Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Uzak İstanbul
Uzak İstanbul
Uzak İstanbul
Ebook129 pages1 hour

Uzak İstanbul

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

UZAK İSTANBUL

"Bu hikâye, yaşadıkları; mahallelerde, semtlerde ve evlerde yalnızlaşan, toplumdan soyutlanan insanların var olma çabalarını konu edinmektedir. Osmanlı İstanbul'unun son dönemlerinde iç dünyalarında yaşayan, büyümeyi ve nefes almaya çabalayan insanların, günlük yaşam telaşlarının içerisinde diğer insanların farkında olmadıkları ayrıntılara tutunup veya o ayrıntılarda boğulmasıyla ortaya çıkan yaşam öyküleri anlatılmaktadır."

LanguageTürkçe
PublisherYol Akademi
Release dateJan 25, 2024
ISBN9798224152674
Uzak İstanbul

Related to Uzak İstanbul

Related ebooks

Reviews for Uzak İstanbul

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Uzak İstanbul - Ertan Erat

    UZAK İSTANBUL

    Ertan Erat

    UZAK İSTANBUL

    Ertan Erat

    MYTHOS KİTAP – 49785

    ISBN: 978-625-6864-38-2

    UYARI

    Elinizdeki kitap tablolar ve şekiller gibi görsel öğeler içerdiğinden dolayı, e-kitap versiyonuna çevrilirken kullandığınız elektronik okuyucuya bağlı olarak az da olsa bir takım şekil bozuklukları içerebilir. Kitabın basılı versiyonu bu tür hatalar içermezken, her okuyucunun kullandığı teknolojiye bağlı küçük hatalar içermesi ihtimalinden dolayı affınıza sığınırız.

    Y’ol Kurumsal Hizmetler San. Ve Tic. Ltd. Şti.  Hasan Mevsuf Sokak Aydın Apt. No:2 K:4 ÇANAKKALE

    0 850 244 17 02

    Sevgili Hatice Işıktaş’a desteklerinden dolayı   teşekkür ederim.

    Ertan Erat

    ––––––––

    Eylül 1990 yılında Bitlis’te doğdu. İstanbul Üniversitesi’nde Bilim Tarihi lisans bölümünü ve sonrasında İstanbul Teknik Üniversitesi Sanat Tarihi yüksek lisans bölümünü okudu. Farklı iş alanlarında deneyim kazandıktan sonra editörlük, yapım şirketinde genel koordinatörlük ve son olarak da şu an aktif olarak çalıştığı Fatih Belediyesi Zeyrek Akademi binasında video editör olarak meslek hayatına devam ediyor. İlk kitabı olan Uzak İstanbul ile de yazarlık hayatına adım atmış oldu.

    İçindekiler

    ECELBEŞİĞİ

    BACA

    HAMAL

    MEZAR BEKÇİSİ

    ŞİMENDİFER FERİT

    BEKÂR ODASI

    DERVİŞ

    PANDORA

    PENCERE

    YERALTI

    VAPUR SAATİ

    SAATÇİ KIZ

    Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla,     resimle ya da susarak.

    Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan

    ECELBEŞİĞİ

    Mahallenin dışına, kapıdan icazet alarak çıkmak kendi kendine bir iş sayılırdı. Nedeni, gidiş ve geliş saatini muntazam bir gerekçe ile anlatmaya hazır olmayan kimse kapıdan dışarıya adım atamazdı. Yer yer yıkılmış duvarlarıyla pespaye bir yorgunlukta, omuzundaki onlarca lisanla gelen geçenden yedi ceddini soran sur kapısı, geçişlerde söz sahibiydi.  Elinden kaçanlar, sıkışmış bu günahkâr şehirden kurtulmanın hafifliğiyle kamburlarını üstlerinden atıyorlardı. Çok az insan gözden kaçabilir, aşklarını ve anılarını sur dışında tamamıyla bırakabilirdi. Geri dönüldüğünde yine aynı mutsuzluk yüreğine oturuverirdi. Kırbaçladığı insanların yüzlerinde mutsuzluğu okumak için âlim veya arif olmaya gerek yoktu. Kalemsiz şairlerin ve güftesi olmayan müezzinlerin aynı dilde buluştukları bu yerde bahtsız insanların kaderleri yamaçtan yuvarlanarak ufalanan küf taşlar gibi, giderek yok oluyordu. Birbiri üstüne yığılmış terin altı kazıldığında önce kötü dikilmiş anılara sonra da ruhunu kaybetmiş insanlara rastlamak, bu yerde alışılmış bir kaderdi. Ne minarenin tepesinde ne de başka bir yerde insanların yüzlerindeki kiri temizlemeye niyetleri yoktu. Şu an şurada en tepede ellerimle kazığım yüzlerin altında insan olmanın emaresi görülmüyordu

