Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

İki Damla Gülücük
İki Damla Gülücük
İki Damla Gülücük
Ebook139 pages1 hour

İki Damla Gülücük

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Bir doğum, bir ölüm. Hiç beklenmedik bir ölüm. Sonsuz mutluluğa bitişen uçsuz bucaksız bir acı.
Doğum ve ölüm... Art arda gelen bu iki büyük olayın sonrasındaki ilk haftalar, yaşananlar, hissedilenler.

Kırk yaşında, hamileliğinin tam kırkıncı haftasında, tamamen sağlıklı doğurduğu bebeğini daha yirmi dört saat olmadan sebepsiz yere kaybeden bir annenin öyküsü.
Hayatında ilk defa yaşamla tanışan kadın ertesi gün yine hayatında ilk defa ölümle tanışmıştır. O zamana kadar ailede ölümden korunan, saklanan bir çocuk olarak büyüdüğünden şimdi çok zorlu bir sınavdan geçecek ve ölümle birlikte hayatı kavrama çabasına girecektir. Bir arayış...
Ölümü tanımak, hayatı anlamak.

Her şeyi beklemişti: Yolun herhangi bir noktasında düşük yapmayı, Down sendromlu veya sakat doğumu, hatta ölü doğumu bile. Bir tek beklemediği, tamamen sağlıklı doğduğunu gördükten sonra bir anda bebeğini yok bulmaktı. İşte bunu beklememişti.
Böyle bir şeyi anlamlandırmak mümkün değil. Zaten bu kitap da onun için yazıldı. Yaşanan gerçeküstü bir olaya anlam verme çabalarının hikayesi.

Hayatın, evrenin, insanlığın anlamı hakkında sorular. Anne olmak, doğurmak nedir? Bebeğini kaybettikten sonra yine de anne misin? Bir dünya gezgini, dünyada ne kadar acının var olduğunu bilen gören biri, böyle bir kayıpla nasıl başa çıkar? Her gün benzer acılar yaşayan kadınların dünyasında kendini nasıl konumlandırır? Yeryüzünün taşıdığı muazzam acının farkında olarak insan kendi acısını nasıl yaşayabilir? Bu, ölümü tanımak için uzun bir yolculuğun başlangıcıdır. Hayatın ne olduğunu bilmek için gerekli bir yolculuk...

Bu, dünyanın en mutlu başlangıcının ardından gelen en büyük acının hikayesi. Şok, isyan, sorgulama, hayata küsme...
Elbette hüzünlü bir kitap, bir bebeğin ölümü nasıl hüzünsüz olabilir ki? Ama kendine acıma yok bu kitapta, bunu aşma çabası var.
Bu kitap, katlanılamaz derecede ağır bir konuyu alıp bir iç sağaltmaya dönüştürüyor. Dokunaklı bir kayıp öyküsü. Bir annenin karnında büyüttüğü çocuğa bağlılığının hikayesi. İnsanlığın hikayesi.

Kurgu kılığına girmiş gerçek bir hikaye...
Bu bir anı-roman.
Kısacık, küçücük bir kitap.
Devamı gelecek daha uzun ve detaylı bir kitap için “teaser.”

Doğum öncesi ve sonrası zaten olağan dışı bir hâl, bu hikâyede yaşananlarsa ayrıca gerçeküstü. Hayalle gerçeğin iç içe geçtiği bir hayat kesiti bu...
Sadece hafızada kalanlar değil, yaşanmışlık da kesik kesik hayal parçaları olduğu için metin bunu yansıtıyor. Lineer bir yapısı yok, yer yer flashback- geriye dönüş anlatım tekniği kullanılıyor.
Kitap ne kurgu ne anı gibi ilerliyor. Birinci tekil şahıs ile üçüncü tekil şahıs sürekli yer değiştiriyor. Çünkü çok zaman ben kimim, yazar kim, yaşayan kim karıştırıyorum. O kitabı ben yazmadım. Kendi kendini yazdı. Ama ben yaşadım.
Sonuçta bu kitap nerden başlasam nasıl anlatsam değil nasıl anlatmasam olan bir kitap.

