Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Türk Dünyasinda On Bin Kilometrelik Yolculuk: Unter den Türkvölkern
Türk Dünyasinda On Bin Kilometrelik Yolculuk: Unter den Türkvölkern
Türk Dünyasinda On Bin Kilometrelik Yolculuk: Unter den Türkvölkern
Ebook294 pages4 hours

Türk Dünyasinda On Bin Kilometrelik Yolculuk: Unter den Türkvölkern

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

2019 yilinin agustos ayinda baslayan toplam 9800 kilometrelik kara, deniz ve tren yolculugumu kapsayan yol maceralarimi, yasadiklarimi ve gördüklerimi bu kitapta topladim. Almanya`da yasayan bir Türk seyyahin gözüyle Türk Dünyasi.

Yolculugum Tataristan`dan basladi. Baskurdistan, Kazakistan, Kirgizistan, Özbekistan tekrar Kazakistan`a girerek Hazar denizine gelip gemiyle Azarbaycan`a gecerek Gürcistan üzeri Türkiye`ye ulastim. Seyahatim kara yoluyla Antalya`da son buldu.

Bu kitapta son 22 yilda yaptigim Türk dünyasi gezilerinden kisa bölümleri ayrica anlattim. Aradaki farklar, orada yasadigim ve gördügüm insanlari tanimak icin okuyuculara ilginc bilgiler vermeye calistim. Kitapta 77 renkli fotograf bulunuyor.
LanguageTürkçe
Release dateSep 21, 2020
ISBN9783752651300
Türk Dünyasinda On Bin Kilometrelik Yolculuk: Unter den Türkvölkern
Author

Memet Aydemir

Seyyah Memet Aydemir 1980 yilindan beri Almanya`nin Hamburg sehrinde yasayan bir fotograf sanatcisi ve yazardir. Almanca iyi yazabildigi halde duygu ve düsüncelerini Türkce daha iyi anlattigi icin Türkce yazmayi secmistir. Bu onun onuncu eseridir. Bütün kitaplari Türkler ve Türk dünyasi hakkindadir.

Read more from Memet Aydemir

Related to Türk Dünyasinda On Bin Kilometrelik Yolculuk

Related ebooks

Reviews for Türk Dünyasinda On Bin Kilometrelik Yolculuk

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Türk Dünyasinda On Bin Kilometrelik Yolculuk - Memet Aydemir

    İçindekiler

    Önsöz

    Yolculuk Başlarken

    On yıl önce Tataristan

    Bolgar’a Yolculuk

    Vejetaryen köpekler

    Ağustos Sonları Kazan Otogarı

    Otobüsü beklerken

    Ah Bizim Türk Dilimiz

    Yulayev oğlu Salavat kimdir?

    Ufa’da ikinci gün

    Üçüncü gün Ufa

    Dördüncü günü Ufa

    Ufa’da Beşinci Gün

    Ufa’ya veda ederken

    Rusya Orenburg şehri

    Kazakistan-Aktöbe

    Aktöbe’de ikinci gün

    20 yıl önce Almatı

    12 yıl önceki Almatı

    Aktöbe’den Türkistan Şehrine Yolculuk

    Asya Kıtasının İlginç Şehri Türkistan

    Türkistan İkinci Gün

    Türkistan Üçüncü Gün

    Kırgızistan’a Yolculuk

    Kırgızistan’a Hoş Geldiniz

    12 Yıl Önce Kırgızistan

    Bişkek’te Gece

    Issık Köl’e Yolculuk

    Celalabat Yolcusu Kalmasın

    Özbekistan Fergana Yollarında

    22 Yıl Sonra Yeniden Özbekistan

    Fergana Şehri

    Üçüncü Gün Fergana

    Semerkant’ta İlk Gece

    Semerkant’a Veda

    Buhara’da Birinci Gün

    Hacıların Arasında

    Buhara’da İkinci Gece

    Nakşibendi Türbesi

    Buhara’da Üçüncü Gece

    Hive Yollarında

    Hive’de Neşeli Bir Gün

    Hive Kale İçi

    Nukus Yolculuğu

    Nukus Pazarı

    12 Saatlik Otel Olur Mu?

    Yeni Hedeflere Doğru

    Avrupa’nın Delileri Bir Arada

    Balıklara Bir Tepsi Bisküvi

    Tiflis yolculuğu

    Tiflis

    Kara Tekle Köyü

    İskitlerin Gürcistan Seferi

    Türkiye’ye Hoş Geldiniz

    Sivas Yollarında

    Son söz

    Önsöz

    2019 yılının ağustos ayında başlayan toplam 9800 kilometrelik kara, deniz ve tren yolculuğumu kapsayan yol maceralarımı, yaşadıklarımı ve gördüklerimi bu kitapta topladım.

