Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Çanakkale -1915
Çanakkale -1915
Çanakkale -1915
Ebook461 pages3 hours

Çanakkale -1915

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

   Çanakkale Savaşı üzerine özellikle son yıllarda yazılan kitaplarda doğru ve dürüst yaklaşımlara da, cehaletin, aymazlığın, tarihe ihanetin ve yalanın bin bir türlüsüne de rastlamak mümkün…


Öylesine şaşkınlık yaratacak örnekler var ki... Kimisi, deniz savaşları (18 Mart) ile Gelibolu’daki kara savaşlarını (25 Nisan) kronolojik olarak ayırt edebilecek bilgiden bile yoksun!


Çünkü gerçeği ideolojiye kurban etmeyi kafaya koymuşlar bir kere… Tek amaç, her ne pahasına olursa olsun Çanakkale’den Mustafa Kemal’in adını silip atmak…


Mustafa Kemal’in adı geçmesin, Mustafa Kemal o başarıdan pay almasın yeter! Varsın verdikleri tarihler de, sayılar da, orduların muharebe düzenleri de yalan-yanlış olsun, ne çıkar!


Meydan boş zannedilmesin...


İşte polemik konuları, yalanlar, iftiralar ve tarihi gerçekler...


 


 --- YAZAR ÖZGEÇMİŞ-----


Tayfun ÇAVUŞOĞLU (1964 / …)


  Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Alman Dili Anabilim Dalı (1985) mezunu. Öğrenciyken 1983 yılı başlarında Türk Haberler Ajansı (THA) Bursa Bürosu’nda muhabirliğe başladı. Bursa’daki yerel gazeteler Hâkimiyet, Olay, Bursa hâkimiyet ve Kent gazetelerinde muhabir, istihbarat şefi, haber müdürü, yazı işleri müdürü olarak çalıştı. Bursa hâkimiyet ve Bursa Haber gazetelerinde genel yayın yönetmenliği görevinde bulundu. Halen Bursa yerel basınındaki çalışmalarını sürdürüyor.


  Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Bursa Şubesi’nde iki dönem (1997-2001) başkanlık yapan Tayfun Çavuşoğlu, Bursa Gazeteciler Cemiyeti’nde (BGC) bir dönem (2009-2012) yönetim kurulu üyeliğinde de bulundu.


  Basın meslek örgütlerinden çok sayıda ödül de alan, sürekli basın kartı sahibi Tayfun Çavuşoğlu, İngilizce Öğretmeni Nesrin Çavuşoğlu ile evli olup, Altuğ ve Alper’in babasıdır.


  İlk kitabı “Çanakkale 1915, İftiralar, Yalanlar, Polemikler”, 2014’ün şubatında Kastaş Yayınevi (İstanbul) tarafından yayınlandı.

LanguageTürkçe
Release dateNov 5, 2016
ISBN9786059654791
Çanakkale -1915

Related to Çanakkale -1915

Related ebooks

Reviews for Çanakkale -1915

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Çanakkale -1915 - Tayfun Çavuşoğlu

    ÇANAKKALE

    1915

    İftiralar – Yalanlar - Polemikler

    TAYFUN ÇAVUŞOĞLU

    ©

    TAYFUN ÇAVUŞOĞLU

    tayfuncavusoglu@gmail.com

    http://www.tayfuncavusoglu.com

    2016

    Yazarı (Author): Tayfun ÇAVUŞOĞLU (Turkish Journalist & Author)

    Sayfa Düzenleme & Grafik Tasarım: e-KiTAP PROJESİ

    Kapak Tasarımı: © E-Kitap Projesi

    Editorial: Murat UKRAY

    Yayıncı (Publisher): http://www.ekitaprojesi.com

    Yayıncı Sertifika Numarası (Publisher Certificate Number): 32712

    Istanbul, Kasım (November), 2016

    e-ISBN: 978-605-9654-79-1

    Cevap ve yorumlarınız için:

    {For reply and your Comments}

    www.ekitaprojesi.com/books/canakkale-1915

    www.facebook.com/EKitapProjesi

    www.facebook.com/Canakkale.1915.kitap

    © Bu eserin basım ve yayın hakları yazarın kendisine aittir. Fikir ve Sanat Eserleri Yasası gereğince, izinsiz kısmen veya tamamen çoğaltılıp yayınlanamaz ve paylaşılamaz. Kaynak gösterilerek kısa alıntı yapılabilir.

    İÇİNDEKİLER

    ÇANAKKALE 1915

    İftiralar – Yalanlar - Polemikler

    Yazar Hakkında

    SUNUŞ

    15 Temmuz Paralel Darbe Girişimi

    E-Kitap İçin Önsöz

    1. Baskı / Önsöz

    I - Çanakkale’yi farklı bir gözle okuyun!

    II - Tarihi polemikler

    Resmi tarih denen şey ne ola ki!

    Polemiklerle nereye varmak istiyorlar?

    Mustafa Kemal’e neden saldırıyorlar?

    Çanakkale zafer midir?

    Belgeler, kitaplar, tarih ne diyor?

    TRT’nin Çanakkale Özel Programı

    Bizimkileri, kim neyle kandırdı?

    İşte gerçekler

    Rütbelere bir göz atsaydınız!

    Yalanlama İngiliz’den

    III - ‘Çanakkale Savaşı ilk günde biterdi’

    O tertibat değişmeseydi

    Liman Paşa’ya eleştiriler

    İşte Mustafa Kemal’in Enver Paşa’ya yazdığı o mektup

    Von Sanders görevini yaptı

    IV - Kim olsa, o emri verebilir miydi?

