Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Düşman Çok İlerde: 'Şeytan'
Düşman Çok İlerde: 'Şeytan'
Düşman Çok İlerde: 'Şeytan'
Ebook402 pages4 hours

Düşman Çok İlerde: 'Şeytan'

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Amacımız ne?


Yüzyıllarca yıldır filozofların üzerine düşündüğü, tartıştığı, üzerine kitaplar yazdığı meşhur konu. Sahi bizim bu hayattaki amacımız ne?


Ne için bu dünyaya geldik, ne için yaşıyoruz?


Bizi mutlu edecek olan ne?


Mutlu olmak için ne yapıyoruz?


Aslında bu sorular, cevabı birbiri içerisinde bulunan sorulardır. Mutlu olmak için amacımızı doğru şekilde belirlememiz gerekiyor. Öyle bir amaç bulmalıyız ki bizi sınırsız bir mutluluğa eriştirsin. ‘para kazanmak, zengin olmak istiyorum’ 5 sene sonra zengin oldun.. Ee sonra? ‘Hayatımın kadınını bulmak istiyorum’ 1 ay sonra tanıştın onunla… Ee sonra? ‘Başarılı olmak istiyorum’ Şef oldun, müdür oldun, genel müdür oldun, CEO oldun.. Ee sonra… Sonrasının belirsiz olmadığı net bir amaç bulmalıyız. Öyle bir amaç bulmalıyız kendimize, tüm zamanlarda geçerli olsun, bizi mutlu etsin.


Öyle bir amaç bulmalıyız ki yaptığımız her şey ama her şey onun için olmalı ve hayatımızın her anını anlamlı hale getirmeli. Öyle bir amaç bulmalıyız ki sahip olduğumuz her şeyi yitirdiğimizde bizi ayakta tutacak şey, o amaç olmalı. Öyle bir amaç bulmalıyız ki amaç zannettiğimiz sonraları olmayan şeyler ancak amacımıza hizmet eden hedefler olmalı. Pivot nokta olarak bir kısmımızı sabitleyip geri kalan kısmımızla yolumuza devam edebileceğimiz bir hikaye oluşturmalıyız. Hayatımızı üzerine kurgulayacağımız, doğru veya yanlış nefessiz takip edebileceğimiz bir hikaye olmalı. En sonunda bir kısmımızı pivotladığımız yere bütün herşeyimizle dönüp sonumuzu dileneceğimiz yer; Yaratıcı.


Çoğu insan şeytan tarafından verilmiş hazır cevapları öylesine kabullenirken, ruhani arayıştakiler kolay kolay tatmin olmazlar. Olmamalılar da zaten. İnsan, yalnızca iyi bildikleri istikametlere ya da gitmek istedikleri yere değil, yol nereye çıkarsa çıksın O’nun rızası peşinden gitmelidir. Evet ne yaparsak yapalım Allah rızası için yaşamak olmalı ana amacımız. Amacımız Allah rızası için yaşamaksa, şeytanı da idrak etmemiz gerekir. Her dinde birçok insan şeytanın varlığını bilmesine ve bu şeytana kıyamete kadar süre verildiğini bilmesine rağmen bu şeytanın nerde olduğunu, şimdiye kadar neler yaptığını, ona karşı uyanık olması gerektiğini bilmemektedir maalesef.


Bu kitabın yazılış amacı da dünya tarihi içerisinde şeytanın, kendisine verilen süreyi nasıl değerlendirdiğini, biz ademoğlunun ise nasıl bir uyuma halinde olduğumuzu dilimiz döndüğünce anlatmaktır. Amacımız, insanların kafasında Ben neyim? Nereden geliyorum? Burada ne yapmalıyım? Ve nereye gidiyorum? sorularının oluşmasıdır. Bu dünya, bir dokunuşun arayışında milyarlarca insanla dolu.


Bu kitabı okuyan her hangi bir kişinin kader düzenlenmesinde ihtiyacının doğru zamanda karşılanmasına denk gelmesi bile benim için çok önemlidir. Bir şeyin savaşını gerçekten vermekle onu ifade etmeye çalışmak arasında ince bir çizgi olduğuna inanıyorum. İfade etmek kolay, ama savaşmak zordur. Düşmanımızı tanıyıp ömrümüz boyunca saniye saniye her an sürdürmeliyiz savaşımızı.

LanguageTürkçe
Release dateDec 9, 2019
ISBN9786057748942
Düşman Çok İlerde: 'Şeytan'

Related to Düşman Çok İlerde

Related ebooks

Reviews for Düşman Çok İlerde

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Düşman Çok İlerde - Muharrem Karahan

    DÜŞMAN ÇOK İLERDE

    ‘ŞEYTAN’

    _________________________

    ŞEYTAN’IN DÜNYA TARİHİ BOYUNCA

    İNSANLIĞA KURDUĞU GİZLİ KOMPLO

    MUHARREM

    KARAHAN

    2019

    Kitap adı: DÜŞMAN ÇOK İLERDE: ŞEYTAN

    Yazar adı: Muharrem Karahan

    Sayfa Düzeni ve Grafik Tasarım: e-Kitap PROJESİ

    Editorial & Kapak Tasarım: © e-Kitap Projesi

    Kapak Resmi: "Yeni Dünya Düzeni, Chemtrails, Kafatası Piramitleri ve Matrix"