    Yolculuğum Tataristan’dan başladı. Başkurdistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan tekrar Kazakistan’a girerek Hazar denizine gelip gemiyle Azerbaycan’a geçerek Gürcistan üzeri Türkiye’ye ulaştım. Seyahatim kara yoluyla Antalya’da son buldu.

    Bu kitapta son 22 yılda yaptığım Türk dünyası gezilerinden kısa bölümleri ayrıca anlattım. Aradaki farklar, orada yaşadığım ve gördüğüm insanları tanıtmak için okuyuculara ilginç bilgiler vermeye çalıştım. Kitapdaki fotoğraflar değişik yıllarda çekilmiştir.

    Yolculuk Başlarken

    Kazan’a gitmeye karar verdiğim tarihlerde Kurban Bayramı’nın gelmesi ile vize büroları kapanmıştı. Yaklaşık on gün Rus konsolosluğundan vize almak için Ağustos sıcaklarında Antalya’da bekledim. Vizeyi alır almaz aynı güne bir uçak buldum ve yaklaşık üç saat sonra sabahın erken saatlerinde Kazan Uluslararası Havalimanı’na indim. Fazla yolcu yoktu, Antalya’dan kalkan uçağın yarısı boştu.

    Pasaport ve bagaj kontrolünü Batı ülkelerinde olduğu gibi sorunsuz ve hızlı geçtim. Uçağının iniş anonsu hem Rusça hem de Türkçenin bir lehçesi olan Tatarca ile yapılıyordu. Çıkışta Tatar bir görevliye çıkış kapısını sordum, eliyle işaret etti, rahmet deyince sağ bulasınız diye cevap verdi. Havalimanından çıktım, dışarıda bir sürü temiz ve şık giyimli taksiciler bekliyordu. Önce bir nefes alıp kendime geldim ve bir taksiciye gittim, Rus’tu. İngilizce Ufa otobüslerinin kalktığı otobüs terminaline gideceğimi anlattım, anladı ve yola çıktık. Kazan’da bir spor karşılaşması olacağından şehirde hazırlık yapılıyordu. Her tarafta askerler ellerinde detektörleri ile yol boyu tarama yaparak yürüyorlardı. Yolun siyah asfaltı, sabah güneşinde parlıyordu.

    Tataristan’a gelmeme rağmen niyetim bu ülkeyi gezmek değildi çünkü 2009’da yaklaşık on gün boyunca bu temiz ve bakımlı Cumhuriyet’i ve Başkurdistan’ı gezmiştim. Tataristan, Rusya’ya bağlı özerk bir cumhuriyettir. Kendi kanunları, parlamentosu, devlet başkanı vardır fakat kendi parası, kimliği ve pasaportu yoktur. Bu tür konularda Rusya merkez yönetimine bağlıdır. Yaklaşık 10 bin kilometrelik yolculuğa çıkmadan 10 yıl önceki Tataristan gezime ve Tatarların geçmişine geri gidelim, kaldığımız yerden tekrar devam edeceğiz.