LanguageTürkçe
Release dateFeb 13, 2021
İki Damla Gülücük
Author

Z.G. De Vincentiis

I am a three times round-the-world traveller and writer. I hold a Masters degree in Mechanical Engineering, dropout from PhD. In 2001, after teaching at the university for ten years, I set out on a 15 months overland world tour. Seven years later, I did another world tour, this time by sea- lasting a year, where I met my Italian husband. Seven more years later came another world tour, this time as a family with our then 3.5-years-old daughter, “Around the World in 99 Days”.Travelling the world so extensively gave me first-hand knowledge of places and an overall view of the world. I became obsessed with borders, security, justice, human behavior, anything related to world affairs. I feel I belong everywhere and nowhere. In 2016, I started a mission to go to every country and I have travelled to 152 countries out of 195. (193 UN countries plus 2 observer states.)I write because “Looking for words, you find thoughts." I live life so that it would make a good story. So far, not so bad.

Related to İki Damla Gülücük

Related ebooks

Reviews for İki Damla Gülücük

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    İki Damla Gülücük - Z.G. De Vincentiis

    Önsöz: Doğum ve Ölüm

    Gece sancılar gelmeye başladığında saat 2 civarı idi. Sanki bir balık, dışarı yüzmek ister gibi aşağı doğru kulaç atıyor ama rahim ağzında tıkanıp kalıyor, sonra tekrar deniyor. Başladığında film seyredeceğim veya fotoğraflarla oyalanacak, vakit geçireceğim diye düşünmüştü ama şimdi içeride annesi vardı, uyuyordu. Onu rahatsız etmemek için yatakta kalıp uyumaya çalıştı. Ama hayır, mümkün değildi.

    Ayağa kalktı. Daracık yatak kenarında iki adım attı; odanın sonuna gelince durdu ve etrafında döndü. Karanlıkta bakındı. İki göz oda evlerinde salon annesinin yatak odasına çevrilince ona hiç hareket imkânı kalmamıştı. Yapacak bir şey bulamayınca geri uzandı. Uyuyamasa bile dinlenmeyi deneyebilirdi.

    Ama ı-ıh, olmuyordu. Bu sefer kalkıp tuvalete gitti. Sonra tekrar yattı. Fakat bir baskı var. Bir tıpa fırlamış, su fışkırıyor gibi. Hemen tuvalete koştu tekrar. Bir sıvı boşalıverdi altından. Galiba suyum geldi diye düşündü. O, hep duyduğu o, bu olsa gerekti.

    Artık uyuyamayacağı kesindi. Ayakta bir o yana bir bu yana dönüp durdu. Ne yapacağım?

    Cevap bulamıyordu. Bunun üzerine başka bir soru sordu. Angelo'yu uyandırsam mı?

    Buna da cevap vermek yerine geveledi. O da çok yorgun. İyi ki erken yattı. Yine de...

    Yelkene ne kadar benziyordu doğum! Orada da ortada riskli olabilecek bir durum vardı, Ama kaptan yorgun, uyandırsam mı uyandırmasam mı? Ne kadar bekleme payı var? gibi sorular kafanda dönüp duruyordu. En sonunda Uyandırmak, riske atmaktan daha iyi diyerek Angelo diye cılızca seslendi. Angelo uyandı. Ada Sanırım suyum geldi. Kliniğe gidelim mi? dedi.

    Saat kaç?

    2:30.

    Birkaç saat daha bekleyebilir misin? 7'de Cilumbriello orada olacak, o zaman gideriz diyor Angelo. Kontrol için doktorun nöbetini öğrenmişlerdi bir gün evvel.

    Önce Peki diyor Ada. Mantıklı.

    Ama sonra Ya bir şey olursa? ... Suyum geldi diye işliyor mantığı; Bu bebek çok kıymetli diyor aklı, kendine. Hem trafik de yok bu saatte, bir bakıp döneriz fazla sorun olmadan. Eğer doğum başlamamışsa... diyor sesi, Angelo'ya.