    Yayıncı (Publisher): E-KİTAP PROJESİ,

    www.ekitaprojesi.com, 2019

    Yayıncı Sertifika No: 45502

    İstanbul, Aralık / 2019

    ISBN: 978-605-7748-94-2

    İLETİŞİM:

    E-posta: karahan0118@gmail.com

    Cevap ve yorumlarınız için:

    {For reply and your comments}

    www.ekitaprojesi.com/books/dusman-cok-ilerde-seytan

    www.facebook.com/EKitapProjesi

    İçindekiler:

    1. BÖLÜM

    GİRİŞ

    2. BÖLÜM

    YARATILIŞ

    3. BÖLÜM

    EVREN VAROLUYOR

    4. BÖLÜM

    SAVAŞ BAŞLIYOR

    5. BÖLÜM

    HELAKLAR

    6. BÖLÜM

    HZ. MUSA VE HZ. İSA

    7. BÖLÜM

    İSLAMİYET HZ. MUHAMMED

    8. BÖLÜM

    TAPINAKÇILARIN DOĞUŞU

    9. BÖLÜM

    COĞRAFİ KEŞİFLER

    10. BÖLÜM

    FRANSIZ İHTİLALİ

    11. BÖLÜM

    İCATLAR

    12. BÖLÜM

    AİLELER

    13. BÖLÜM

    LİBERALİZM

    14. BÖLÜM

    MODERNİTE HIRS KOŞUŞTURMA

    15. BÖLÜM

    GIDA SAĞLIK

    16. BÖLÜM

    EKONOMİK DÜZEN VE BORSALAR

    17. BÖLÜM

    TELEVİZYON

    18. BÖLÜM

    SOSYAL MEDYA

    19. BÖLÜM

    BLOCKCHAIN

    20. BÖLÜM

    ENDÜSTRİ 4.0 YAPAY ZEKA ROBOT TEKNOLOJİSİ

    21. BÖLÜM

    CERN PROJESİ

    22. BÖLÜM

    TEKNOLOJİ KARŞISINDA KÖLELEŞME

    23. BÖLÜM

    ÖLÜMSÜZLÜK TANRISALLIK

    24. BÖLÜM

    KADER

    25. BÖLÜM

    ŞEYTANIN İNSANLARA BİREYSEL OLARAK TESİRİ

    SONSÖZ

    KAYNAK VE ALINTILAR

    1. BÖLÜM

    GİRİŞ

    Amacımız ne?

    Yüzyıllarca yıldır filozofların üzerine düşündüğü, tartıştığı, üzerine kitaplar yazdığı meşhur konu. Sahi bizim bu hayattaki amacımız ne?

    Ne için bu dünyaya geldik, ne için yaşıyoruz?

    Bizi mutlu edecek olan ne?

    Mutlu olmak için ne yapıyoruz?

    Aslında bu sorular, cevabı birbiri içerisinde bulunan sorulardır. Mutlu olmak için amacımızı doğru şekilde belirlememiz gerekiyor. Öyle bir amaç bulmalıyız ki bizi sınırsız bir mutluluğa eriştirsin. ‘para kazanmak, zengin olmak istiyorum’ 5 sene sonra zengin oldun.. Ee sonra? ‘Hayatımın kadınını bulmak istiyorum’ 1 ay sonra tanıştın onunla… Ee sonra? ‘Başarılı olmak istiyorum’ Şef oldun, müdür oldun, genel müdür oldun, CEO oldun.. Ee sonra… Sonrasının belirsiz olmadığı net bir amaç bulmalıyız. Öyle bir amaç bulmalıyız kendimize, tüm zamanlarda geçerli olsun, bizi mutlu etsin. Öyle bir amaç bulmalıyız ki yaptığımız her şey ama her şey onun için olmalı ve hayatımızın her anını anlamlı hale getirmeli. Öyle bir amaç bulmalıyız ki sahip olduğumuz her şeyi yitirdiğimizde bizi ayakta tutacak şey, o amaç olmalı. Öyle bir amaç bulmalıyız ki amaç zannettiğimiz sonraları olmayan şeyler ancak amacımıza hizmet eden hedefler olmalı. Pivot nokta olarak bir kısmımızı sabitleyip geri kalan kısmımızla yolumuza devam edebileceğimiz bir hikaye oluşturmalıyız. Hayatımızı üzerine kurgulayacağımız, doğru veya yanlış nefessiz takip edebileceğimiz bir hikaye olmalı. En sonunda bir kısmımızı pivotladığımız yere bütün herşeyimizle dönüp sonumuzu dileneceğimiz yer; Yaratıcı.

