Arkadiy babasının sözünü alçak sesle, ona fazla resmi davranmana gerek yok. Çok iyi bir çocuktur, çok da sadedir, göreceksin."

    Nikolay Petroviç’in arabacısı atları çıkardı.

    "Dön bakalım,

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1