Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Bahçemde Bir Gül Açtı
Bahçemde Bir Gül Açtı
Bahçemde Bir Gül Açtı
Ebook362 pages3 hours

Bahçemde Bir Gül Açtı

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Nevres Vacit, kardeşine; ihtiyarlığın kadere razı oluşundan bahsederken bir ayıp gibi saklamak istiyordu. Çünkü kadere rızadaki feragat; bir bağış, kendiliğinden bir bahşediş, bir isyandı. İsyanda işte bu feragatin asaleti yoktu. İhtiyarlık hırsı denilen hayata tırnaklarını takıp, sonuna kadar didişmek, çırpınmak gibi neticesiz, hatta acınacak bir direnişten, ayak direyişten başka bir şey değildi.


Hürrem Hakkı ise, ihtiyarlığı üzerine kondurmamasına rağmen, kuvvetin nerede başlayıp, nerede bittiğini biliyordu. O, yalnız burnunun ucuna konacak sinekleri avlamaya razı olmuş, yorgun, yaşlı köpekler gibi idi. Ürkütmemek, hatta ölü, leş hissini vermek şarttı.


Rasih Nevres, iki ihtiyarın tutmak istediği iki ayrı yolu görüyordu.


Fakat ikisinin de sendelemeden, hatta düşmeden yürüyebilecekleri çok şüpheli idi.


Acaba, hangisi daha çok ümit besliyordu. Nevres Vacit, romanı ile bir hak kazandığına emindi, ümitlenebilirdi. Lâkin Hürrem Hakkı?


Zarafeti ile Belma’yı, etkilediğine, etki edeceğine emindi, onun da ümide düşmek hakkı idi!


Rasih Nevres, Belma’nın biraz evvel söylediklerini düşündükçe, babasıyla amcasına ne derece acımak lazım geldiğine şaşırıyordu. Hatta acımak da kâfi değildi. İki ihtiyarı, kollarından tutup sarsmalı, hakikatin acılığını ve dehşetini anlatmalı idi.


Belma’nın hırsı, ateşi, bu iki yorgun ve halsiz ihtiyarı bir darbede yere serer, öldürür, bir anda yok ederdi. Hem de onların, kendi hayallerindeki planlarından, düşündüklerinden bir tanesini, en küçüğünü uygulama imkanı ve ihtimalini bırakmadan…

LanguageTürkçe
Release dateDec 8, 2023
ISBN9786256629004
Bahçemde Bir Gül Açtı

Related to Bahçemde Bir Gül Açtı

Titles in the series (12)

View More

Related ebooks

Related categories

Reviews for Bahçemde Bir Gül Açtı

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Bahçemde Bir Gül Açtı - Ayşe Hümeyra Eken

    E:\KIYAMET GERÇEKLİĞİ KÜLLİYATI Murat Ukray {2006-2012}\YAYINLANAN KİTAPLAR\Ayşe Hümeyra Eken\Bahçemde Bir Gül Açtı\Bahçemde Bir Gül Açtı.jpg

    BAHÇEMDE BİR GÜL AÇTI

    Yesari Mahmut Esat Serisi-12

    Yayına Hazırlayan ve Osmanlıca Aslından Türkçeleştiren:

    Ayşe Hümeyra Eken

    İSTANBUL

    2023

    Kitabın Adı: BAHÇEMDE BİR GÜL AÇTI Yesari Mahmut Esat Serisi-12

    Yayına Hazırlayan: Ayşe Hümeyra Eken

    Sayfa Düzeni, Kapak ve Grafik Tasarım: Bu Kitap, e-Kitap Projesi tarafından hazırlanmıştır.

    Editör: Murat Ukray (Yazar & Editör & Yayıncı)

    Yayıncı (Publisher): E-KİTAP PROJESİ

    Açıklama: Açıklama: D:\KIYAMET GERÇEKLİĞİ KÜLLİYATI Murat Ukray {2006-2012}\e-KİTAP PROJESİ\e-KİTAP PROJESİ (Dosyalar)\e-Kitap Projesi (Logolar ve Vergi Levhası)\e-kitap-projesi-(logo).gif

    www.ekitaprojesi.com

    Açıklama: ANd9GcR3WgR8MfuOcC2EyyfIVPjZe1WzLm6S7E1TzoJ23hOhNANZ6BDwHw www.facebook.com/EKitapProjesi