    Zaten yaradılış doğası gereği her birimiz hayatımızın amacı için sürekli arayış içerisindeyiz. Herkes, içlerinde bir boşluk, içlerinde kendilerini inceden rahatsız eden bir sızı bulundurur. Hoşnutsuzluk elbette birden gökten zembille inmiyor. Mutsuzluk, daha çok içten içe yanan bir ateş gibi, yıllarca süren gizli bir hoşnutsuzluktan sonra hayatımıza yavaşça giren tehlikeli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Her dinden, her ırk ve milletten her insan, farkı yöntemlerle de olsa hayatlarına anlam katabilmek için sürekli yeni deneyimlere ihtiyaç duyar. Kimisi sporda arar hayatının amacını, kimisi avcılıkta, tırmanışta vs. gerçek amacını arar durur. Kendine hizmet için yaşayan insanoğlu kendini memnun etmek uğruna farklı farklı yolları dener sürekli. Sürekli bir çaba içerisinde insanlar. Kimisi değişik kıyafetler, yeni yeni ayakkabılar alarak, kimisi sürekli yeni yerleri gezerek, kimisi yiyip içerek kendisini avutur. Hepsi gelip geçici, süregelen kalıcı hiçbir şey yok. Zihin doluyor ama doymuyor. Öyle bir amaç bulmalıyız ki; bu amaç bizi kendimizden daha büyük bir şeyin içine yerleştirerek bize bir kimlik sağlamalı ve hayatımızı anlamlandırmalıdır. Ucu açık olmamalıdır. Amacım zengin olmaksa, zengin olmayı anlamlı kılan bir şeyler olması lazım. Amaç vatanı korumaksa, vatanı anlamlı kılan şey tam olarak nedir, bunu da bilmek lazım. Amacımız kendimiz ve herkes için yararlı olabilecek bir sonuca hizmet etmeli. Yani tüm insanlar, tüm olaylar ve tüm zamanlar için gerçek bir amaç olmalı. Faydalı olmalı, dünümüzden daha güçlü yapmalı bizi.

    Hayattan beklentilerimiz, arzularımız, isteklerimiz olması normaldir. Önemli olan hayat bizden ne istiyor, ne bekliyor, bunu bulmaya çalışmak önemlidir. Hepimiz saygı ve değerimizi arttırmak için daha fazla şeyi başarmaya çalışarak arar olduk. Bu olumlamaları alabilmek, değerimizi ispatlayabilmek için giderek daha sıkı bir şekilde, giderek daha fazla bir şekilde hırsla çalışmaya başladık. Uyuşturucunun verdiği mutluluk gibi bir şey bu. Ne kadar takdir görürsek işlevimize devam edebilmek ve mutlu hissedebilmek için ona daha çok ihtiyaç duyuyoruz. Hayatımızda hoşnutsuzluk diz boyu halbuki. Mutluluğu satın almaya çalışıyoruz. Evet yaptığımız şey bu hepimizin. Arabalar, evler, şık mobilyalar, pahalı tatiller, şık elbiseler, her gün yenisi çıkan elektronik eşyalar vs ciddi bir şekilde şartlandırılmış tüketici kültürümüzün alırsak daha mutlu olabileceğimizi söylediği her şeyi satın almak için kazandığımız paradan daha fazlasını harcar olduk. Ama bu da mutlu etmiyor bizi. Daha fazla depresyon ve hoşnutsuzluktan başka bir şey getirmiyor. Her alışverişin sonunda gelen geçici mutluluk sona erince kendimizi yine depresyonumuzla baş başa bulup boş, yalnız ve çaresiz hissediyoruz.

    Ne kuşaklar gelmiş geçmiş dünya üzerinden, ne kuşaklar gelip geçecek, ancak bu dünya kalmaya devam edecektir. Güneş yine doğacak, dünya yine dönecek, önceden neler olduysa yeniden tekrarlanmaya devam edecektir. Yeni hiçbir şey yoktur. Her şey bizden önce vardı, bizden sonra da var olmaya devam edecektir. Önce ne olduysa yine olacak, önce ne yapıldıysa yine yapılacaktır. Öyleyse neden yaşıyoruz? Ne için buradayız? Yaşamımızın amacı olduğuna inandığımız pek çok şey boş, hatta her şey boştur. Hepsi rüzgarı kovalamaya çalışmakla aynıdır. Kovalayıp yakalamaya teşebbüs etmek gibi nafiledir. Rüzgar da, zaman da yakalanamaz. Tüm zevkleri tattıktan sonra hiçbir işe yaramadıklarını göreceksiniz. Malk, mülk, para, altın biriktirip gözünüzün gördüğü, canınızın istediği her şeyi almış bile olsanız sonunda hepsinin boş olduğunu anlayacaksınız. Göz görmekle doymaz, kulak işitmekle dolmaz. İnsanın, yüreğine sonsuzluk kavramını koymasıyla yaşamı boyunca mutlu olmaktan ve iyi yaşamaktan daha fazla yapabileceği hiçbir şey yoktur.

    Hayatta her şey sürekli değişir, hiçbir şeyin kalıcı bir özü bulunmaz. Hiçbir şey tatmin edici değildir. Siz dünyanın en zengin, en yetkili, en meşhur, en güçlü insanı da olsanız, evrenin en kuytu köşelerini de keşfetseniz veya maddenin bilinen en küçük parçasının milyon kat küçüğüne kadar inseniz tatmin olamazsınız. Çünkü yaratılışımızdaki bu gerçeklik Adem’den gelmektedir. Adem’in cennette karşılaştığı tüm sonsuz güzellikler bizim de yaratılışımıza tesir ettiğinden dolayı içimizde sürekli sonsuz mutluluğu arayan bir şeyler buluruz. O yüzden bir yerlerde sonsuz bir öz olduğunu, ancak O’na bağlanarak tümüyle tatmin olacağımızı bilmemiz gerekir. Hayatımıza ancak bu şekilde anlam katabiliriz.