    Angelo suyun şeffaf olduğunu söylüyor. Yani telaş gerektirecek bir durum yok ortada. Hemen yola çıkmak yerine, önce sancıların ne kadarda bir geldiğini ölçmek istiyor. Saati çıkarıyor, kronometreyi kuruyor.

    Sancı yavaş yavaş yükseliyor. Doruğa çıkıyor ve geri rahatlama.

    Ada bekliyor, Angelo sayıyor; ardından kâğıda not ediyor. Sonunda Gidelim diye karar veriyor. Epey sık ve uzun süreliler.

    Annemi kaldırıyorum. Hastaneye gidiyoruz diye. Vakit geldi.

    Hazırlanıyoruz. Acelemiz yok. Daha uzun sürecek.

    Gidiyoruz. Girişte görevli En üst kat? diye soruyor. Evet. Telefon açıp haber veriyor. Asansörden iniyoruz; kilitli kapı, açılıyor.

    Doktor muayene ediyor. Soruyorum, Suyum gelmiş mi? Evet.

    Bana kayıt açıyorlar. Bir sürü soru. Son aylarda defalarca cevap verdiğim En son âdet tarihi? ve diğerleri. Rutin bilgiler.

    Sonra içeri geçiyoruz. Ve yine bağlanıyorum o makineye. Bebeğimin kalp atışlarını kayıt eden o makiney. Beni yatağa zincirleyen makine. Hiç hoş değil. Hatta rahatsız edici. Kızımın sağlığı için lazım mı bu?

    Fetal monitör grafik çiziyor, bir aşağı bir yukarı tıktıktıktıktık...- Mahkeme salonunda, sekreter daktilonun tuşlarına vurmakta. Ekrandaki rakamlar sürekli değişiyor. 142-146-137...

    Hüzünlü bir Meryem Ana bana bakıyor duvardan. Ne demeye böyle bir tablo asarlar ki doğum yapan annelerin odasına?

    "Yazık," diyorum.

    "Neden?" diye soruyor Angelo.

    "Seksin zevkini yaşamadan doğumun acısını çekmiş."

    Angelo bunu duyduğunda gözleri şaşkınlıktan açılıyor, Nasıl böyle bir şey söylersin? O kutsal oğula can verdi.

    "Sen de inanmıyorsun değil mi bu söylediğine?"

    Cevap yok.

    Neden bu kadar zor ve sancılı olmak zorunda? Neden Allah öyle yaratmış? diye soruyor Ada acısının arasında.

    Biliyorsun, bizim inancımıza göre, işlediğimiz günahın bedeli olarak doğumda acı çekiyoruz diye cevaplıyor Angelo. Yani Çekiyorsunuz demek istiyor, biz kadınlar.

    Doğumu yaptıracak olan uzman da yok ortada. Gecenin bir yarısı olduğu için doğal olarak uykuda olmalı. Telefonuna mesaj bırakmış Angelo.

    Saatler geçiyor. Sancı, kısa süre rahatlama, tekrar sancı. Kontrol için geldiğinde katlanıyordu ama şimdi bu sancı ile yatakta yatmak zorunluluğu isyan ettiriyor. İzin verdikleri kısa sürelerde, ayağa kalkabiliyor. Kolundan kordonlar sarkarken Angelo'ya sarılıp dans eder gibi sallanıyor. Sonra ters dönüp göbeğini yatağa yaslamak istiyor. Ama ona yastık getirecek kimse yok, isteklerine aldıran da yok. Gelen hemşireler aletin gösterdiği rakamlara bir bakıp gidiyorlar. Böyle saatler geçiyor. Sonunda Epidural istiyorum diyor.

    Diyor ama yapılmıyor. Bekle bekle yapılmıyor.

    7:30 gibi Antonella geliyor, hemen epidurale girişiyor. Üstünden bunca sancı geçtikten sonra anlamı yok. Ada artık istemiyor. Rahim ağzının Ne kadar açıldığını kontrol edelim diyor.

    Hayır, muayene yok artık, diyor Antonella. Hadi.