    Yayıncı Sertifika No: 45502

    İstanbul, Aralık / 2023

    ISBN: 978-625-7157-43-8

    E-ISBN: 978-625-6629-00-4

    Cevap ve yorumlarınız için:

    www.ekitaprojesi.com/books/bahcemde-bir-gul-acti

    Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: ANd9GcR3WgR8MfuOcC2EyyfIVPjZe1WzLm6S7E1TzoJ23hOhNANZ6BDwHw www.facebook.com/EKitapProjesi

    İletişim:

    humeyra.eken@gmail.com

    © Tüm Hakları Saklıdır

    Bu kitabın tüm yayın hakları e-kitap yayıncılığa aittir. Tanıtım alıntıları dışında izinsiz çoğaltılması yasalarımıza göre suç sayılmaktadır. Böyle bir harekete kalkışmak yerine, bize sorarsanız uygar ve paylaşımcı dünya adına seviniriz..

    Yayına Hazırlayan

    Ayşe Hümeyra Eken

    İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1986 Mezunu. Serbest Avukat olarak çalışıyor. Aynı zamanda T.C. Kültür Bakanlığı Tezhip Sanatçısı.

    Ruşen Eşref'in Geçmiş Günler, Gümüşhanevi Şişmanlığa Mahsus Hıfsısıhha gibi Osmanlı Türkçesi ile basılmış eserleri üzerinde çalışmalar yürüttü. Emine Semiyye’nin Bikes Hiss-i Rekabet Gayya Kuyusu Terbiye-i Etfale Dair Üç Hikâye Muallime Sefalet isimli eserlerini yayına hazırladı. Emir Çoban Kızları serinin altıncı kitabıdır. Yesarizade Mahmut Esat’ın romanlarını da Osmanlı Türkçesinden çalışarak, günümüz Türkçesine uyarlayarak yazmıştır.

    Osmanlı Deniz Savaşları-Barbaroslar kitabının editörlüğünü yapmıştır. Ayrıca Dünya Turu Günlükleri isimli bir seyahat anı kitabı da vardır.

    BAHÇEMDE BİR GÜL AÇTI

    Yüzünün çizgileri sert, mat tenli bir genç kız, beyaz beresini hafifçe yana eğmiş, güneşten kararmış çıplak kollarını, bir sporcu umursamazlığıyla, sallaya sallaya, çevik adımlarla bahçenin önünden geçiyordu.

    Hürrem Hakkı Bey, kendini salıvererek yaslanıp oturduğu geniş hasır koltukta toplandı, doğruldu. Cebinden tek gözlüğünü çıkardı, sağ gözüne götürerek genç kıza dikkatle bakmaya başladı.

    Karşısında oturan açık kumral saçlı, koyu lacivert gözlü genç, kımıldandı, genç kızı selamladı.

    Hürrem Hakkı Bey, merakla sordu:

    - Kim bu Rasih?

    Rasih, hayretle gülümsedi:

    - Tanımadın mı, amca?

    Hürrem Hakkı Bey, tek gözlüğünü, tekrar cebine koymuştu:

    - Nasıl tanıyayım, şimdi kızlar ve kadınlar, her gün aynı simada durmuyorlar ki… Eğer aynada, kendileri de şaşırmıyorlarsa, çok hayret ederim. Demek, ben bu kızı tanıyorum?...

    - Elbette… Halet Hanım’ın kızı Belma!...

    - Bir yanlışlık olmasın!...

    Rasih, Hürrem Hakkı Bey’in alay ettiğini sanıyordu:

    - Belma’yı tanımamanız garip.

    Hürrem Hakkı Bey, kollarını yanına sarkıttı:

    - Buralara gelmeyeli iki sene oluyor, çocuğum… İki sene önce, Belma, küçük bir yavru idi. Şimdi, koskoca bir kız olmuş…

    - Evet, birden gelişti, yaşından büyük gösteriyor!

    - Yalnız o mu, Belma mı? Hepsi, bütün kız çocukları böyle… İp atlar, çember çevirirken, bakıyorsunuz günün birinde, kaşlar alınmış, tırnaklar parlatılmış, saçlar kesilmiş, gözler sürmeli, dudaklar boyalı, hülasa bambaşka bir tip, bambaşka bir durumda ortaya çıkıveriyorlar. Dünkü çocuğun, bugünkü genç kız olduğunu anlamak, ne güç mesele…

    Rasih Nevres, gülerek dinliyordu:

    - Belma, boyalı, sürmeli değildir. Sporcudur.

    Hürrem Hakkı Bey, kösteğini çevirerek, gözleri yarı kapalı, bilinmeyen kokuların, bilinmeyen renklerin, bilinmeyen şekillerin, hazların, zevklerin hasretini çekiyormuş gibi hülya ve rüya dolu bir sesle söylüyordu:

    - Onların da boyası güneştir. Beyaz, ipek derilerini, güneşle karartırlar. Onların lüksü de budur.