    Anzak Koyu çıkarması

    Esat Paşa’nın Anıları – Polemik

    V - Enver Paşa - Liman von Sanders -Mustafa Kemal

    Çanakkale’de kazanılan müthiş özgüven

    Araları hiç sütliman olmadı

    Sarıkamış dramı

    O tümenin yerini bilen var mı?

    Kanal macerası

    Savunma düzeni aynı kalsaydı

    Belgeler

    …Ve perde kapanıyor… Karşılaştımalı zayiat…

    Müttefikler Gelibolu’dan çekiliyor

    En yakın tanığın ifadeleri… Cevat Abbas anlatıyor

    Mustafa Kemal’in ilk Çanakkale fotoğrafı

    Bulgar gazetecinin gözüyle Mustafa Kemal ve Enver Paşa

    Kemal ve Enver

    Sicildeki karışıklığın nedeni

    VI - Osmanlı için savaş tam tamları çalarken!

    Babıâli Baskını

    Karşı darbe girişimi

    Polemiğin sonu yok

    Balkan savaşlarından çıkarılacak dersler

    Yeni ordu için önemli adım

    Büyük hezimetin sonuçları

    VII - Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’na nasıl girdi?

    Kısmi başarılar işe yaramadı

    Rus saldırısı mı var, Osmanlı tertibi mi?

    Çanakkale tahkimatına ilk bombardıman

    Mesudiye zırhlısının acı sonu

    19-25 Şubat 1915 / Müttefikler saldırıyor

    Bir kahraman: Bigalı Mehmet Çavuş

    VIII - 18 Mart Deniz Savaşı

    Havranlı Seyit Onbaşı

    IX - Kara harekâtına hazırlık

    Hamilton’un çıkarma planları

    Truva Atı River Clyde

    Liman von Sanders’in savunma planı

    X - 25 Nisan 1915 Çıkarma günü

    25 Nisan 1915 – Arıburnu çıkarması

    Ast rütbeli ama dâhi komutan

    ‘Namlumun ucundaydı ama vuramadım’

    Size ölmeyi emrediyorum

    Seddülbahir’e asker çıkarma planları

    25 Nisan / Y Kumsalı çıkarması (Pınariçi)

    25 Nisan / X Kumsalı çıkarması (İkiz Koyu)

    25 Nisan / S Kumsalı çıkarması (Morto Koyu)

    25 Nisan / W ve V Kumsalı çıkarmaları

    Ezineli Yahya Çavuş

    Binbaşı Mahmut Sabri Bey

    ‘Önce tek el silah patladı’

    25 Nisan / Kumkale’ye Fransız çıkarması

    XI - Kara savaşları

    Birinci ve İkinci Kirte Muharebeleri (28 Nisan / 6-8 Mayıs)

    Muavenet-i Milliye ve HMS Goliath

    Çanakkale’de denizaltı savaşları

    Üçüncü Kirte Muharebesi (4-5 Haziran)

    Kerevizdere ve Sığındere muharebeleri

    XII - Arıburnu Muharebeleri

    XIII - Ağustos 1915 Kuzey yanıyor

    9 Ağustos 1915 - Anafartalar’da büyük zafer

    10 Ağustos: Conkbayırı Muharebesi

    2. Anafarta Muharebesi

    Çok başarılı bir kaçış!

    KAYNAKLAR

    Yazar Hakkında

    Tayfun ÇAVUŞOĞLU (1964 / …)

    Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Alman Dili Anabilim Dalı (1985) mezunu. Öğrenciyken 1983 yılı başlarında Türk Haberler Ajansı (THA) Bursa Bürosu’nda muhabirliğe başladı. Bursa’daki yerel gazeteler Hâkimiyet, Olay, Bursa hâkimiyet ve Kent gazetelerinde muhabir, istihbarat şefi, haber müdürü, yazı işleri müdürü olarak çalıştı. Bursa hâkimiyet ve Bursa Haber gazetelerinde genel yayın yönetmenliği görevinde bulundu. Halen Bursa yerel basınındaki çalışmalarını sürdürüyor.

    Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Bursa Şubesi’nde iki dönem (1997-2001) başkanlık yapan Tayfun Çavuşoğlu, Bursa Gazeteciler Cemiyeti’nde (BGC) bir dönem (2009-2012) yönetim kurulu üyeliğinde de bulundu.

    Basın meslek örgütlerinden çok sayıda ödül de alan, sürekli basın kartı sahibi Tayfun Çavuşoğlu, İngilizce Öğretmeni Nesrin Çavuşoğlu ile evli olup, Altuğ ve Alper’in babasıdır.

    İlk kitabı Çanakkale 1915, İftiralar, Yalanlar, Polemikler, 2014’ün şubat ayında Kastaş Yayınevi (İstanbul) tarafından yayınlandı.

    ***

    SUNUŞ

    Ortaçağ dönemi Anadolu’dan da söz etsek, Yeniçağ’ın Osmanlı İmparatorluğu’na da göz atmış olsak, bazı olaylar var ki bir sis perdesi üzerini örtüverir... Hele Osmanlı İmparatorluğu’nun son günleri, işgaller, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in ilanına gelindiğinde... Özellikle de, saltanatı ve hilafeti ilga eden, laik cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal’in adını itibarsızlaştırma konusunda atılır adımlar, Cumhuriyet’in ilk yılları hedef tahtasına konulur...