    İnsan, sahip oldukları değildir. Eviniz, eşiniz, arabanız, çocuklarınız vs. hepsi sizin kendi varlığınızı ifade etmek için kullandığınız araçlardır. Onlar yokken de vardınız, onlar olmadıklarında da varlığınızı sürdürmeye devam edeceksiniz.

    Hani bazen bir filme gidersiniz, film iyidir, hoştur, size çok güzel 2 saat geçirtir, ama sinemadan çıktığınızda içinizde bir boşluk hissedersiniz. Merak edersiniz nedenini, biraz düşününce anlarsınız ki, film bir sabun köpüğü gibi parlayıp sönmüştür. Size bir anlam katmamıştır. Anlam, aslında insanın ruhunun derinliklerinde hissettiği en önemli arayıştır. Hayatın anlamı bu yüzden sabah kalkıp giyinip hayata atılmak değildir. Herkes başka bir hedef için sabah kalkar yatağından. Kimi çok önemli bir iş bitirmek için, kimi sevdiği ile buluşabilmek için, kimi hayatını etkileyecek derecede önemli bir sınava yetişebilmek için. Herkes için yaşamı değerli kılan nedenler farklıdır. Ama bir neden mutlaka vardır.  İnsanoğlu, asıl amacının ne olduğunun farkına varamadan çalışmak, çocuklara bakmak, yeme içme, kılık kıyafeti ile meşgul durumda. Peki bu meşguliyet sırasında varlık sebebi karara bağlanırsa ne olacak? Hiçbir şekilde, hiçbir şeyden muaf tutulamayacağı o an gelmeyecek mi? Neleri kazanmak için neleri kaybedeceğiz, hesabını yapabiliyor muyuz?

    Biz insanların ilk edinmek zorunda olduğumuz şey yeme, içme, nefes alma gibi fizyolojik ihtiyaçlarımızdır. Bu fizyolojik ihtiyaçlar tamamlandıktan sonra güvenlik ihtiyaçlarımızı karşılamak durumundayız. Kendimizi, ailemizi, sevdiklerimizi güven içinde hissedebiliyor hale gelelim yeter. Bundan sonraki üst nokta kendi potansiyelimizi ortaya çıkarma durumudur. Zaten insan, ortalama 60-70 yıllığına Dünya'ya geliyor. İlk 15 yıl çocuk; Son 15 yıl bitik halde yaşıyor, aradaki 30-40 yılda da, kişilerin, olayların, dedikoduların ve karikatürize boş işlerin peşinde koşmakla GERÇEK’ten uzak bir halde geçiriyor. Gerçeğin peşinden koşmak gerekiyor.

    Dünya görüşünüzün veya savunduğunuz ideolojilerin düştüğü en büyük hata ne? Neden hiçbir şeye çözüm bulamıyorlar? Neyi atladık biz, neyi yanlış anladık acaba? Arayış genellikle büyük bir soruyla başlar. Ben kimim? Hayatın anlamı ne? İyi nedir?

    Çoğu insan şeytan tarafından verilmiş hazır cevapları öylesine kabullenirken, ruhani arayıştakiler kolay kolay tatmin olmazlar. Olmamalılar da zaten. İnsan, yalnızca iyi bildikleri istikametlere ya da gitmek istedikleri yere değil, yol nereye çıkarsa çıksın O’nun rızası peşinden gitmelidir. Evet ne yaparsak yapalım Allah rızası için yaşamak olmalı ana amacımız. Amacımız Allah rızası için yaşamaksa, şeytanı da idrak etmemiz gerekir. Her dinde birçok insan şeytanın varlığını bilmesine ve bu şeytana kıyamete kadar süre verildiğini bilmesine rağmen bu şeytanın nerde olduğunu, şimdiye kadar neler yaptığını, ona karşı uyanık olması gerektiğini bilmemektedir maalesef. Bu kitabın yazılış amacı da dünya tarihi içerisinde şeytanın, kendisine verilen süreyi nasıl değerlendirdiğini, biz ademoğlunun ise nasıl bir uyuma halinde olduğumuzu dilimiz döndüğünce anlatmaktır. Amacımız, insanların kafasında Ben neyim? Nereden geliyorum? Burada ne yapmalıyım? Ve nereye gidiyorum? sorularının oluşmasıdır. Bu dünya, bir dokunuşun arayışında milyarlarca insanla dolu. Bu kitabı okuyan her hangi bir kişinin kader düzenlenmesinde ihtiyacının doğru zamanda karşılanmasına denk gelmesi bile benim için çok önemlidir. Bir şeyin savaşını gerçekten vermekle onu ifade etmeye çalışmak arasında ince bir çizgi olduğuna inanıyorum. İfade etmek kolay, ama savaşmak zordur. Düşmanımızı tanıyıp ömrümüz boyunca saniye saniye her an sürdürmeliyiz savaşımızı.