    - Şikâyet mi ediyorsunuz?

    - Hayır yavrum, şikâyet etmiyorum. İkisi de güzel, ikisinin de ayrı güzelliği var. Şikâyet ettiğim şey başka… Nasıl dünkü çocuklar, birden genç kız oluveriyorlarsa, bugünkü kızlar da, birden kadınlaşıyorlar!... Şu saçlarıma bak, siyah tel kalmadı gibi… Halbuki ben, aşkıma sadık kaldım, hâlâ evlenmiyorum. Tabiat, aşkıma ihanet ediyor. Tabiatın kanunlarından şikâyet ediyorum. Seneler, o, hain, insafsız seneler, o amansız zaman seli ince, körpe, taze vücutları, güzellikleri kabalaştırıyor, tırnaklayıp değiştiriyor… Beni hep vefasızlıkla, başıboşlukla suçladılar. Ben, aşkımda vefasız değilim… Bütün o çocuklar, büyümekle, gelişmekle, bana ihanet ediyorlar. Sevgililerimin hepsinden bu acıyı duydum, bu yarayı aldım. Beni, perişan ve harap eden, hep o vefasızlar!...

    Rasih Nevres, amcasının sözlerine hayretten kendini alamamıştı:

    - Her an tazesiniz!

    - Sevmek için, ihtiyarlamıyorum. Gönül ihtiyarlamaz ki…

    - Babam değil, asıl siz, romancı olmalı imişsiniz.

    Hürrem Hakkı Bey, kahkaha ile güldü:

    - Onun yazdıklarını, ben uyguluyorum. Bu yüzden halimden memnunum. Peki delikanlı, sen ne yapıyorsun?

    Rasih Nevres, cevap vermedi.

    Hürrem Hakkı Bey, tekrar sordu:

    - Sen ne yapıyorsun? Aşıkların hangi sınıfına yazıldın?

    - Sınıf sınıf mıdır, amca?

    - Tabii çocuğum! Ezeli hayranlar vardır. Suyuna tirit, lafıyla geçinenler vardır. Övünmek için aşık olurlar. Sayılmaz ki…

    - Hangisi iyidir, amca?

    - Zevk meselesidir, kişiliğe göre değişir. Fakat en iyisi, aşık olmamaktır. Elinden gelirse…

    Rasih Nevres, fikrini söylemekten çekiniyormuş gibi susuyordu. Hürrem Hakkı Bey, genç çocuğa, göz ucuyla bakıyordu:

    - Belma’yı nasıl buluyorsun?

    - Güzel, şirin!

    - Fikrini, bana, açıkça söyleyemez misin?

    - Benim tipim değil!

    - Bravo, Rasih… Belma, çok az kadın…

    - Asrın kızı!

    Hürrem Hakkı Bey, ellerini çırpıyordu:

    - Sende, müthiş ilerleme gördüm Rasih… Çok iyi buldun; evet, asrın kızı!

    - Babamın tabiri…

    - Küçültme maksadıyla mı? Yoksa takdirle mi?

    - Takdirle…

    - Nevres Vacit Beyefendi, genç kızlarla ilgilenmeye başladılar demek!

    Rasih Nevres, ruhunun bütün saflığını gösteren bir tebessümle baktı:

    - Genç ruhları incelemek istiyor.

    - Tehlikeli tecrübe…

    Devam edecekti, birden vaz geçti, saatini çıkarıp baktı:

    - Beşe geliyor. Peder Beyefendi, nerede kaldı?

    - Belki bu trenden çıkar.

    - Gözleri çok mu rahatsız?

    - Bir zaman, çapaklanıyor, diye şikayet etmişti. Şimdi yakını görmüyor. Doktorlar, ümit kesmiyorlar ama, bay babamın hiç ümidi yok…

    - Eskiden beri öyledir… Kaçta tren var?

    - Bu gece kalmayacak mısınız?

    Düşünüyorum!

    Rasih Nevres, boynunu bükmüştü:

    - Doğru amca, bizim evimiz, şen ve neşeli değildir. Sıkılırsınız.