    On yıl önce Tataristan

    Nisan ayı ortaları... Rusya, henüz bizden vize istiyor. İstanbul’da bir seyahat acentesinden vize aldım. İstanbul Atatürk Havalimanı’ndayken Tatar yolcularla tanıştım. Elimde Tatar Hanlığı’na dair bir kitap vardı. Onlara gösterdim, memnun olacaklarını sandım fakat korktular. Çünkü onlara göre bu kitap ayrımcılık propagandası yapıyordu ve tehlikeli olabilirdi. Gecenin geç saatlerinde Kazan’a indik. O dönem çıkışlar birçok belgeye tabi idi, hepsini doldurup verdim. Bir taksiye binip uygun bir otel aradım, günlüğü 35 Euro’ya şehir içinde güzel bir otel buldum, daha doğrusu taksici diğer otellerin pahalı olduğunu söyleyerek burayı tavsiye etti ve ben de kabul ettim. Belki daha uygun fiyatlı bir otel bulabilirdim fakat kendime uygun olduğunu düşünüp burada kaldım. Duş alıp biraz uyuyup dinlendikten sonra sabahın erken saatlerinde büyük heyecan ve merakla şehri dolaşmaya çıktım. Nisan ayı ortaları olmasına rağmen hava serinden ziyade soğuktu. Yanıma belki lazım olur diye bir kışlık palto almıştım. Gerçekten de lazım oldu.

    Kazan, Avrupa’nın en büyük Müslüman başkenti, Rusya’nın en gelişmiş üçüncü şehridir. Moskova, St. Petersburg ve Kazan dışında Rusya’da gelişmiş şehir yok sayılırdı. Bu diğer şehirler, Ortadoğu ülkelerine nazaran hepsi çok güzel olabilir fakat Batı’dan bakınca hepsi birer Şark şehri gibi kalıyor. Sovyet dönemin çirkin beton binaları, şehrin dış mahallelerini belirliyordu. Rusya’nın geniş yolları ve yeşilliği dışında, insana neşe veren keşfedilmeyi bekleyen şehirleri yoktu. Elbette gezginlerin ne aradığı da önemlidir fakat genel olarak bütün şehirleri birbirinin kopyasıdır. Yalnız bu üç şehir, tarihi yapıları ve ekonomisi ile diğerlerinden çok farklıdır.

    Eski Kazan surları, 17.-18. yüzyılda kurulan Süyümbike Kulesi, Kul Şerif Camii ve birkaç tarihi yapı, eski hanların mezarları ve Arapça yazılmış mezar taşlarını ve geçmiş dönemin izlerini çevreliyordu. Bu kale veya surlar, eski Kazan Kalesi değil, Çarlar döneminde yıkılanın yerine yeniden yapılmış çirkin bir kopyasıdır. Kazan Kalesi alçak bir tepede kuruludur. Altında birkaç metre uzakta Kaban Gölü bulunur. Şehir çok yeşil, bakımlı, temiz ve sulaktır. Bir tepede bulunan Kazan Kalesi’nden aşağı inerken gölün kenarında oturmak ya da üstündeki köprüden geçip Tatar camilerinin çok olduğu bir mahalleye gitmek mümkündür. Kalenin diğer tarafında yine çok geniş bakımlı caddeler vardır. Buranın yüksek olmayan binaları renkli boyanmış ve alt katları boydan boya küçük çeşitli dükkanlarla doludur. Araç trafiğine kapalı olan caddelerde çok sayıda heykeller, fıskiyeler ve anıtlar bulunur.

    Kazan Kalesi’ne yakın bir müze vardır ve müzede büyük bir tablo asılıdır. Korkunç İvan’ın şehre girişini gösterir. Tatarlara hakaret ve aşağılama niyeti ile buraya asılmıştır. Geniş ve bakımlı caddelerde II. Dünya Savaşı’nı temsil eden heykeller ve Tatarlar aydınları, şairlerinin, yazarlarının heykellerini bu müzeye giderken görmek mümkündür. Şehir ilkbaharda ve yaz aylarında yeşil bir cenneti andırırken kış ayları çok uzun ve soğuk geçer. Rusların Volga dedikleri nehre, Tatarlar İdil diyordu. Türkiye’de İdil kız çocuklarına verilen bir isim olarak yaşamaktadır.