    Dünyaya uyanık gözle bakan kişi, hayatın çürüyüp giden bir tohum olduğunu anlar,  kuşkusuz... Yalnızca özgür ruhlu insanlar; üstünde huzursuzluktan başka bir şey bitmeyen bozkırlardan  vazgeçip, sonsuzluğun kokusunu içine doldurmayı bilir. Her canlı ölümü tadacaktır, ölümden kaçış yok. Bu dünyada sınırlı bir zamanımız var. Bu zaman maddi zenginlik sahibi olmak için harcanabilir ya da anlamlı bir şekilde yaşanabilir. Anlamlı bir şekilde yaşamak için şeytan ile savaşmak ve savaşı kazanmak gerekir. Şeytanın kurduğu sistem, bizi hayatta büyüklerimiz, çevremiz, devlet veya bankalar tarafından önceden belirlenmiş hedeflere yönlendirir; ‘Yıllarca ders çalışıp lisans diplomamı alacağım ve iyi maaşlı bir işi garanti edeceğim’. Gerçek bu değildir. İnsan gerçeği bilmeyince hedefleri de hep sahte olur. O yüzden gerçeği keşfedip ona yönelik hedefler belirlemeliyiz. Şeytan insanlara birçok ses fısıldar. Bu seslerin kontrolü altında insanlar oy sandığında oy kullanırken, süpermarkette alışveriş yaparken, eş seçerken, iş seçerken vs. hayatın her anında hangi sese kulak vermesi gerektiğini bilemez. Oysa insan gerçekten kendini bulmak ister ve tüm dikkatini buna verirse, kendi özünü meydana getiren, evrendeki tüm anlam ve otoritenin kaynağı olan TEK, açık ve özgün sese derinlerde ulaşabilir. İnsan kendi özgür iradesini kullanarak sadece kendi için değil, tüm insanlar, tüm zamanlar ve tüm evren için anlamlar yaratmalıdır.

    Şeytan, Adem neslinin ezeli ve ebedi düşmanıdır. Bu düşmanlık geçici değil, ebedidir. Bunun için insana düşen asıl görev bu ezeli düşman ile mücadele etmesidir. İnsanın, dünyada kazandığı en büyük faziletleri bu düşmana karşı kaptırmaması gerekir. Şeytan, bu ezeli düşmanlığından dolayı insanın peşini kolay kolay bırakmaz. Onu yoldan saptırmak için elinden gelen her şeyi yapar. Ona bütün kötülükleri süsleyerek, onlara teşvik eder. Neticede onu tuzağa düşürmeye çalışır. Onu doğru yoldan kendisine çekmiş ve başarılı olmuş olur.

    Yaratıcının kanunlarından birisidir; mücadele etmeden, ter dökmeden, bedel ödemeden hayatta ilerlenemez. Mücadele için de şeytan insana hedef olarak gösterilmiştir. Bütün madenlerin ateşle kaynatılıp diğer maddelerden ayrıldığı gibi insanlar da ateşten yaratılan şeytanla çarpışmadan, iyi ile kötüyü birbirinden ayıramayacaklardı.

    En tehlikeli düşman, bilinmeyen, tanınmayan ve ne yapacağı bilinmeyen düşmandır ve düşmanı önemsememek yenilgiyi kabul etmektir. Nitekim bir atasözünde denildiği gibi ‘ Kör olsun o göz, kendi düşmanını tanımıyorsa’ Düşman bellidir, savaşmak için önce tanımak gerekir.