    - O, babanın kasvetidir, yavrum! Zavallı anneciğin, çok şen, güler yüzlü, gamsız, neşeli bir kadındı. Nevres Vacid’in sıkıcı ruhu onun da neşesini kararttı. Annen mükemmel piyano çalardı. Fakat köşk komşuları, ya üç, yahut dört kere, piyano sesi duyabildiler. Bey baban, sessizliğe olan ihtiyacından dolayı, şarkı ve çalgının düşmanı idi. Annene; piyano çalma! Demedi. Ama, evden bucak bucak kaçmaya başladı. Annen gibi zeki bir kadın bu durumda ne yapacaktı? Piyanonun kapağını kapadı ve sustu. Seni de ağlatmadan, sessizce büyüttü. Baban, bunları, o kadar tabii buldu, tabii gördü ki teşekkür etmeyi hatırına getirmedi. Annen ölünce, baban, hayatında fazla bir değişiklik hissetmedi. Büsbütün kendi işine çekildi. Bu sessiz, sakin, daha doğrusu ölü hayata, sen de öyle alıştın ki…

    - Alışmadım, amca!

    Hürrem Hakkı Bey, gözlerini açarak doğruldu:

    - Bu havanın ağırlığını ruhundan, kalbinden atabildin mi? Bravo, Rasih, kendini kurtardın demektir!

    - Bu benim, kendi kuvvetim, gayretim değil… Bugünkü hayata uymaya mecburum,

    - Çok doğru!

    - Gülünç olmamak için…

    - Ne meslek tutacaksın?

    - Babamın yolunu takip edeceğim…

    Rasih Nevres’in cevabı, Hürrem Hakkı Bey’in hoşuna gitmişti:

    - Demim beliren ümitlerimi kırdın, geçirdin, Rasih! Tavsiye etmem, çocuğum! Eğer babanın, bir parça da annenin mirası olmasaydı, muharrir Nevres Vacit Bey, bu köşkte oturamazdı. Bu güzelim koltuklara yaslanamazdı, bu cennet gibi bahçede dolaşamazdı.

    - Fakat şöhreti?

    - Bırak, budala olma… Onun üzerinde kaç kişinin gözü vardır, sen biliyor musun? Kaç bencil, aç göz onu yıkmak, devirmek için fırsat kolluyorlardır. Bana değil, bunun acılarını, babana sor. Sana, o, söylesin. Gözleri hasta dedin! Ne yapıyor?

    - Yine yazıyor!

    - Büsbütün kör olmak için mi? Neler yazıyor?

    - Birçok notlar topluyor.

    - Demek daha hazırlık devresinde!

    Rasih Nevres, hızla ayağa kalktı:

    - Bey babam geliyor.

    Hürrem Hakkı Bey, başını sokak tarafına çevirmişti, bağırdı:

    - Bonjur, Vacit…

    Nevres Vacit, onu sesinden tanımıştı:

    - Ooo, hoş geldin!

    Hürrem Hakkı, ayakta bekledi. Nevres Vacit bastonuna dayana dayan ağır ağır yürüdü, şapkasını, bastonunu yorgun bir tavırla masanın üzerine attı, Hürrem Hakkı’nın uzun uzun elini sıktı:

    - Nerelerdesin! Görüşmeyeli iki seneyi geçiyor.

    - Biliyorsun. Viyana’da idim.

    - Evet, bir kartını aldım.

    Nevres Vacit, oğluna döndü:

    - Rasih, bir kahve söyle çocuğum… Hürrem, sen de ister misin?

    - Demin içtim.

    Rasih köşke gitmişti. Nevres Vacit, bir külçe gibi koltuğa yığıldı:

    - Oh, ne kadar yorgunum… Yola dayanamıyorum. Tren, vapur sıkıyor. Hele o tramvayların dönemeçlerde çıkardığı tüyler ürpertici gıcırtı. Sinirlerim bozuldu.

    Hürrem Hakkı, kardeşine bakıyordu. Kendisi üç yaş büyük olmasına rağmen, ondan genç görünüyordu. Nevres Vacit, bu iki senenin içinde daha çökmüş, daha ihtiyarlamıştı. Saçları tamamen beyazlaşmış, yüzü kırış kırış olmuştu.

    Hürrem Hakkı, kendini tutamadı:

    - Sen âdeta ihtiyarlamışsın Nevres!

    Nevres Vacit, dudaklarını büktü:

    - Senin beğenmeyip sırtından attığın seneleri de yükleniyorum.

    - Mersi!

    - Bir şey değil!

    Rasih Nevres, tekrar görünmüştü:

    - Baba, terli isen, içeri girelim, burası serin…

    Nevres Vacit, güldü:

    - Hürrem, gördün mü benim dadımı?

    Sevgi ile oğluna baktı:

    - Terli değilim çocuğum. Trenden çıkınca eczaneye uğradım.