    Minare veya eş değer yüksekliğe çıkan herkesin ilk deneyimi korku dolu ve şaşkınlıkla sonuçlanabiliyordu. Karşında dev gibi görünen külhanbeylerinin bile ufacık bir hale geldiği anlarda gücü sonuna kadar hissedip, sanki kader tayin edici bir İnsanı mutlak bir kibre gark ediyordu. Bunun yanında görmenin bu hali insana bir çocuk acımasızlığıyla ne kadar zavallı ve yer yer ikiyüzlü olduğunu hatırlatıyordu.

    Burada her bir insan, yaşamının değersizliğinde; tozlu, kirli ve yoksul evlerde toplaşan ufacık mutluluklara tutunarak, yaşamlarını sürdürüyorlardı. Bitlenmiş evlerin çatılarında askeri bir nizamla sağa sola ayak basan güvercinlerin sesinde biten kızların çığlıkları ve denizin kıyısında dizilmiş yalılardaki hanımefendilere göre aksanlı telaffuzları, yerden onlarca metre yüksekliğinde duyulabiliyordu.

    Bir kenar mahallede olması gereken bütün alametler bir bir görülmekteydi. Henüz tanıştığı insancıklarla tek bir kelam etmeden afallamanın korkuya dönüştüğü anlarda baştan aşağı tertemiz elbiseler içinde şaşkın bir vaziyette etrafa bakan birisi çevresinde uçuşan toz zerrelerinden bir canavarmış gibi kaçması alışıldık bir manzaraydı.

    Gayriihtiyari bulunduğu yoksul semtte üzerine sinen kokuyu elinin tersiyle silme ve burnuna dayadığı mendiliyle de memnuniyetsizliğini sonuna kadar gösterme çabasını muntazam bir şekilde ilan eden beyefendilerin de türlü halleri ancak tepeden rahatlıkla görülebilecek bir şeydi.

    Burada, yerden tam tamına 30 metre yüksekte, martılardan başka kimsenin olmadığı yerde, insan istediğine istediği ismi kolaylıkla verebiliyordu. Tam da aşağıdan geçen freng elbiselerine sığmayan şişman birisine marul ismini düşünmeden yakıştırmıştım. Bundan sonra ben ve martılardan başka kimsenin bilemeyeceği bir isimle adamı gözlerimle takip etmeye başlamıştım. İçine girdiği elbiseden ayrı coğrafyalarda dünyaya gelmiş bu adam kendisine marul dediğimi işitse ne üzülürdü. Belki de sinirlenip beni öldürebilirdi. İsminin manasızlığı ve hafifliği adama çok yakışmış ve bundan sonra kendisine marul denilmesi gerektiğine dair kanaatim giderek kuvvet kazanmıştı. İstemsizce marul diye bağırmıştım. Sesin geldiği yöne, yani tam da bana doğru ilk bakan o olmuştu. Demek ki adını şimdiden kabullenmişti. Freng elbisesinde uygunluk göstermeyen davranışlarına dayanarak, sonradan görme bu şişman beyefendiyi marul olarak kabul etmiştim.

    Sokağın bir başka yerinde denize yakın yerde martılarla kavgaya tutuşan cılız kedinin adı da yerden bitme olabilirdi. Yerden bitme kedi, boyundan büyük işlere kalkışarak martılardan yemek koparmanın peşindeydi. Hangi güç martının bin bir hile ile yakaladığı küçük bir balığı sofrasından alabilirdi? Kedinin boşa çabasındaki kararlılık, üzerine oturmayan bir elbise gibiydi.

    Martılar da pek haklıydılar canım. Denizin soğuk suyundan çıkardığı balığı neden bir kediye versin ki? Kedinin yarım bıraktığı kahramanlığını varisi olarak martının birinin ağzında sallanan balığı yakalamıştım. Martı ile aramda geçen kavgada alığı kapmış olsam da sonunda kaybeden ben olmuştum. Tek bir bağırışında tüm sülalesini etrafıma toplayan martıdan affımı isteyerek balığı geri iade etmiştim.

    Kaybettiğim mücadeleden sonra aşağıda giderek kalabalıklaşan insan yığınına odaklandım. Renkleri ve dilleri farklı insanların toplaştığı İstanbul’da bir kenar mahallede, küçücük bir dünyada bir insanın yüzünde canlandırabildiği tüm ifadelere şahitlik ediyordum.