    2. BÖLÜM

    YARATILIŞ

    Her şey Kalu Belada başlamıştı. Milyarlarca sayıda insan ruhu bir arada ilahi huzurda toplanmıştı. Daha sonra yeryüzünde yaşayacak tüm insanların ruhları burada, bir arada, küme küme toplanmış halde. Hemen yanı başlarında, içinde bulundukları boşluk yarılmış ve açılan ilahi bir pencerede melekler izliyordu. İnsanoğlunun madde diye tanımladığı, atomların bir araya gelerek oluşturduğu hiçbir şeyin olmadığı bu yerde her şey ışığın binlerce farklı tayfının oluşturduğu ahenkli bir kompozisyondan ibaretti. Turuncudan sarıya çalan ve açık bir mavi toz bulutuna benzeyen bir ışın serpintisi meydanın etrafını sarmış, bulutların arasındaki küçük boşluklardan saf bembeyaz ışık süzmeleri içeri akarak aydınlatıyordu meydanı. Meydandakiler insanoğlunun varlık alemine ilk adımıydı, ruhlarıydı. İnsan denilen varlığın yokluktan varlığa geçişi ruhuyla gerçekleşiyordu. Daha sonraları ruh, dünya aleminde kendisini taşıyacak vücutla ana rahminde buluşacaktı. İnsanın ilk zerreleri, ilahi kudretle belli bir kıvam ve şekil aldıktan sonra, ruhla ayrı bir güzellik ve özellik kazanacak; böylece insanın madde alemindeki hayatı da başlayacaktı. Ruhla bütünleşen bu et ve kemikten meydana gelen vücutta, insani özellikler ve kabiliyetler oluşacak, İnsanın bünyesine, hayvanlardan ayrı olarak, kalp, akıl, düşünce, hafıza, şuur, sevgi gibi insanı insan yapan özellikler yerleştirilecekti. Her şeyden önemlisi özgür irade denilen bir özellik verilmişti bu yaratıklara. Kapasite ve öz olarak tam ve mükemmeldi. Her türlü yapıcı ve yaratıcı nitelik, bu özün içerisinde saklanmıştı. Özgür iradesi olmayan, günah işlemek nedir bilmeyen, sadece yaratıcılarına hizmet eden melekler şaşırmıştı buna. Çünkü gördükleri şeyde nefs diye bir şey vardı. Her türlü kötülüğe meyilli olan bu nefsin kişiyi azdıran karanlık yanlarını görmüştü melekler. Daha önce bu kadar korkutucu bir şey görmemişlerdi. Allah meleklere hitaben ‘’Ben yeryüzünde mutlaka bir halife yaratıyorum’’ deyince, Allah’ın yarattığı bu yeni varlıklardaki şehvet ve gazap duygularını keşfeden melekler, Orada tabii düzeni bozacak ve kan dökecek bir varlık mı oluşturuyorsun? Ama sen yaptığını güzel yaparsın, sana içten boyun eğmemiz bundandır. Senden dolayı onu değerli sayarız. dediler. Yaratıcılarının emrinden asla çıkmayıp onun izni dışında hiçbir şey yapmayan ve onun izniyle her şekle bürünen nurdan yaratılmış bu latif varlıklar yaratıcılarından dolayı yarattığı şeye saygı duyduklarını ifade ediyorlardı. İnsanların yaptığı iyi ve güzel şeyler, meleklerin yaptığı iyi ve güzel şeylerden çok daha değerliydi. Nefislerinde bulunan kötülüğe rağmen iyiliği, çirkinliğe rağmen güzelliği, isyana rağmen itaati seçebilen insanlar, meleklere göre gerçekten daha övgüye layık bir makamı hak ediyorlardı. Allah: Ben sizin bilmediklerinizi bilirim! dedi. Evet melekler insandaki kötü şeyleri görüp iyi şeyleri görememişlerdi. Bu bilgi Yaratıcı’da mevcuttu ve bu yüzden ‘Ben bilmediklerinizi bilirim’ demişti. Ne dağlar ne denizlerin kudreti yetmişti bu emaneti yüklenmeye. Dağlara verilse ağırlığını taşıyamayacak, toz duman olacaktı, denizlere verilse stresinden kaynaya kaynaya benliğini yitirecekti. Bir tek Adem topluluğu sırtlanmıştı bu yükü. Adem, meleklere insanlık ağacının muhteşem meyvelerinin gerçekliğini gösterdi. Nefse rağmen güzellikleri, iyiyi, doğruyu, koşulsuz teslimiyeti seçen insanları, peygamberleri, rableri uğruna can veren şehitleri, velileri ve diğer tüm güzel insanları gören melekler karşılarında duran bu olağanüstü varlıkların ne anlayamadılar. Karşılarında, kendilerinden bile daha üstün muhteşem bir gerçeklik duruyordu. Artık öğrenmişlerdi Rablerinin bilip kendilerinin bilmediklerini. Artık her şey net ve açıktı, insanların yeryüzüne halife olması hakkında en ufak tereddütleri yoktu artık. ‘Davanızda sadık iseniz bana şunların isimlerini söyleyin’ dedi Allah meleklere. Melekler ise bilmiyordu, nasıl bilsinlerdi ki? Bildikleri her şeyi öğreten yaratıcılarıydı. Adem’e sorduğunda ise hepsini söyledi Adem. Her şey öğretilmişti insana. Yani gökyüzünün gökyüzü olduğunu ateşin ateş olduğunu özellikleri ile öğrenmişti ve muazzam bir bilgiye kavuşmuştu insan. Artık aklını ve zekâsını daha olgun kullanabilir duruma gelmişti. Aklı olup tam manası ile farkında olmayan, keşfedemeyen ve verimli kullanamayan beşeri toplum artık mantık yürütüyor, felsefe yapabiliyor, daha net anlıyor ve anlatıyor ve daha sorumlu düşünebiliyordu. Her şeyden daha önemlisi aklını keşfetmiş ve bunu geliştirebilme yetisini kazanmıştı. Artık insan, hiçbir varlıkta bulunmayan (melekler dahil) ontoloji ve epistemolojiye sahip olmuştu. Tanrı, yeryüzünde düzenli, adil ve varlığının amacına uygun yaşayabilmesi için gerekli bütün tarih, edebiyat, kozmoloji, ilmi yasalar, sağlık, enerji… aklınıza gelebilecek her türlü bilgiyi yüklemişti insana. Anlamlı bir yaşam için gerekli olan tüm deneyim, besin, öğreti, biyolojik ya da ruhsal her etki yüklenmişti insana. Trilyonlarca cilt kitabın içerebileceği bilgiler her insanda tek tek mevcut olacaktı. İnsan dünyada bu bilgileri hatırlayacak, hatırladıkça ‘reenkarnasyon’, ‘kuantum düşünce’, ‘dejavu’, ‘beyni tam kullanmak’ gibi kelimelerle açıklamaya çalışacaktı. Mesela her insanda zaten mevcut olan yer çekimi yasası bilgisini ilk Isaac Newton hatırlayacaktı, suyun kaldırma gücünün olduğunu Arşimet hatırlayacaktı. Yeni doğan bir bebek daha hiç bir şey öğretilmemişken acıktığında ağlaması gerektiğini, annesinin memesini emmesi gerektiğini bilecek kadar hazır bilgilerle donatılacaktı. Dünyada insanlar sürekli öğrenecek, ancak bu öğrenme aslında bildikleri, fakat unuttuklarını hatırlamak olacaktı. Zaten ‘insan’ kelimesi de buradan geliyordu; unutan, hatırlamayan demekti.