    Tataristan’ın nüfusu bugün itibarıyla 3,8 milyondur. Bunların ancak yarısı Tatar’dır diğerleri Ruslar ve farklı etnik topluluklardan oluşur. Sovyetler yıkılınca diğer cumhuriyetlere dağılan Tatarların büyük bir kısmı kendi ülkesine dönüyordu çünkü diğer ülkelerde ekonomi batmış ayrıca halkın Sovyetlere olan korkusu artık kalmamıştı. Tataristan’ı anlamak için birazda tarihine sizi sıkmadan bakalım:

    Sovyetler dağlınca Tatarlar ve Başkurtlar diğer Sovyet Cumhuriyetleri gibi kendi bağımsızlığını ilan ettiler. Havalimanına Latin harfleriyle Tatarca Hoş Geldiniz levhaları astılar, sokak isimlerini Latin harfleri ile değiştirmeye başladılar. Şehirde yaşayan Tatarlar ana dillerini unutmuştu. Radyo ve televizyon kanalları kurdular fakat ana dilinde konuşmaya spikerleri yoktu. Bundan dolayı köylerde yaşayan Tatarları bulup onlardan tekrar kendi dillerini öğrendiler. Putin 1994 yılında iktidara gelince Tatarların, Başkurtların ve Çeçenlerin bağımsızlığına son verdi. Elde ettikleri özgürlükler ve bağımsızlık tekrar kaybedildi.

    Azerbaycan’ın Bakü, Kazakistan’ın Almatı veya Özbekistan’ın Taşkent şehrini görenler kendilerini Kazan’ı görmüş gibi hissedebilirler. Elbet de arada önemli farklar var. Buraları İstanbul veya bir Batı Avrupa şehri ile kıyaslamak mümkün değil. Burası hala eski Sovyetlerin izlerini taşır. Kazan’da Rusça bilmeyenler için en büyük sorun dil problemidir. Restoran isimleri Kiril harfleri ile yazıldığından okuyup anlamak zor. Ben hiç Rusça bilmediğimden epey zorluk çektim ve ilk günler marketten aldığım yiyeceklerle idare ettim. Sonrasında Kazan’da bir Özbek aşhanesi, arkasından bir Tatar restoranı ve eski kale içinde çiğbörek yapılıp satılan bir dükkân buldum. Ekmek içinde patates, kıyma ve bal kabağı oluyor ve bu ekmekleri yağda kızartıyorlar. Yeni açılan İtalyan tipi pizza dükkânları vardı fakat zaten her zaman yediğimiz yiyecekler olduğundan onlara gitmek istemedim.

    Kazan’da halk maalesef Tatarca’yı neredeyse hiç konuşmuyor. Tatarları sadece ana dillerinde konuşmaya zorlayınca konuşuyorlar. Çoğunluğu çok az kelime dağarcığına sahip. Bazen onlara bilmedikleri kelimelerde yardım ediyordum. Uygur Türkçesini çok iyi öğrenmiştim, Tatarca’yı bir sözlük alıp gitmeden üç ay içinde farklı olan bütün kelimeleri ezberlemiştim.

    Tatarlar, Oğuzlar ve Uygurlar gibi önemli bir Türk boyu olan Kıpçak ve Kuman gibi boylardan gelmektedirler. Uzun süre kaldıkları Moğol hakimiyeti altında bir Moğol boyu olan Tatarların isimleri benimsemişlerdir. Diğer Türk halklarına göre daha uzun boylu, beyaz tenli ve ince yapılılar. Yüz tipleri Özbek veya Kazaklar gibi geniş değil incedir. Bir kısım Tatarlar sarışındır. Tatarların eski devletinin başkenti Bolgar, Kazan’a 110 kilometre uzaklıktadır. Kazan Tatarları daha önce Bolgar bölgesinde yaşıyordu. Bolgar devleti 651 yılında kurulmuş 1048 yılında yıkılmış bir Türk devletidir. Başkent dağılınca halkı Bolgar bölgesinden Kazan’a göçüp burayı yeniden kurup yerleşiyorlar. 922 yılında Müslüman olmuşlardır. Abbasiler, Tatarlara üç elçi göndermiş ve bu din onlara hoş geldiği için kabul etmişlerdir. İslam’dan sonra köylere, küçük şehirlerine camiler ve her caminin yanına da bir okul kurmuşlar ve çocuklar okumaya başlamıştır. O dönem bölgede yaşayan Slav azınlıklar Tatar okullarına gitmeye başlamış ve böylece Türkleşip Müslüman olmuşlardır. Bununla birlikte 1237 yılında Moğollar Türklerin yaşadığı Sibirya’dan Moskova’ya birkaç yüz kilometreye kadar yakın bölgeleri ele geçiriyorlar. Komutan Batuhan’dan sonra gelen Moğol Hanların ikisi eski inançlarını yaşıyor, üçüncüsü Müslüman olup Muhammet ismini alıyor ve geçen zamanla Türkleşiyorlar. Moğolların sayısı yalnız burada değil, ele geçirdikleri bütün bölgelerde çok azdır. Türklerin içinde asimile olup Türkleşiyor, onların dinini alıyorlardı. Altın Orda devleti 15. yüzyılın sonlarına doğru parçalanıyor ortaya Kazan Hanlığı, Nogay Hanlığı, Astarhan Hanlığı ve Sibirya’da Ak Hanlık ortaya çıkıyor.