    Hürrem Hakkı, hatırlamıştı:

    - Bugün doktora gitmişsin, ne dedi?

    Nevres Vacit, yumruklarını sıktı, göğüs geçirdi, başını eğdi:

    - Okumak, yazmak, kısaca bütün göz yorgunlukları yasak…

    Rasih Nevres’le Hürrem Hakkı, birbirlerine baktılar. Bir tek kelime söylemeye cesaret edemiyorlardı.

    Nevres Vacit, başını kaldırmıyordu:

    - Niçin susuyorsunuz? Be hakikatin dehşeti, sizi bu kadar korkuttu mu? İçim sızlamıyor desem yalan… Dünyada çok şeyler gördüm, hatta görmemem lazım gelenleri bile… Fakat ebediyen görmek istediğim şeyler de var ki, onları göremeyeceğim. Birçok güzellikleri ancak kokularıyla, sesleriyle ve hatıralarımın kuvvetiyle tanıyacağım. Bu, acıklı bir şey… Lakin benim, en çok yüreğimi sızlatan, bunlar değil… Yazı yazamayacağım ve yazdığımı göremeyeceğim, okuyamayacağım!...

    Rasih Nevres, sesi titreyerek atıldı:

    - Dikte ettirirsin!

    - Buna alışık değilim…

    - Mecbur olunca…

    Hürrem Hakkı, teselli etmeye çalıştı:

    - Yok, efendim, birden karar verme… Kıza bir zaman için doktor yasaklamıştır. Biraz istirahat edince, geçer…

    - Kötümserlikten bir zarar görmedim.

    * * *

    Belma, arkadaşı Ferhunde’nin köşkü önünde durdu, iki elini ağzına boru gibi tutarak bağırdı:

    - Hallo!...

    Orta kat pencerelerinden birinde Ferhunde’nin başı göründü:

    - Hallo!...

    Belma, onu, hazırlanmış bulacağını tahmin etmişti:

    - Hâlâ, hazırlanmadan duruyorsun! Denize gitmeyecek miyiz?

    Ferhunde arkadaşını eliyle içeri çağırdı:

    - Gel… Anlatacaklarım var.

    Belma, köşke girince, Ferhunde, sırtına alelacele geçirdiği sabahlığının eteklerini sürüyerek aşağı indi:

    - Niye bu kadar geç kaldın?

    - Bluzum ütülenmemişti, bekledim, ne yapayım?

    Ferhunde, Belma’nın beline kolunu doladı:

    - Odama çıkalım.

    Yukarı odada, sessizce konuşmaya başladılar. Ferhunde’nin sesinde acayip bir titreme vardı:

    - Rasih Nevres’ten mektup aldım. Bugün denize gelemeyeceğim, misafirimiz var, diyor!

    Belma, ellerini birbirine vurdu:

    - Yalan değil… Köşklerinin önünden geçerken gördüm, bahçede, orta yaşlı bir beyle oturuyordu. Selamlaştık.

    - Amcası imiş!

    - Ne şık adam, Ferhunde… Tek gözlüğünü taktı, beni, tepeden tırnağa kadar bir süzdü, hem de alıcı gözüyle…

    Ferhunde, ilgili görünüyordu:

    - Orta yaşlı diyorsun, halbuki Rasih Nevres’in amcası, Nevres Vacit Bey’in ağabeysidir.

    Belma şaşmıştı:

    - Ağabeysi mi? Hiç göstermiyor. Nevres Vacit Bey daha yaşlı…

    - Öyle duruyor…

    - Nevres Vacit Bey, kafa yormuş… Fakat biliyor musun Feriş, Nevres Vacit Bey, benim çok hoşuma gidiyor. Yorgun yorgun bir bakışı var. Herkes gibi bakmıyor. Kalbinin içinden bakıyor. O beyaz, ipek saçlarını okşamak, okşamak istiyorum. Başını, avuçlarımın arasına alsam, öpsem, okşasam! Durgun su şırıltısı gibi öyle tatlı konuşuyor ki…

    Ferhunde, Belma’nın çenesini tuttu, sıktı:

    - Sen, yavaş yavaş kayın pederime tutuluyorsun galiba?

    Belma bu nükteyi anladı:

    - Kayın pederin mi? Dur bakalım, ne çabuk?

    - Fakat, seninki kadar acayip değil…

    - Ay, sen, ne zannediyorsun? İleri gitme… Küçük bir cilve!

    Ferhunde, elini kalbine bastırdı:

    - Zavallı Nevres Vacit Bey!

    - Niye acıyorsun?