    Meleklerin kendisinde olmayan ve insan denilen bu yeni yaratıkta olan başka bir şey de görmüşlerdi melekler. İnsanın varlık çekirdeğinde bulunan form, aslında Tanrı’da var olan niteliklerdi. Tanrı’nın sahip olduğu tüm güçlerin benzeri, Tanrı’nın tüm esmalarından birer gölge bırakılmıştı insanın özüne. Her insan, Tanrı’nın sadece minik bir parçası olacaktı ve hizmet ettikleri tümleşik bütünden haberleri bile olmayacaktı dünya hayatında. Dayanılmaz bir ağırlıktı, kaldıramaz bir yüktü bu. Tanrı gibi olmak, onun yaratıcılığına ortak olmak, katlanılması zor bir sorumluluk veriyordu insana. Her eylemin sonucunu hesaplayarak yaşaması, yanlışlarına sahip çıkması gerekiyordu sürekli. Sorumluluğun yanında kardeş olarak özgürlük vardı. Ateşten bir gömlek gibiydi özgürlük. Kimse o gömleği giymek istemez, çünkü o zaman kendi kaderine kendi anlam verecek demek oluyordu. (Biz emaneti yeryüzüne ve gökyüzüne teklif ettik, onlar reddettiler. İnsan onu yüklendi. Çünkü o çok cahil ve zalimdi.)

    İnsan ruhlarının etrafını saran rengarenk ışık bulutunun arkasından bir ses ‘Ben sizin rabbiniz değil miyim?’ diye seslendi. "Elestü bi Rabbiküm hitabına muhatap oldukları zaman olağanüstü bir heyecana ve coşkuya kapılan ruhlar sonradan paniğe kapıldı. Çünkü bütün varlıklar ilahi gerçekliğini gösteren Yaratıcı karşısında benlik sıkıntısına düşmüşlerdi. Allah bir anlamda, Her şey benim, benden başka hiçbir şey yok dedi. Peki insan ne idi? Bunun cevabını verememenin sıkıntısı içerisinde paniğe düştüler. Bu panik evet demelerini geciktirdi. Evet sözü gecikince de, Allah bütün âlemlere bir anlamda siz bilirsiniz. Kapatıyorum öyleyse! anlamına gelen bir cereyan kesikliği verdi ve alemler, kendi üzerlerinde yavaş yavaş buruşmaya, kapanmaya, dürülmeye başladılar. Bütün alemler yok oluyordu. Ta ki içlerinden birisinin Evet" diye bir ses çıkarana kadar. Allah o kadar mutlu oldu ki, bütün eşyanın yeniden var olmasına, yaşamasına izin verdi. Hatta bu izin verişteki coşku, gelecekteki varlıkların yaratılmasına vesile oldu. ‘Evet’ dedi ve büyük bir itaatle secde etti. Hemen arkasından bir kısmı daha secde etti. O anda kimisi rükuda kaldı, kimisi yarı rükuda kaldı, kimisi ise eğilememişti bile. Tanrı buradaki secde şekillerine göre insanları yeryüzünde yan yana koyacak; aynı secdeye sahip insanları birbirine akraba kılacak, aynı milletlere, aynı ümmetlere koyacaktı. Yaratıcının kurduğu düzen öylesine zaman ve mekandan bağımsızdı ki insanın yeryüzündeki çabası Kalubeladaki secdesini etkileyecekti. İnsanların dünyada yaptıkları her şey, diğer taraftaki manevi varlıklarını etkileyecekti. Yani insan ete kemiğe bürünmüş olarak dünyaya gönderildiğinde kendisine verilecek kısa süre içerisinde başlangıçtaki secdesini yaşayacaktı ve bu secdesini düzeltmek için çalışacaktı dünyada. ‘Rabbiniz miyim’ sorusuna ‘evet’ yanıtını alarak insanı kendisine şahit tutmuştu yaratıcı. Bu O’nun tarzıydı. Hiç dönmeden dünyaya bakan ayı dünyaya şahit tutan Tanrı, ‘Bu soru bize öğretilmemişti’ denmesin diye bu şahitliği gerçekleştirmişti. İnsan dünyadaki yaşamında bu soruyu ve verdiği cevabı zihnen hatırlamayacak, ancak beynindeki karar verme ile ilgili bölümünde bir filtre gibi duracaktı. Verilecek her karar bu filtreden geçecekti. Yani insan beyninin alacağı kararlara göre uygulamaya geçtiği tüm fiiller şahitlik bilgisi dışında gerçekleşmeyecekti. (şekil 1) Öyle ki; insanlar yeryüzündeki hayatlarında bir tehlikeyle karşılaştıklarında, inanmadıklarını söyleyenler dahil hissedecekleri bu ilahi gerçeklikle ‘Allah’ deyip O’ndan yardım isteyeceklerdi. İnsanlar ‘keşke dünyaya hiç gelmeseydik, bu sınava hiç tabi olmasaydık’ diyemeyecekti, çünkü bu sorumluluğu bilerek ve isteyerek kendileri yüklenmişlerdi.