    1552 yılında Korkunç İvan, Kazan Hanlığı’nı işgal etmiştir. Bugün olduğu gibi o dönem de Tatarların sayısı azdır. 3 günlük kuşatma sonunda Ruslar, şehrin surlarının zayıf bir noktasını bulup burayı İngilizlerden aldıkları ağır toplarla bombalar ve kaleye girmeyi başarırlar. Tatarlar canla başla mücadele etse de sayıları az olduğu için yenilirler. Tatar ordularının sayısı 30 bin, Rusların 100 bin civarındadır. Korkunç İvan, kaledeki bütün halkı kılıçtan geçirtir canlı bir kişi kalmaz. Kaleden Kaban Gölü’ne akan insan kanı, gölü kırmızıya boyar ve üç gün kırmızı kalır. Kale camisinde görevli imam Kul Şerif, bütün kuşatma boyunca ezan okur. O da orada vatanı için toprağa düşer.

    Kazan’da 2000’li yıllarda yeni kurulan Kul Şerif Cami’si onun adını taşımaktadır ve yeni cami eskisinin yerine kurulmuştur. Bugün Kazan’da Rus işgalcilerin zafer anıtı var ve her yıl kutlama yapıyorlar. Fakat vatanları için mücadele eden Tatarların ne anıtı var ne de adları. Ruslar, bunları kendi vatandaşı gibi görmüyor. Böyle bir zihniyet dünyada eşini aramaktadır.

    Rivayete göre kalenin en zayıf noktasını Ruslara veren bir Ermeni ailedir. Kendileri Ruslar savaşı kazanınca bir mükafat bekleyerek beraber yaşadıkları Tatarlara ihanet ediyorlar. Savaş bitince Rus Çarı Korkunç İvan bu aileyi hatırlıyor, yanına çağırtıyor. Bugün beraber yaşadıkları Tatarlara ihanet edenler yarın bize de eder diyerek şehirdeki Ermenilerin bir kısmını öldürtüyor. Bir kısım Ermeniler ise kaçmaya çalışıp ve İdil Nehri’ni takip ederek başka bir Türk Hanlığı olan Astarhan Hanlığı’na gidip sığınıyorlar. Ne yazık ki 4 yıl sonra bu hanlık da Rusların eline geçiyor. Çünkü Tatarlar gibi onların nüfusu da çok azdır ve kendilerini geniş topraklarda müdafaa edemezler. Bugün Kazaklar, Rusya içinde Kalan Orenburg ve Astarhan şehrinin kendilerine ait olduğunu iddia etmektedir. Ermenilerin ihanetini Stalin tarafından kurşuna dizilen Rus tarihçi ve yazar Georgievic Hudyakov, Kazan Hanlığı Tarihine Özgü Araştırmalar kitabında anlatmaktadır.

    Kırım Han’ı Ruslardan intikam almayı çok geciktirmez. 15511577 yılları arasında hüküm süren Devlet 1. Giray, Ruslardan Kazan ve Astarhan’dan çekilmelerini talep eder. Olumsuz yanıt alınca da ordularını toplar ve Moskova’ya yürür.