    Ancak bir martının ve benim görebileceğim bir yerden kadim İstanbul’un ahalisinin iyi ve kötü, daha çok bin bir surat hallerinin ilanı, pek de zor olamayan bir gerçeklik gibi yüzüme çarpmıştı.

    Hafiyelerin en yeteneklisinin bile bulamayacağı sırların hepsine şuracıkta, tepeden baktığım yerde vakıf olmuştum. Masumluğuna yeminler edilen insanların bile birden fazla suretlerinin olabileceğini hafiyelere en içten üzüntüyle iletmek isterdim. Kara çarşaflar içerisinde bir kadının kaşla göz arasında bir erkeğe dönüşmesi, her geçtiği sokaktan laf yiyen, hafif meşrep bir kadının elindeki tüm parayla yiyecek alıp kimsesiz çocuklara vermesi, neyin gerçek olduğunu, neye inanmak gerektiği noktasında kafa karıştırıcı olmuştu.

    İnsanlar burada isimleriyle değil, kimlikleriyle var olmaktaydılar. Bunu minarenin en uç noktasından her Allah’ın günü görmekten pek mutlu olduğumu söyleyemezdim.

    Kenar mahallelerin suçları, yalılarda işlenenlerden daha ağır sonuçları vardı. Her iki yerde işlenen suçlar aynı olsa bile aynı kaderde çok nadir buluşurlardı. Benzer suçlardan yargılanan insanların Unvanları, aynı sonuçların ortaya çıkışını engellemekteydi.

    İnsan vücudunu örten bez parçalarının evvela pahalılığı, sonrada toplum ve devlet tarafından verilen unvanların ağırlığı, her iki kesimin aynı kaderi paylaşmaları konusunda büyük bir duvar örmekteydi.

    Pahalı ve rozetli elbiseler içerisinde kentin sokaklarında ve dört duvar arasında işledikleri suçlar çoğu zaman itibar kaybına neden olmaz ve dahi güç kazananlar bile oluyordu. Yeryüzünde, şerefli isimleri ve sıfatlarıyla düğme ilikleyen beylere, buradan, minareden fasulye diye bağırasım vardı, bağırdım da. Bağırışıma eşlik eden geçici bakışlar olmuştu. Yüzünde bana mı dedin ifadeleri haklı olduğumu göstermişti, bana.

    İşimi aksattığım zamanlarda aklımdan geçen dedikoduların, üzerimde yarattığı hoşnutluk, tarifi yapılamaz bir mutluluktu. Aşağıdaki hiçbir insanın, paşaların bile, tadına varamayacağı biricik bir duyguydu bu.

    Zihinsel karmaşanın ardından gözlerim, tekil insandan çoğula kaymış tam da bir olayın başlangıcına şahit olmuştum. Elleri kalın bir halatla bağlanmış bir delikanlının arkasındaki öfkeli kalabalık, suç ve cezanın ayaklanmış bir hali gibiydiler. Delikanlı, buğday teni, kalın dudağı ve kocaman gözleriyle korkunun her halinin meydana geldiği Yüzüne doğru atılan iftiraları kabul etmiyordu. Arkasındaki yoksul, zengin, rütbeli ve rütbesiz insan kalabalığı, birbirinden ayrık cümlelerin ve mesnetsiz iddiaların malikiydiler. Biraz daha detaylı baktığımda olayı anlamaya ve ayaklar altına alınan delikanlının suçsuz olduğuna dair ipucular yakalama başlamıştım. Delikanlının yanlış zamanda yanlış yerde bulunması dışında bir suçu yoktu. Kalabalığın iki sokak arkasında bir çuvala koydukları eşyalara büyük bir iştahla bakan İki kişinin esas hırsız olma ihtimaline odaklanmıştım. Göz hapsine aldıkları kalabalığın tersine doğru yavaşça ilerleyen hırsızlar sırtladıkları çuvalla gözden kaybolmuşlardır. Hırsızların kimliğini ortaya çıkaran bu eylemin aşağıdakiler görmüyor ve ellerindeki kurbanın kanını akıtmaya çalışıyorlardı. Çalınan eşyaların hiçbirini almamıştı. O yapmadı, hırsızlar kaçtı. Çocuk suçsuz diye bağırsam da kabalık beni dinlememiş ve uğultunun hâkim olduğu olay yerine sesim ulaşmamıştı.

    Kendisini bekleyen sona doğru zorla götürülen delikanlının, nihai cezasını önleyememiştim.

    İnsan kalabalığı

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1