    Ada memnun değil istemi dışında ona müdahale edilmesinden; ama sesini çıkaracak durumda da değil. Önceki aylarda kontrol sırasında epiduralsiz doğum yapmak istediğini söylemişti de Antonella gülmüştü, O zaman görürüz seni diye. Kahramanlık yapmak niyeti yoktu Ada'nın. Şu anda sadece sızlanmak ihtiyacındaydı. Söylenmek. Gerçekten istemiyordu epidurali artık.

    Antonella Ben sana demiştim havasında. Haince bir haz alıyor gibi. Ada aldırmıyor; tek istediği bu doğumun bir an önce bitmesi, bir an önce bebeğinin sağlıklı olduğunu görüp içinin rahatlaması.

    Anestezist gelip iğneyi yapana kadar yine zaman geçiyor, kaç sancı daha geçiyor bilmiyor. Ardından ağrı kesilmiyor da.

    İtme hissini algılaman için... diyorlar. Ha, iyi o zaman.

    Ama madem bu kadar acıyı yine duyacak, neden yapıldı ki? Ne anlamı vardı? Kliniğe para kazandırıyorlar tabii.

    Doktor ve doğum uzmanı ayak ucunda. Cilumbriello ve Antonella. Ona güç verici, motive edici sözler söylüyorlar. Güzel, güzel..., İt. Açılıyor.

    Doktor şefkatle bacaklarını okşuyor sancılar sırasında. Ikınmaların sonu ne zaman gelecek bilmiyor. Neden yatakta olduğunu da sorgulamıyor. Altını kontrol ediyor iki kadın. Sonunda onu doğumhaneye alma zamanı geldi diyorlar. Kolunda takılı hâlâ kablolar. Ayağa kalkıp yürüyor.

    Arkasından Koridorda itme hissi gelirse ıkın diye sesleniyor biri. Hızlı adımlarla ilerliyor :Ada .:doğumhanenin yaylı kapısını açıp içeri giriyor.

    Yatağın ucunda tutamaklar var, çömelip ıkınıyorum. Öyle devam etmek istiyorum ama onlar gelip beni yatağa alıyorlar.

    Biri karnımın üst tarafından bastırıyor. Yer çekiminin yapması gereken işi onlar üstlenmeye kalkıyorlar.

    Derin bir nefes, it, tekrar derin nefes, it.

    Onlar İtalyanca söylüyorlar, Angelo İngilizceye çeviriyor. Ada'nın zihni o emri Türkçeye çevirip algılayana kadar... Saliseler saniyelere dönüyor.

    İt, it...

    İtmeye çalışıyorum. Ikınıyorum. Son gücümle.

    Karnımdan itmem gerek, göğsümden değil. Beynimin vücuduma verdiği emirleri kontrol etmeye çalışırken vakit geçiyor.

    "Bu bebeğin doğması gerek" dediklerini duyuyorum. Tekrarlıyorlar. Bu bebeğin doğması gerek. İçimde korku.

    Çıkmıyor, olmuyor mu? Yapamıyorum!

    Kaç dakika geçtiği, bütün bunların ne kadar sürdüğü hakkında hiçbir fikri yok. Zaman geçerliliğini yitirmiş. Başka diyara gitmiş hüküm sürmeye.

    İçimden yumuşacık, yamru yumru bir şey kayıyor. Pat diye göbeğimin üstüne atıveriyorlar. Rahmimden çıkan bu canlıyı okşuyorum.

    "Is she fine? Is she fine? diye sayıklıyorum. She is fine, right? She is fine?"

    "She is fine," diyor Angelo.

    "She is fine diye tekrarlıyorum, mutlulukla. She is fine."

    Saat 10:28.

    Angelo'ya veriyorlar makası. Kordonu kesiyor. Ada istemişti bunu yapmasını. Angelo Anne ve bebeğini ayırmak hoş değil demişti. Ama yapılması gerekti sonuçta. Anne ve bebek, sonsuza kadar göbek kordonları birbirlerine bağlı kalamazlardı.

    Plasentayı çıkarıyor Antonella. Aaah, ne kadar güzel! Büsbütün çıktı diye sallayarak tutuyor Ada'nın gözlerinin önüne. Gururla savaş ganimetini gösteren

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1