    1571 Mayıs’ında, 120 bin kişilik Tatar-Osmanlı ordusu 1. Devlet Giray yönetiminde Ugra nehrini geçer. Serpukov kalesinde görev yapan 6 bin Rus askeri kuşatılıp yok edilir. Yolları üzerindeki bütün köy ve şehir halkı kaçıp Moskova’ya sığınır. Tatar orduları, Moskova kıyılarındaki ahşap evleri ateşe verir. Yangın çığ gibi büyür ve şehre doğru genişler. Şehre sıkışan halk ise kuzey çıkış kapısına koşar ama bütün şehir kuşatılmıştır. Rus ordusu, korkudan halkın içine karışır ve karşılık vermez. Ordu komutanı General Prens Belsky yangında ölür. 3 saat içinde bütün Moskova kül olup yanar. Çar İvan’ın ailesi de saklandıkları bir ahırda bu yangının kurbanı olurlar. Batı tarihine gaddarlığı ve başarısızlığı ile geçen Korkunç İvan, 1584 yılında ölünce ardında yalnızca bir sakat oğlu kalıyor.

    Tatar ve Türklerin eline toplam 190 bin esir düşer. 150 bin Rus, savaş sırasında ölmüştür. Moskova alındıktan sonra 1. Devlet Giray, şehri tekrar esirlerle yeniden inşaya başlar. İşe yaramayanları ve köylerden kaçıp gelenleri ise ekip biçmeye devam etsinler diye geldikleri bölgelere geri gönderir. Ne var ki bu başarıya rağmen uzun süre Moskova’yı ellerinde tutamazlar. Topraklar çok büyük ve kendi nüfusları azdır. Diğer hanlıklar dağılmıştır. Kalıcı olmasa da Giray Han’ın intikamı bugüne kadar Rusların kalbine bir hançer gibi saplı kalmıştır.

    Tatarlar bugüne kadar Tataristan ve Rusya’da varlıklarını sürdürmeyi başardılar. Çarlık Rusya’da ve sonra Sovyetlerde çok sayıda önemli bilim adamları, şairler, yazarlar, edebiyatçılar ve fikir insanları yetiştirdiler.

    Tataristan’da Tatarlar genellikle boyunlarına astıkları altın ayyıldız veya Arapça yazılı kolyelerden ayırt edilir. Halk oldukça şık ve temiz giyinmektedir. Sanki bütün Kazan, bir açık hava defilesidir veya bir moda yarışması vardır. Bu kadar kibar ve temiz giyinen insanları Almanya’da bile görmek mümkün değil. Kazan’da tek bir Tatar dilenci görmedim. Yalnızca bir caminin yanında az sayıda Tacik çingeneleri ve bir Rus dileniyordu.

    Kazan’da ilk göze batan Kul Şerif camisidir. Bu cami güzellik ve estetik yönünden İslam dünyasında eşsizdir. İstanbul’da Sultanahmet Camisi hariç, dünyada insanı bu kadar büyüleyip cezbeden başka cami yoktur denebilir. Belki on farklı mermer renginin işlendiği caminin iç ve dış görünüşü, her gayrimüslimi büyüleyip İslam’a aşık edecek kadar mükemmel kurulmuştur. Bu cami gibi diğer yeni kurulan camiler de görmeye değer güzellikteler. Kazan’ın 50 km. dışında olan Eldirmiş köyünü ve 2003 yılında kurulan Eldirmiş Camisi’ni gezince bu küçük caminin güzelliği karşısında dilim tutuldu. Müthiş bir taş ustalığının yanı sıra ahşaptan oyma kapıların üstüne, yine oyma ay-yıldız kabartmalar işlenmişti.

    Türkiye’de her mahalleye cami kuracakların gidip önce Tataristan’da yeni kurulan camileri görmesi gereklidir. Tatarlar cami mimarisinde yeni bir üslup geliştirmişlerdir. Eski Tatar camileri, birer katlı ve alçak minarelidir. Hemen hepsi tadilattan geçmiş ve ibadete açılmıştır. Bazıları Rus kiliseleri gibi soğan kubbelidirler. Camilerin hemen hepsinde sıcak sular akar. Kışın aşırı soğuk olan bölgede insanların soğuk suyla iş görmesi neredeyse imkânsızdır. Tataristan’ın her şehir ve köyünde birkaç cami bulunuyor, camisiz tek köy yoktur.