    İnsanların Kalu Bela’daki ‘Evet, Sen bizim Rabbimizsin’ sözü, Yaratıcı’ya karşı O’nu birleyen, ondan başka hiçbir ilah kabul edilmeyeceğine dair bir sözdü. Dünya hayatında bu söze sadık kalarak yaşamaları ve kendilerine verilen her emaneti korumaları gerekiyordu. Neydi bu emanetler? Her şey emanetti aslında. Vücutları birer emanetti, onun temel ihtiyaçlarını karşılamalı ve onu hastalıklardan korumaları gerekiyordu. Nefsleri de emanetti, onun sınır tanımaz isteklerine dur demelilerdi. Eşleri ve çocukları birer emanetti, onları kötülükten uzak tutup iyiliği göstermekten sorumlulardı. İnsanlara verilen akıl, bilgi, mal, mülk birer emanetti, bunları yerli yerinde kullanmaları gerekiyordu.

    Allah Adem’e şekil verdikten sonra ilahi huzurda meleklerin karşısına çıkardı. Yerden devasa parlak bir ışık huzmesi şeklinde yükseliyordu Adem. Nabız gibi atan enerjiden oluşmuş parlak gövdesi göz kamaştırıcıydı. ‘Adem için saygıyla eğilin’ dedi. İblis haricinde bütün melekler eğildi. Cin türünden bir varlık olan ve meleklerden farklı olarak irade sahibi olan şeytan saygıyla eğilenlerden olmadı. Evet cin türünden olan iblis, kendi geçmişindeki çalışmaları, azmi ve bilgisi ile meleklerle aynı makama yükseltilmişti. Şeytan tüm secde etmiş meleklerin arasında yalın bir ateş şeklinde dimdik duruyordu. Dumansız saf ateş şeklindeki sureti yükselen sarı renkteyken asi cevaplar verirken yeşilimsi aleve dönüyordu. Azgınlaştıkça kızıllaşıyor ve tepesinden boynuza benzer çıkıntılar beliriyordu. Sanki üst alemdeki tüm ışık iblisin üzerine dolmuştu. Kor gibi olmuş, tam bir alev topu gibi etrafındaki tüm fotonlarını üzerine çeken bir mıknatıs gibiydi.

    Asla yargısız infaz, savunmasız cezalandırma yapmayan Allah, ‘Seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu’ diye sordu. ‘Ben ondan daha hayırlıyım, beni ateşten yarattın onu ise çamurdan’ dedi. Adem’e secde etmeyen İblis, buna kendi sahip olduğu bir bilginin değer ölçüsünden ötürü kalkışıyordu. Bu değer ölçüsüne göre ateş, yaratılış bakımından topraktan üstündü. Ateş nasıl topraktan üstün olabilirdi ki? Ateş, tabiatı gereği ifsat edici, düzen bozucu idi, toprak ise değildi. Ateşte hafiflik, hiddet ve şiddet vardı, toprakta ise sükunet. Ateş, içindekini yakar ve yok ederdi, toprak ise bereketlendirir, büyütürdü. Ateş daima toprağa muhtaçtı, toprak ise ateşe asla muhtaç değildi. Bir zamanlar Allah’ın sevgili hizmetkarı olan bu cinni varlık şimdi isyan bayrağını çekmişti. ‘Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orda büyüklük taslaman haddin değil. Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın’ dedi ve şeytanın altında siyah spiral bir huzme belirdi. Huzme iblisin enerjisini sömürerek git gide büyüyor, iblisin ışığı ise an be an sönükleşiyordu. Ruhun ışığını bile yutacak kadar karanlık bir deliğin etrafında ışık lekeleri yüzüyordu. Evet varlık aleminden yokluğa terk ediliyordu ki ‘Allah’ım’ diye nida etti pişmanlığını ifade edercesine. Allah, şeytanı isyan etmesine rağmen ona fırsat tanımıştı, hatasını anlayıp tevbe etsin diye. Siyah huzmenin kalkışının verdiği cesaretle ‘Öyleyse bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver, beni azdırmana karşılık yemin ederim ki insanlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım, onlara dünya tutkularını ve isyanı süsleyip çekici göstereceğim, onların çoğunu saptıracağım ve sen onların çoğunu şükredenlerden bulamayacaksın’ dedi. Evet şeytanda pişmanlık yoktu, adeta meydan okuyordu yaratıcısına. Kibri o kadar büyüktü ki işi intikama çevirmişti. Allah, ‘Sen süre verilenlerdensin, and olsun onlardan sana kim uyarsa sizin hepinizi cehenneme doldururum. Şimdi yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan’ diyerek iblise son sözünü söyledi ve tevbe imkanını kullanmayıp inat ve küfründe ısrar eden iblisi ilahi huzurundan kovdu ve onu bulunduğu makamdan indirdi. Büyüklenen şeytan, küçüklerin küçüğü, aşağılıkların aşağısı durumuna düşmüştü.

    Her şeyi bilen, her şeye muktedir olan Allah

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1