    - Küçük cilvelere, onun kalbi ve sinirleri tahammül edemez ki…

    Belma, biraz gururlu, biraz da alaylı, göğsünü kabarttı:

    - Ben, ona son günlerinde heyecan ve aşk hediye ediyorum!

    - Ne karşılığında?

    - Bir roman karşılığında…

    Ferhunde, imrenerek bakıyordu:

    - Anlaştınız mı?

    - Evet…

    Belma’nın kuvvetle tasdiki, Ferhunde’nin imrenmesini ve kinini artırmıştı:

    - Bana anlatmadın, Belma!

    - Vakit olmadı ki…

    - Peki, ne zaman?

    - Dün gece…

    Ferhunde, Belma’ya sokuldu:

    - Dün gece, Sermet Beylere davetli idiniz.

    - Nevres Vacit Bey de geldi.

    - Rasih?

    - Onun başı ağrıyormuş!...

    Belma, bunu, biraz manalı söylemişti. Ferhunde gözlerini kırptı:

    - Rasih Nevres’in çok esrarengiz halleri var. Vakit vakit eve kapanıyor, bir yerlere çıkmıyor. Köşkte genç akraba kızları, genç hizmetçiler olsa, şüpheleneceğim! Sorduğum zaman, çalışıyorum! Diyor!

    - Okuya okuya alık olacak!

    - Ben, onun çabuk gözünü açarım!... Nevres Vecit Bey, sana, ne dedi? Neler konuştunuz?

    - Gözlerinden şikayet ediyordu: Yazı yazamayacağım! Diye korkuyordu. Sermet Bey’in akrabasından bir doktor vardır ya, o, tehlike olmadığını söyledi. Ben de ona: Benim için, bir roman yazar mısınız? Dedim. Tuhaf tuhaf baktı. Yüzünde renkler uçuştu. Ya, beğendiremezsem? Dedi.

    Ferhunde başını iki yana sallıyordu:

    - İş fena, şekerim… Romanla beraber, kendisini de beğendirmek istiyor, olmalı…

    - Tabii ben, gücenmiş gibi yaptım… Gülümsedi ve söz verdi.

    - Demek, ciddi?

    - Sen, şaka sanıyorsun!

    - Ne romanı yazacak?

    - Bilmem!

    - Onu, söylemedi mi?

    Belma, omuzlarını kaldırdı, kuşkulu kuşkulu baktı:

    - Sormak istedim ama, utandım.

    Ferhunde, Rasih Nevres’ten kulak dolgunluğu olduğu için, bu hususta bilgisi vardı:

    - Roman kahramanını, senin şeklinde tasvir eder, yahut senin ismini koyar, yahut ta doğrudan doğruya armağan eder. Bunlardan hangisi?

    Belma, elini alnından geçirdi, başı ağrıyormuş gibi, şakaklarını sıktı:

    - İyi hatırlattın! Bunu sorarım…

    Ferhunde, arkadaşının talihini için için kıskanıyordu. Rasih Nevres’e kızmaya başladı. Rasih Nevres’in elinden böyle bir şey gelmezdi. Rasih, alelade bir gençti.

    Belma, meşhur olacaktı. Artık onun gururundan geçilmezdi. Devamlı kafa tutuşlar, övünüşler, nispet verişlerden baş alınmayacaktı. Ferhunde, arkadaşını çok, pek çok sevdiği halde, bu yeni duruma tahammül edemeyeceğini anlıyordu.

    Belma, arkadaşının düşündüğünü görünce sordu:

    - Ne susuyorsun?

    - Seni dinliyorum!

    - Düşündün de…

    - Bir şey düşünmedim…

    - Sormayayım mı? Ayıp olmasın!

    Ferhunde’nin, bir şey düşünmedim, düşünmüyorum! Demesi yalandı. Zihninden binlerce şey geçiyor, fakat hangisinde karar kılacağını kestiremiyordu.

    Bu, roman işinden, Rasih’in haberi yoktu. Belki vardı da, Ferhunde’ye söylemiyordu. Ferhunde, önce bu noktayı ele alıp Rasih’e çatacaktı. Eğer Rasih’in haberi yoksa, Ferhunde’den öğrenmiş olacaktı.

    Rasih vasıtasıyla, ilham perisi ni değiştirmek kabil olamaz mı idi?... Bununla Belma’nın, Nevres Vacit Bey üzerindeki tesiri de anlaşılacaktı.

    Fakat oğlunu âlet ederek, babasına tesir etmek, biraz çirkin değil mi idi?... İhtimal bu roman, Nevres Vacit’in son eseri olacaktı. Ona, bu son heyecanı, aşkı, harareti veren kadın için de bir şeref payı ayrılmayacak mı idi?