    Aklı başında, belge-bilgi ortaya koyup, aklı selimi dillendiren, olayları olduğu gibi anlatma konusunda bilim namusuyla hareket eden tarihçilerin söylediği-yazdığı anlattığı bir tarih de vardır Türkiye’de, dedikodu tarihi ve dedikodu tarihçileri de... Adı üstünde, dedikodu... Belge-bilgi bulmaya filan gerek yoktur, aklına eseni yazarsın.. Alıntılar yoluyla silsile halinde yayılır gider... Yalan, yalanın yetmediği noktada iftirayla... İstediğin ortamı yaratırsın... İşin ilginci, inanacak binlerce insanı da bulursun...

    Örneğin... İstiklal Mahkemeleri ve bu olağanüstü mahkemelerdeki yargılamalar, sanıklar, tanıklar, olaylar, cezalandırmalar... Bu mahkemeleri anlatan birçok kitap var piyasada... İskilipli Atıf Hoca ve arkadaşlarının yargılanması da bu davalardan biri... Atıf Hoca yargılanıyor, çok uzun bir savunma yapıyor, tanık (ve sanık) arkadaşları onu savunan bir şey söyleyemiyorlar. Ceza veriliyor ve infaz ediliyor... Aradan zaman geçiyor... İskilipli Atıf Hoca’yı yargılayan İstiklal Mahkemesi Başkanı’nın idam hükmünü peşin peşin verdiğini, Önce asalım sanığı... Sonra tanıkları dinleriz dediğini yazan, anlatan kitaplar, hatta tv dizileri türüyor... Güya İskilipli Hoca önce asılmış, sonra yargılanmıştır. Hatta, bu nasıl bir hınç ise, bir kere asılmış, indirilmiş, bir daha asılmıştır. Hiçbir belgeye, bilgiye, tanıklığa dayanmadan bu yalanlar anlatıla anlatıla, tekrarlana tekrarlana genel kabul görür hale geliyor.

    Bu ve benzer örnekler o kadar çok ki, yalanla, iftirayla çarpıtılmış uydurma bir tarih, kindar nesil yetiştirmenin en önemli anahtarlarından biri oluyor. Türkiye’de kitap ve özellikle tarih okuyan herkesin farkına vardığını düşündüğüm bu sakat yaklaşıma bir türlü ad koyamamıştım... Sonra bir gün... Paralel kelimesi ülkemizin gündemindeki yerini alıverdi... Paralel devlet, paralel yapı...

    Bir yanda, Türkiye’nin neredeyse tüm aydınlarına kurulan kumpaslarla, yalanla, iftirayla, birbirinden iğrenç davalarla, Cumhuriyet kazanımlarını birer birer ortadan kaldırmayı amaçlayan gizli ajandalar... Bir yanda; Türkiye’yi laik, barışçı, batılı devlet görüntüsünden uzaklaştırıp, mezhep çatışmalarının tarafı bir ortadoğu ülkesine dönüştürmeye dönük zihniyet... At izinin it izine karıştığı ideolojik kavga... Ve bu kavgayı ortaya koyarken kullanılan paralel yapı, paralel devlet tanımları... Aslında bu konulara hiç girmeyecektim... Ama sıklıkla kullanılan "paralel yapı"tanımı beni kendiliğinden bu noktaya getirdi.

    Üstelik bu paralel kelimesi pekala benim anlatmak istediğim şeyin ta kendisiydi... Aynı yönde yol alan iki tren gibi... Yan yana... Gerçek tarih ve paralel tarih... Birinde gerçekle karşı karşıyasın, diğerinde ise ustaca ambalajlanmış yalan ve yalanın yetmediği noktada da iftirayla... Dolayısıyla ülkemizin bugünkü siyasal iklimini yıllardır besleyen tarihsel etkenin işte bu sözünü ettiğimiz paralel tarih olduğunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz.

    Mustafa Kemal aleyhinde estirilmeye çalışılan rüzgarlar, son yıllarda iyice yaygınlaştı. İktidarın buna izin veren, kimi zaman teşvik eden yaklaşımları da etkili oldu. Milli bayram kutlamaları tavsadı, tavsatıldı... Dini yaklaşımlar ön plana çıkarıldı... Fethullah Gülen Cemaati adıyla tanıdığımız, 17/25 darbe girişiminin ardından adı FETÖ terör örgütü olarak devlet kayıtlarına geçen bu grup tarafından, 23 Nisan’ın milli bayram olarak geri plana atılmasını sağlamaya dönük Kutlu Doğum Haftası miladi takvimle hep 23 Nisan haftasına denk gelecek şekilde yaygınlaştırıldı. Oysa Hz. Peygamber’in doğum günü mevlit kandiliyle ve hicri takvimle zaten kutlanageliyordu. Kutlu Doğum Haftası adı verilen garabetle, iki ayrı doğum günü oldu. Bu konu fiilen dindar çevrelerde de tartışılıyor ama gerek Diyanet İşleri Başkanlığı ve gerekse iktidar partisi, tartışmaları hiç gündemine almıyor. Örneğin Müslüman din görevlilerinin üye olduğu Din-Bir-Sen Genel Başkan Yardımcısı Yusuf Adli, birçok internet sitesinde de yayınlanan yazılı bir açıklama yaptı. Adli açıklamasında, her yıl nisan ayında yapılan Kutlu Doğum Haftası ile diğer aylara denk gelen Mevlit kutlamalarının Müslümanların kafasını karıştırdığını savunarak, Bu yanlış uygulamadır. Bundan derhal dönülmelidir dedi. Adli, açıklamasında şunları söyledi:

    İslam literatüründe Hz. Peygamber (s.a.v)ın doğum günüyle ilgili çeşitli tarihler verilmektedir. İslam dünyasında Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v)’ın doğum tarihi Mevlit Kandilinin kutlandığı gece olarak genel kabul görmüş ve konuyla ilgili çeşitli kutlamalar başta ülkemizde olmak üzere İslam âleminde bu tarihte yapılmaktadır. Mevlit kutlaması, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in doğduğu geceye denk gelmesi nedeniyle yapılmaktadır. Mevlit Kandili kutlaması Hicri takvime göre hesaplandığından her yıl bu tarih 10 gün önce gelir. Dinimizce kutsal gün ve gece olarak kabul edilen günlerin Hicri takvime göre hesaplanması gerekir. Miladi takvime göre yapılan hesaplama kutsal gün ve gecelerin tarihlerini değiştireceğinden sakıncalıdır. İslam’da birliğin sağlanması gerekir. Bunu bozacak yanlış uygulamalardan şiddetle kaçınılması gerekir. Kaldı ki böyle bir uygulama İslam kültüründe yoktur. 1989 yılında hangi düşünce ile uygulandığı belli olmayan yanlış bir uygulamadır. İslam kültüründe olmayan bir uygulamanın dayatılması sakıncalıdır.

    Adli, Din-Bir-Sen’in önerilerini de dile getirdi:

    Kutlu Doğum’u Mevlit Kandili ile birlikte yapmak birliği sağlayacaktır. Mevlit Kandilinin icra edileceği tarihte Kutlu Doğum yapılabilir. Bir hafta çeşitli etkinliklerle Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in doğumu kutlanabilir. O’nun insanlığa kattığı değer, toplumsal yaşamın şekillenmesinde, insanlığın huzur, mutluluk, beşeri ilişkiler v.b. sosyal yaşamı etkileyen varlığının daha iyi anlaşılması sağlanabilir. Bu itibarla 20 Nisan’da yapılan Kutlu Doğum yanlışlığından bir an önce dönülmelidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in mübarek doğumunun bir yılda iki defa kutlanması Müslümanların kafasını karıştırıyor ve kuşkuya neden oluyor. Bunun önlenmesi zorunludur. Sayın Başkanımız Görmez, bu önerimizi dikkate almalı ve üzerinde ciddiyetle durarak bu yanlışlığın düzeltilmesini sağlamalıdır. Müslümanların beklentisi ve talebi bu yöndedir.¹

                  1-http://www.mihraphaber.com/haber/kutlu-dogum-haftasi-yanlis-bir-uygulamadir-80038.html

    Tahmin edileceği üzere, Diyanet İşleri Başkanlığı Din-Bir-Sen’in bu talebini görmezden geldi. Kutlu Doğum Haftası, bu açıklamaya da inat, miladi takvimle bir kez daha kutlandı. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir düsturunun yerini kimilerinin anlayışında çoktan Egemenlik kayıtsız şartsız Allahındır sözü aldı. Artık dindar anayasa talebi gelişigüzel dillendiriliyor. TBMM Başkanı’nın 23 Nisan 2016 Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın birkaç gün sonrasında söylediği sözleri İHA haber bülteninden aktararak hatırlayalım.

    İslam Ülkeleri Akademisyen ve Yazarlar Birliği tarafından Yeni Türkiye Konferansları ve 6. Yeni Türkiye ve Yeni Anayasa konulu konferans düzenlendi.

    ...Konferansta konuşma yapan TBMM Başkanı İsmail Kahraman, adaletten ayrılmamanın önemine dikkat çekerek, ...Yeni anayasa önce insan demelidir. Devlet vatandaşın hizmetindeki bir örgüt olmalıdır. Bizde anayasalar tersine, devleti koruyan anayasalar olmuştur. Bunu millet istediği gibi yazar, kalemi alır ve yayınlar. Çünkü kendini bağlayacak, yönetecek ya da kendine hürriyet tanıyacak kendisi tespit edecek. Yok kurucu irade şöyle dedi, yok kurucu irade böyle dedi, denmez. Kurucu irade milletin ta kendisidir diye konuştu.

    ...Geçerli olan 1982 Anayasası’nda Allah lafzına hiç rastlanmadığını bildiren Kahraman, Dediğimiz gibi bu anayasanın herhangi bir yerinde Allah lafzına rastlanmıyor ama anayasalar inanca göre tasnif edildiğinde bu 1982 Anayasası da 1961 Anayasası da dindar anayasalardandır. Neden mi? Diyanet İşleri Başkanlığı idare içerisinde vardır. Resmi tatiller, Kurban Bayramı, Ramazan Bayramı, din dersi zorunludur ve inanca dayalı bir yapısı vardır. Yani seküler değildir, dindar anayasadır. Laiklik tarifi de ona göre olmalıdır. Laiklik zaten yeni anayasada olmamalıdır. Dünyada 3 anayasada laiklik vardır. Bunlar Fransa, İrlanda ve Türkiye’dir. Tarifi de yok. İsteyen bunu istediği gibi yorumluyor. Böyle bir şey olmamalı. Bir gazete benim için birlik olarak benim için bir anayasa metni hazırladılar. Laiklikten hiç bahsetmiyor. Evet, herkes dini inancında, bunu yaşamada ve ifade etmekte hürdür. Fransa’daki anlayış da bu. Allah demeyeceksiniz, Allah Allah. Ölürken mi diyeceksiniz... dedi.²

                 2- http://www.iha.com.tr/haber-meclis-baskani-kahramandan-onemli-aciklamalar-554258/

    Gelinen nokta işte bu! Her faaliyetini din ölçüsü ile ele alan kesimlerin Mustafa Kemal alerjisini saklama ihtiyacı son zamanlarda tümüyle ortadan kalktı... 2016’ya geldiğimizde, Çanakkale Savaşı’nı anma törenlerinde, zafer kutlamalarında, bu zaferin gerçek mimarı olduğu konusunda tüm dünyanın sözbirliği ettiği bir komutanın, Mustafa Kemal’in adı artık anılmıyor bile...