    Anadolu Türkleri, Selçuklular döneminde (1071-1299) kendine özgü mimaride camiler kurmuşlar. Osmanlılar (1299-1923) daha farklı bir mimari geliştirmişler. Fakat Cumhuriyet döneminde ise bu konuda hiç gelişme olmamış ve Osmanlı mimarisi iyice sulandırılmıştır. Günümüzde cami kurmak bir spor halini almış, cemaati olan olmayan dağın başına bile camiler kurarak milli serveti boşa harcanmış ve harcanmaktadır. Türkler, bu konuda Tatarları örnek alabilirler. Tatarların gerek yeni inşalarla olsun gerekse Sovyetler zamanında tahrip edilenlerin onarımı ya da yeniden yapılması ile olsun camiler sadece dini amaçlarla yapılmamaktadır; bu hızlı ve sistematik şekilde inşa edilen camiler, daha çok Ruslara karşı bir var olma mücadelesinin simgesidir. Kazan’da camiler 5 vakit namazlarda inananlarla dolup taşıyor diyemeyiz sadece cuma günleri dolduğu görülür. Fakat gittiğim birçok camide hafta içinde bile gencecik, yakışıklı, sarışın ve esmer Tatarlar, bunların arasında askerler de gördüm, büyük bir huşu içinde namazlarını kılıyorlardı. 1552 yılında Kazan Hanlığı yıkıldıktan sonra Müslüman Tatarları, Rus asimilasyonuna karşı bu namazlar korudu. Eğer onlar Müslüman olmasalardı, Ruslar arasında eriyip yok olan diğer yüzlerce azınlık gibi Ruslaşabilirlerdi.

    Tataristan Devlet Başkanı Şeymiyev Mintemir (Türkçesi Bindemir) bir konuşmasında şu açıklamayı yapmıştır: Eğer Tatarlar dil ve kültürlerini bugüne kadar koruyabilmişlerse bu İslam dini sayesinde olmuştur

    Japonya’nın ilk camisi olan Kobi camisini 1913 yılında kuranlar da Tatarlardır. Bu yüzden Tatarların bir unutulmaz sözü vardır: Tatarın toprağı yok, Tatarsız toprak yok.

    Bolgar’a Yolculuk

    Volga sınırındaki Bolgar şehrinin, bugünkü Bulgaristan ile ilişkisi biraz karışık:

    Aslında Bulgaristan ile Bolgar akraba şehirlerdir. Bulgarlar, 450 yıllarında Batı Hunlarının bir parçası olarak Hazar ve Karadeniz kıyıları ile Kafkasya yerleşmiş bir Türk boyudur ve bugünkü Çuvaşlar ile akrabadır. 7. yüzyılda yine bir Türk boyu ile olan mücadelede başarılı olamamışlar ve bir kısmı Bolgar Devleti hakimiyetine girmiştir. Başka bir boyun hakimiyetinde yaşamak istemeyenlerin bir kısmı Kuzey’e giderek Volga kenarındaki Bolgar şehrini kurarken, bir kısmı ise Bizans’ın daveti ile Gotlara karşı savaşmaları için Tuna kenarına davet edilmişlerdir. Bu sırada Volga Bolgarları İslam’ı kabul ederken, Tuna Bolgarları Ortodoks olmuşlardır. Avar, Kuman, Peçenek gibi Türk, Ostrogot ya da Vizigotlar gibi Germen, Bizans ve çeşitli Slavlarla mücadeleleri sırasında güçsüzleşmiş ve asimile olmaya başlamış, hakimiyetleri altındaki Slavların da kendini Bulgar olarak isimlendirmesi ile de bugünkü Slav Bulgaristan oluşmuştur. 1395 yılında Osmanlı tarafından yenilerek hakimiyeti sona eren son Bulgar hanedanı Şişmanoğulları’na kadar Türk kökenlilerce yönetilmiştir. Volga Bolgarları ise zamanla Rus akınları ile zayıflamış, 1223’te Cengiz ordularını yenmelerine rağmen, 1236’daki ikinci bir akınla Altınordu’nun bir parçası haline gelmişler ve özerk olmalarına rağmen zamanla Kıpçaklar arasında azınlıkta kalmış ve asimile olmuşlardır.

    8. yüzyılda kurulan Bolgar

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1