    Belma, vurdumduymaz bir kızdı. Bunu, göz göre göre kaptırmak, affedilmez bir aptallıktı. Zaten bunu, Nevres Vacit Bey teklif etmemişti ki… Belma’nın arsızlığı idi. Nevres Vacit Bey gibi nazik, hassas bir adam, bir genç kızın teklifini reddeder, isteğini yerine getirmez mi idi hiç?

    Bunu niye Ferhunde düşünememişti? O, önce davranmış olsa, Belma, açıkta kalırdı.

    Belma, arkadaşının sessiz duruşuna sinirleniyordu:

    - Somurtma Feriş, bir şey söyle… Ne yapayım?

    Ferhunde, iyi niyetinden ziyade, durgun suları bulandırmak amacıyla:

    - Bana kalırsa bunu Rasih’e soralım. Dedi.

    - Babasının yapacağı bir şeyi, yazacağı eseri, o, ne bilsin…

    - Babasına soramaz mı?

    - Sen, nereden biliyorsun? Derse?

    - Bu kadar yıllık komşuyuz, dostuz, arkadaşız… Söz arasında, senden duymuş olamaz mı?

    - Nevres Vacit Bey, bunun gizli kalmasını istiyorsa?

    Belma, elleri kalçasında, sallanarak söylüyordu, Ferhunde kızdı:

    - Bir eser yazacak, herkes okuyacak… Bunun gizlisi kapaklısı olur mu?

    - Belki, sonradan bilinmesini istiyordur. Sanatkâr hevesi bu!

    - Bilmiyorum artık. Kendin düşün.

    - Biz, Rasih’e bir kere soralım.

    - Ama, alay tarzında değil, Nevres Vacit Bey’in kulağına giderse gücenir.

    Belma, bahsin uzamasından sıkılmıştı:

    - Haydi, giyin, Feriş…

    - Nereye gidelim?

    - Deniz kenarına doğru uzanalım. Muhtar’ı görürüz.

    Ferhunde, elbise çıkarmak için gardırobu açıyordu, hayretle döndü:

    - Muhtar’la barıştın mı?

    - Dargın mı idik?...

    - Şikâyetlerin cilve mi idi?

    Belma, gülümsedi, ata biner gibi bir iskemleye oturdu, bacaklarını sallamaya başladı:

    - Hareketsiz, heyecansız, ölü aşkı ne yapayım?... Sen, Rasih’le hiç darılmıyor musun?

    Ferhunde, kolsuz, beyaz keten bluzunu başından geçiriyordu:

    - Rasih, kalbimin ciddi cephesi… Onunla şaka edemem…

    - Peki, kiminle şakalaşabiliyorsun?

    - Mazhar’la, Hıfzı ile, çook!

    Belma, kıvrak bir kahkaha ile omuzları sarsıla sarsıla gülüyordu:

    - Yamansın Feriş!

    Ferhunde, içini çekti:

    - Hayat, Belma! Ne yaparsın?

    - Fena görüyorum zannetme.

    - Elbette şekerim. Sen modern kızsın!

    * * *

    Rasih Nevres, büyüdükçe, yaşı ilerledikçe, kalbinde, şüphe halindeki yetinmeyle, imanı artıyordu: Meşhur adamların oğlu olmak hayat başlangıcı için bir talihsizliktir.

    Rasih Nevres, her geçen günün, hatta dakikanın, bu hakikati, daha kuvvetle perçinlediğini görüyordu.

    Küçükken, bu tesiri hissetmemişti. Fakat biraz gelişmeye, kendi fikirlerini kullanmaya, kendi kafasıyla hareket etmeye başlayınca, bir ağır balyoz, bütün manevi varlığı üzerine inivermişti.

    Babasının, en basit teşebbüsüne, en saçma bir fikrine bile itiraz hakkı verilmiyordu.

    Babası Nevres Vacit Bey, her fikrine hürmet eden bir adamdı. En ufak bir itiraz, onun otoritesine bir taarruz, tecavüz demekti. Nevres Vacit Bey, tesir ve nüfuzundan emin adamlara has bir gurur ve sükunetle, herhangi bir itiraz karşısında dikkatle gülümsüyordu. Onun, protestosu bu kadardı. Cevap vermiyor, sükût ederek onunla alay ediyordu.

    Esasen onun ağız açmasına da lüzum yoktu, etrafında binlerce savunucusu vardı.