    15 Temmuz Paralel Darbe Girişimi

    Paralel Tarih sadece tarihin manipülasyonu olarak da kalmadı maalesef... Tam da anlatmak istediğimiz tehlike, gerçeğe dönüşüverdi... İçinde yaşarken, olayların sıcağı sıcağına bir çok şeyin farkına varılamayabiliyor. Bu konuda eminim ki bir çok kitap yazılacak, bugünkünden çok daha fazla detayı öğrenmiş olacağız. Bu kitabın yazımına başlamış ve konuları peş peşe kaleme alma aşamasındaydım ki, Türkiye bir felaket girişimiyle karşı karşıya kaldı: 15 Temmuz Paralel Darbe Girişimi...

    Bazı nedenlerle saati öne çekildiği için gece saat 22.00 sıralarında başlayan hareketliliğin darbe girişimini olduğunun net olarak anlaşılması ve gerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve gerekse Başbakan Binali Yıldırım’ın çağrılarına uyan Türk halkının kadınıyla-erkeğiyle sokağa fırlayıp demokrasiye sahip çıkmasıyla, olası bir büyük felaket atlatıldı.

    Darbe girişimi alarmını veren, Paralel Çete mensubu askerlerin bu hain girişimde başı çektiğini ve karşı konması gerektiğini ilk söyleyen Ulusal Kanal idi. Elektrik faturalarımıza haraç gibi eklenen paylardan beslenen, yandaşlara milyonlar akıttığı halde izlenme oranları yerlerde sürünen TRT’de okutturulan darbe bildirisi, toplumun umrunda bile olmadı. Yabancı haber kanalları ise darbe girişimini, soğuk-tarafsız ve ruhsuz bir ciddiyetle aktarırken, demokrasiden yanaymış gibi görünüp, içten içe darbeyi destekledikleri izlenimine kapıldık...

    Çok izlenen Türk haber kanalları ise darbecilere hiç aldırmadı, demokrasiden, meşru hükümetten yana ve darbeye karşı çok net yayın yaptı. Başbakan Yıldırım telefonla NTV’ye, birkaç saat sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan ise muhalif seslere de yer verdiği için yandaş çevrelerin hedefi haline getirilip çok eleştirilen CNN Türk’e görüntülü cep telefonu aracılığıyla bağlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türk halkını darbe girişimine karşı, demokrasiden yana tavır almaya, sokaklara dökülmeye davet edince, bu çağrının etkisi çok büyük oldu... CNN Türk bu çağrının ardından darbecilerin baskınına uğradı ama iş işten geçmişti artık... Darbeciler psikolojik üstünlüğü ele alma umutlarını, Cumhurbaşkanı’nın CNN Türk’teki canlı yayınıyla birlikte -üstelik hiç elde edemeden- yitirmişti. Anlı şanlı yandaş medyanın ise o geceye ait bir başarı hikayesi kulağıma gelmedi...

    Kısacası habercilikte tarafsızlığı ilke edinmeye çalışan Türk medyası o geceki demokrasi sınavından başarıyla çıktı. Buradan anladık ki, yandaş ve tek sesli medya değil, çok sesli ve demokratik tavır sahibi medya bir ülke için çoook önemlidir. Demokrasiyi yaşatan da, yaşatacak olan gerçek güç de budur...

    Sağcısı-solcusu, genci ihtiyarı, kadını-erkeğiyle Türk halkı soluğu sokakta aldı. 60 tonluk tankları durdurabilmek için otomobilini yola barikat yapanlar da oldu, kurşunların önüne dikilenler de... Sivillere, polise, darbe girişimine katılmayan yurtsever asker ve subaylara ateş açıldı. Gözü dönmüş darbeciler, umutlarının sönmeye başladığı saatlerde iyice canavarlaştı, Türk Milleti’nin kalpgahı TBMM’yi bile helikopter ve uçaklara bombalattı.

    Çok acı olaylar yaşandı o gün... Tatbikat ya da terör operasyonu gerekçesiyle zırhlı araçlara doldurulup göreve gönderilen, olanlardan habersiz Mehmetçikler de zarar gördü. Hatta bir Mehmetçik, teslim olduktan sonra linç edilerek öldürüldü. Terör operasyonuna çıkıyoruz diye kandırılıp, aslında bir darbe girişimine karıştıklarını sonradan fark edince şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilemeyen birçok Mehmetçik, halkla karşı karşıya gelince teslim oldu, yumrukla, tekmeyle, palaskayla, kemerle öldüresiye dövüldü. Üstelik tüm bunlar canlı yayında, kameralar önünde oldu... O anlarda göremediklerimizi sonraki günlerde güvenlik kamerası kayıtlarından izledik...

    İşin başka acı yanları ertesi sabah gün ışıyınca ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı’ndan Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarına kadar tüm üst kademenin yaverleri hainlerle işbirliği halindeydi... Hatta hain planın taslakları Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nda hazırlanmıştı. FETÖ diye tanımlanan Fethullahçı Paralel Çete mensubu teröristlerin, yıllardır asker kıyafeti içine kamufle olduğu, emirleri komutanlarından değil, imam adı verilen çete mensuplarından aldığı anlaşıldı... Elleri arkadan kelepçelenen, başlarına bere geçirilip, çuval gibi yerlere yığılan en üst düzey komutanların güvenlik kameralarına yansıyan çaresizliğinin yarattığı travmayı saymıyorum bile... O gece gönüllerimizdeki yerini alan asker-polis-sivil 250 dolayında demokrasi şehidimizin gözü arkada kalmadı. Haince planlanan darbe girişimi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin demokrasiye bağlı diğer güçleri ve Polis Teşkilatının canla-başla çabası sonucunda engellendi.

    Demokrasi Meydanı adını alan yüzlerce meydanda, demokrasi nöbeti tutuldu... Zaman zaman dini ritüel ve söylemlerin çok ön plana çıkarıldığı bu etkinliklerle birlikte iktidar partisinin tutumunda gözle görülür bir yumuşama dikkat çekti... CHP’liler ve Ak Partililer birlikte demokrasi şöleni düzenledi. 15 Temmuz gecesi tüm siyasiler el ele verip darbeye karşı çıktığı için, demokrasi bilinci, kardeşlik duygusu yeniden ön plana çıktı... Üstelik AK Parti Genel Merkezi’ne kocaman bir Atatürk Posteri ve Türk Bayrağı asıldı... Ve bir kez daha anladık ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni ayakta tutabilecek tek ve en önemli güç Türk Milleti’nin demokrasi aşkıdır...

    Bu kitap, binlerce kamu görevlisinin (hakim, savcı, yüksek yargıç, öğretmen, vali, kaymakam, müdür, subay, astsubay vb) ve yüzlerce işadamı ve vatandaşın aynı terör örgütü üyesi olmak, himmet adı altında para yardımı yapmak gibi suçlamalarla gözaltına alındığı, kiminin tutuklandığı, kiminin denetimli serbestlikle tutuksuz yargılandığı OHAL koşulları yaşanırken yazıldı.

    Eli silahlı paralelci teröristlerin yargılanmasına elbette bir itirazımız yok, asla olamaz... Bu çete üyelerinin ve bunlara destek olanların -halen kendini gizlemeyi başaran kriptolar dahil- derdest edilip, devlet içinde sızdıkları, sızmalarına göz yumulduğu tüm birimlerden adeta cımbızla çeker gibi birer birer temizlenmesi, bu ülkenin geleceği açısından gerçekten hayati önemde bir görev... Bunu hukuk çizgisi içinde kalarak başarabilirsek, sapla samanı ayırt ederek gerçekleştirebilirsek, ülke olarak hep birlikte önüne geçtiğimiz bu büyük musibetten çok büyük bir kazanç elde etmiş olacağız...

    * * *

    Yeni baskı için hazırlık yaparken takvimler mayıs 2016’yı gösteriyordu... Henüz düzenlemeler devam ederken, Paralel Tarih’in yarattığı canavarla yüz yüze tanışmış olduk...

    Yıllar boyu sergilenen yalanların, kendi halkını yine kendi devletine düşman etme çabalarının, günün birinde -en azından bir darbe girişiminin sahnelenmesini sağlayacak kadar- başarılı olabileceğini de bizzat yaşayarak gördük...

    Ortada bir gerçek tarih vardı, bir de ona paralel yürütülen yalanlar-iftiralar silsilesi, yani paralel tarih...

    Bu yalan tarih, Cumhuriyet’e, Atatürk’e düşman bir ideolojinin ortak ürünü olarak ve din eksenli bir yapılaşmanın önünü açabilmek adına ve özellikle 1950’den sonra yoğunlaştırılarak üretilmişti. Bu kitabın konusu, Çanakkale Savaşı... dolayısıyla sadece bu dönemle ilgili yalanlara, iftiralara yer vereceğiz. Diğerleri başka bir kitabın konusu olabilir...

    Buyrun, tarihi gerçekler ışığında, paralel tarihi hep birlikte sobeleyelim...

    Kasım 2016

    Tayfun ÇAVUŞOGLU

    tayfuncavusoglu@gmail.com / www.tayfuncavusoglu.com

    E-Kitap İçin Önsöz

    Bu kitabın ilk baskısını 2014 Şubat ayında yapmıştık. Özellikle polemikler konusunda aldığım geri dönüşler, 1950’li yıllardan buyana aralıksız devam eden kafa karıştırma operasyonlarının ne derece etkili olduğunu da çok net ortaya koyuyordu. Bu kitap, gerçekleri dillendirme konusuna yeni bir soluk getirdi.

    Çanakkale Savaşı’nın 100. Yıldönümündeki anma programları ve zafer kutlamaları, kitap ikinci baskıya hazırlanırken gerçekleşti. Bir kez daha gördük ki, bazı siyasi/bürokratik kesimler Çanakkale Savaşı ile Mustafa Kemal adını yan yana anmamak için çok çok özel çaba harcıyor. Bunlara son yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığı da eklendi -artık gelenek haline geldi- 18 Mart haftasındaki Cuma hutbesinde bu yıl da Mustafa Kemal’in adı anılmadı.