    Rasih Nevres, bir fikir ileri sürecek olsa, savunucularının amansız tenkitleri başlıyordu:

    - Aman çocuğum. Senin böyle şeylere daha aklın ermez. Bakalım, bir kere bey baban ne diyor. Onun fikrini al… Her şeyi ona danışmalısın. Görmüyor musun? Âlem onun fikrini almaya geliyor!...

    Kökleşmiş kanaatlerin kuvveti, ne kadar çetin olursa olsun, Rasih Nevres’in fikrini ve mantığını eziveriyordu.

    Rasih Nevres, babasına hürmet etmiyor değildi, onun şöhretiyle de iftihar ediyordu. Lakin bu şöhret, Rasih Nevres’in başında, bin bir dikenli bir taç olmuştu. Çekemiyordu, tahammül edemiyordu.

    Bazen bir yerde güzel bir şey söylüyordu. O zaman, şu tarzda bir takdirle karşılaşıyordu:

    - Bravo Rasih Bey, peder beyefendinin nüktelerini hiç kaçırmıyorsun! Hem de yerinde sarf ediyorsun!

    Her fikri, her nüktesi, babasına mal ediliyordu. Rasih Nevres’in hakkı, mülkiyeti yoktu. böyle bir fikri, bir nükteyi babasının yanında söyleyecek olsa ve aynı takdire maruz kalsa, Rasih Nevres, yine bir hak iddia edemiyordu. Çünkü, Nevres Vacit Bey, etrafın takdirini ret etmiyor, kabul eder gibi gülümsüyordu.

    Rasih Nevres’in yavaş yavaş ahlâkı değişiyordu. Manevi varlığını, bu baskı ve zulümden kurtarmak için, çeşitli yollar aradı, çeşitli çarelere baş vurdu.

    Babasıyla aynı fikirde olduğu bir meselede, sırf kendine has kişiliğini tanıttırmak için, tamamıyla ayrı, büsbütün başka bir yol buluyor ve bunu aranılmış bir nükte ile kuvvetlendiriyordu.

    Rasih Nevres, babasına zıt söylediği halde, nüktenin ifade ettiği anlam, Nevres Vacit Bey’in hesabına kayıt oluyordu.

    Rasih Nevres, bu baskı ve zulmü, liseyi bitirip te meslek seçme zamanı gelince, bütün açıklığıyla hissetmişti. Rasih Nevres serbest meslekleri seviyordu. Babası buna şiddetle karşı idi:

    - Hayır… Serbest meslek, senin karakterinle uymaz. Serbest meslekler tehlikelidir. Uzun mücadele seneleri geçireceksin… Gençliğinin en güzel günleri yok olup gidecek!...

    Rasih Nevres, babasının gösterdiği sebepleri, çıkardığı zorlukları, hep o karışık, dolambaçlı engelleri aşıyor ve asıl sebebini de biliyordu. Nevres Vacit Bey, serbest mesleğin bir karakter meselesi olduğunu söylemekle, tehlikelerini saymakla, kendi kuvvet ve meziyetlerini hatırlatıyordu.

    Oğlu, muharrirlik etmek istediğini söyleyince, Nevres Vacit, çıldıracak gibi olmuştu:

    - Muharrirlik ha!... Yani, benim ismimden mi istifade etmek istiyorsun?

    Vah, çocuğum, vah! Hayatta, kendi kendine mevki temin edemeyeceğini anladınsa, yazık, çok yazık sana… Ben, seni hayatta daha kuvvetli görmek isterdim… Seni bir yayınevine tavsiye edebilirim. Hatırımı kırmazlar, ama, orada gereksiz görülen bir kişi durumunda kalırsın. Kendin, çalışarak alnının teriyle mevki yapmalısın…

    Rasih Nevres, isyan etmişti:

    - Bırakın, öyle yapayım!...

    Bu cevap, Nevres Vacit Bey’in gururunu kırmıştı, bir kahkaha attı:

    - Kolay zannediyorsun değil mi?... Çocuk!...

    Rasih Nevres, babasının aldığı vaziyetten, münakaşanın boşuna olacağını anlamıştı. Cevap vermemeye karar verdi. Babası:

    - Hangi mektebe gireceksin?

    Diye sormuştu. Rasih, hiddeti geçince cevap verdi:

    - Siz, hangisini emrederseniz?

    - Peki, senin fikrin, reyin, bir kararın yok mu?

    Tesadüfen orada bulunan Vacit Bey’in takdir ettiği dostlarından bir zat, Rasih Nevres’in yerine atılmıştı:

    - Aman üstat… Rasih Bey’in ne fikri, ne reyi, ne

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1