    Çanakkale’den Mustafa Kemal’in adını silmeye, 18 Mart’taki zafer törenlerinde ısrarla adını gözden kaçırmaya çalışanlar, bu tavırlarına törenlerin deniz zaferi ile ilgili olduğu gerekçesini dayanak yapmaya çalışıyorlar. Oysa 18 Mart’taki deniz savaşı ile 24-25 Nisan’da başlayan kara savaşları zincirleme gelişmelerdir. Çanakkale Savaşı bir bütündür. 18 Mart’taki deniz savaşı öncesindeki 3 Kasım ve 19-25 Şubat bombardımanları da Çanakkale Savaşı’nın içindedir. Düşmanların tası tarağı toplayıp Gelibolu’dan kaçtığı gece de… Tam da bu nedenle, Çanakkale 1915, Mustafa Kemalsiz anlatılamaz… Adı zikredilmeksizin anlatılırsa eksik olur, yalan olur, yanlış olur…

    Mustafa Kemal’in savaşın başında yarbay olan rütbesinin beş hafta sonra (haziran) albaylığa yükseltildiğini ve savaşın sonuna kadar birliklerini albay rütbesiyle yönettiğini ısrarla görmezden gelme gayretine girenlerin, adını anmak zorunda kaldıklarında hep Yarbay Mustafa Kemal ifadesini ön plana aldıklarına dikkatinizi çekerim... Bu ifadeye de gizli bir anlam yüklemeye çalışırlar...

    Oysa gözden kaçırdıkları detaylar var. Osmanlı döneminde askeri rütbeler ve o rütbelere karşılık gelen askeri kuvvetlerin büyüklüğü, bugünkünden biraz farklıydı. Örneğin Osmanlı ordusunda orgenerallik yoktu. Generallerin rütbe sıralaması, mirliva (tuğgeneral), ferik (tümgeneral), 1. ferik (korgeneral) ve müşir (mareşal) olarak sıralanıyordu.

    Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bugünkü çağdaş yapısında ise ordu komutanlığı için orgeneral, kolordu komutanlığı için korgeneral, tümen komutanlığı için tümgeneral, tugay komutanlığı için tuğgeneral rütbesinde olmak esastır. Bugün TSK’da albaylar alay komutanı, yarbay veya binbaşılar ise tabur komutanıdır. Bölüklere de yüzbaşı veya üsteğmenler komuta eder.

    Gelibolu yarımadasına çıkan İngiliz-Anzak ve Fransız birliklerinde daha 1915’te rütbe-birlik düzeni, aynen bugünkü TSK gibidir. Dolayısıyla Ağustos 1915 itibarıyla Çanakkale’deki müttefik birliklerine baktığımızda, kolordu komutanlarının korgeneral, tümen komutanlarının tümgeneral, tugay komutanlarının tuğgeneral olduğunu görürüz. Daha alt rütbelerde de komuta düzeni bugünküyle aynıdır.

    Osmanlı’nın ordu düzenine gelince.. O yıllarda uygulanan Rütbelerin İndirilmesi Kanunu (Tasfiye-i Rütep), yaşlı paşaların orduyla ilişiğinin kesilmesi ve savaş kayıplarının da etkisiyle durum farklı… 1915’te Çanakkale’deki Türk ordusunda yüzbaşı ve binbaşılar genellikle tabur komutanı olarak karşımıza çıkar ama bazen alay komutanı binbaşılara da rastlarız. Alaylara genellikle yarbaylar komuta eder, yapılaşmada tugaya ender rastlanır, tümen komutanlıklarını da yarbay ve albaylar yürütür. Kurmay albay ve tuğgeneraller (mirliva) ise kolordu komutanı olarak karşımıza çıkar.

    Çanakkale’de tuğgeneral, tümgeneral ve mareşal (müşir) rütbesinde paşalar, ordu komutanı olarak görev yapmıştır.

    Şimdi gelelin asıl can alıcı bilgiye…

    Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal kurmay albaydır ama sadece 9-10 Ağustos’ta Conkbayırı ve Anafartalar’da onun karşısına çıkan düşman kuvvetlerinde 9 general birden sahada bulunmaktadır. Suvla harekâtında Korgeneral Stopfort, Tümgeneral H.V. Cox, Tümgeneral F.E. Johnston, Tümgeneral John Lindley, Tümgeneral Frederick Hammersley; Conkbayırı’nda General Cayley, General Baldwin, General Cooper ve General Collie.

    10 Ağustos’taki Türk taarruzu sırasında Baldwin, Cayley ve Collie ölmüş, Cooper ağır yaralanmıştır.

    Mustafa Kemal ile ilgili yalan-yanlış bilgi ve iftira üretenlere bu durumu nasıl yorumladıklarını sormak gerekmez mi? Madem Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki rütbesi de, savaştaki rolü de önemsizdi, karşısında 9 general birden bulunmasını nasıl izah edeceksiniz?

    Bizim bazı yazarların yarbay küçümsemesinin altında, işte bu hesap bilmezlik yatar.

    Yarbay Mustafa Kemal’in ilk görevi 19. Tümen komutanlığıdır. Emri altındaki birliğin asker sayısı bakımından, rütbesi aslında tümgeneralliğe eşittir. Mustafa Kemal albay rütbesiyle ise Anafartalar Grup Komutanı olarak fiilen orgeneral yetkisi kullanmıştır. Ağustos ayındaki savaşlarda, Gelibolu Yarımadası’ndaki tüm birliklerin yarısından fazlasına (toplam 18 tümenden 10’una, yani 3 kolorduya) komuta etmiştir.

    Osmanlı’nın o dönemdeki kuvvet-komuta düzenini incelemeyenler, Mustafa Kemal’i küçümsemek amacıyla yarbay rütbesini öne sürüyorlar. Çünkü aktardığımız bu detaylar gözden kaçtığında yanılgı dolu yorumlar üretmek kaçınılmaz oluyor… Çaresi yok… Yalan-yanlış-uydurma tarihe karşı, gerçekleri anlatmaya devam edeceğiz…

    Gerçekleri anlatabilmek için hep beraber çaba harcayacağız. Okur desteği ve güveni, paha biçilmez bir hazinedir… Kasım 2016

    Tayfun ÇAVUŞOGLU

    tayfuncavusoglu@gmail.com / www.tayfuncavusoglu.com

    1. Baskı / Önsöz

    Modern Türkiye Cumhuriyeti’ne giden yolun başlangıcıdır Çanakkale Savaşı… Orada kazanılan müthiş özgüven, cumhuriyete giden yolu aydınlatır. Türkiye’nin bugününü anlamak istiyorsanız, önce Çanakkale’yi, Gelibolu’yu, yedi düvele meydan okuyan o müthiş ruhu anlayacaksınız… Sonra Kurtuluş Savaşı’na… Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesine sıra gelecek… Çanakkale’den yükselen ruhun, köhnemiş bir imparatorluktan çağdaş cumhuriyete geçiş aşamalarını, tarihsel olaylar eşliğinde okuyacaksınız. Bu kitabın amacı yüksekten bakan tavırlar ve tepeden inme söylemlerle tarih bilinci oluşturmak ya da yaşatmak değil… Ama kasti yaklaşımlarla tarihi tahrif edenlere asla prim yok.

    Gerçeği -acı da olsa sadece gerçeği- arayan bir yaklaşımla kaleme alınan bu kitapta emeğe saygıyı göreceksiniz… Alıntı yapılan kitapların ve yazarların adlarını, alıntı yapılan bölümleri ‘kaynakça’ bölümünde olanca sadeliğiyle yansıtacağız. Bu kitap, bir tarihçinin değil, namuslu bir gazetecinin bakış açısıyla ama mümkün olan en yalın şekliyle yakın tarihimize ilişkin fikir vermeyi amaçlıyor.

    Dileyenler (hattâ ilgi duyan herkes demeli) kaynakçada belirtilen kitapları da edinerek, mutlaka okumalı… Çünkü geçmişini bilmeyen bir insanlar topluluğundan geleceğe güvenle ve birlikte yürümelerini beklemek mümkün olmayabilir…

    Üstelik yakın tarihimize ilişkin kaynak kitaplar konusunda artık çok şanslıyız. Turgut Özakman’ın derlemesine gore, (Vahidettin ve m. Kemal ve milli mucadele. s. 16) Kurtulus savasi. M. Kemal ve turk devrimi hakkindaki resmi. ozel, turkce ya da yabanci dilde yayinlanmis tum eserlerin sayisi 1941`de sadece 227, 1953`de ise sadece 433`du.³

                  3-Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele", s.16

    Bu sayı 1995’te 7.010 olarak kayıtlara geçiyor. Sayının artık 10.000’i aştığı çok açık. Bir kısım kerameti kendinden menkul yazarların yakındığı ve ‘resmi tarih’ diye niteleyip -güya- küçümsemeye çalıştığı kitapların sayısı 100’ü bile bulmuyor, tüm bu kitapların içindeki oranı da yüzde 1’in altında.

    Kısacası… Gerçek tarih konusunda ne kadar çok bilgi sahibi olursak… Ülkemizin geleceğine daha güvenli bakabiliriz… Çanakkale Savaşları’nda kazanılan zafer, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolda temel taşı anlamı taşır. Mustafa Kemal Atatürk, bağımsızlığın kazanılmasında en önemli ve ilk büyük engeli henüz çok genç bir kurmay subay olarak katıldığı Çanakkale Savaşları’nda aştı.

    Çanakkale Savaşları’nı iki aşamada değerlendirmekte yarar var. Bunlardan birincisi, 1. Dünya Savaşı’nın en kritik döneminde İstanbul’a ulaşmaya ve Osmanlı başkentini teslim almaya çalışan İngiliz ve Fransız donanmasının 18 Mart 1915’de Çanakkale Boğazı’nın karanlık sularına gömülmesiyle sonuçlanan deniz savaşıydı. Türk topçusu ve bahriyelisi Çanakkale Boğazı’nda bir destana imza attı. Nusrat mayın gemisinin döşediği mayınlara çarpan ve en büyük gemileri denizin dibini boylayan İngiliz-Fransız donanması geri dönmek zorunda kaldı.

    Savaşın ikinci aşaması ise Çanakkale’yi denizden geçemeyeceğini anlayan İngiliz ve Fransız ordularının bu kez 25 Nisan 1915 günü Gelibolu yarımadasına çıkarma yapmasıyla yaşandı. Hint ve A.N.Z.A.C (Avustralya-Yeni Zelanda) birlikleriyle de desteklenen İngiliz ve Fransız orduları Gelibolu yarımadasındaki Türk topçu bataryalarını susturmayı ve böylelikle donanmanın kalan bölümünün Çanakkale Boğazı’nı güle oynaya geçmesini sağlamaya çalıştılar. Düşman askeri Gelibolu yarımadasına çıktı çıkmasına ama belli noktalardan fazla ilerleyemedi... Korkunç siper savaşları yaşandı.

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1