Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Sevgisiz Tohumlar da Çimlenir: "Bahtsızlığını hakikatin evrelerine kılavuz edinmeye çırpınan bir insanın öyküsü"
Sevgisiz Tohumlar da Çimlenir: "Bahtsızlığını hakikatin evrelerine kılavuz edinmeye çırpınan bir insanın öyküsü"
Sevgisiz Tohumlar da Çimlenir: "Bahtsızlığını hakikatin evrelerine kılavuz edinmeye çırpınan bir insanın öyküsü"
Ebook132 pages1 hour

Sevgisiz Tohumlar da Çimlenir: "Bahtsızlığını hakikatin evrelerine kılavuz edinmeye çırpınan bir insanın öyküsü"

Rating: 5 out of 5 stars

5/5

()

Read preview

About this ebook

Bu kitap şunu iddia eder ki, bahsedilenler olursa şu sorunun yanıtı doğru verilmiş sayılır:


ülke ve dünya nasıl değişir?


Adaletli, refah içinde hakkaniyetli paylaşımın olduğu, imtiyaz ve saltanatlara ‘’DUR’’ denen dünyada bahar daha farklı açacağı gibi, yalnızca belli coğrafyalarla da kısıtlı kalmaz bu. Baharın kuşları daha da özgür öter. İlkbahar çiçeklerinin üzerine çocukların göz yaşları ve kanları akmaz.


Kar daha beyaz yağar yeryüzüne. Sıcak olmayan hane kalmaz. Barış güvercinlerinin çırpınışı boşa gitmez böyle bir dünyada. Herkes birbirini anlama ve ihtiyacını giderme eylemine geçer. Egolar sıfırlanır böylece. Vahşi yarışma yerine, dostça daha iyiye erme müsabakası vuku bulur Anadolu’da ve yerkürede. Ne insanı ve toplumları sömüren kalır ne de buna mahal veren bilinçsizlik.


Çünkü herkes için tek gaye esastır:


Filizleri koparmak yerine, sulamak sevgi ile.

LanguageTürkçe
Release dateApr 22, 2020
ISBN9786257959841
Sevgisiz Tohumlar da Çimlenir: "Bahtsızlığını hakikatin evrelerine kılavuz edinmeye çırpınan bir insanın öyküsü"

Related to Sevgisiz Tohumlar da Çimlenir

Related ebooks

Reviews for Sevgisiz Tohumlar da Çimlenir

Rating: 5 out of 5 stars
5/5

1 rating0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Sevgisiz Tohumlar da Çimlenir - Ekrem Canbaz

    HAKKINDA

    ÖNSÖZ

    §

    Keşke herkesin, belki de en çok da ünlü insanların iç dünyasını, yani ruhu neyle haşir neşir oluyor bilebilsek. Ruh bilimlerinin yaptığı gibi dolambaçlı da değil, hemen bir resim olarak görebilsek. Ve iç dünyamız sürekli hareketli ve değişken olduğu için ve zamana göre değiştiğine, en kaba sınıflamasıyla yaz, kış, ilkbahar ve sonbahar olarak, tüm geçen zaman kesitlerindeki ruh resmimizi albümün sayfaları gibi tek tek çevirip de seyretsek. Bazen mahrem kalacak şekilde olma ihtimali de var, ama keşke en azından biz kendimize ait olan şekle şemaile vakıf olabilsek. Flu olması muhtemel bu resimde koyu olan bölgeler, ruh halimiz açısından alarm zillerini gösterse. Röntgen gibi olsa da yani, tıpkı diğer tıp alanlarında olduğu gibi, ruh uzmanına gösterdiğimizde gereken uyarıyı yapsa ve gerekiyor ise eğer aksilikleri, stresleri engelleyici, koruyucu maddeleri, gıdaları bizlere peşinen önerse. Yoksa iç dünyamız gerçekten çok karmaşık. Bunu okumaya 'farkındalık' deniyor olmalı.

    Bazen pır pır iç dünyamız, bazen durgun, bazen çocuksu, bazen sanki bir kurtarıcı ciddiyetinde, bazen şımarık, bazen yargılayıcı üstelik kendimizi, bazen mahzun ve masum, bazen hırslı ve suçlu gibi. İçinde hapisler var bazen ya da okyanuslar ve deryalar. Aşmak isteyen, engel tanımaz, bazen de kabuğuna çekilmiş, kollarından tutulup okşanası. Çekip gitmek isterken, zaman zaman ısrarcı, tutkulu, keyif çakır, efkarlı...

    Bir de dış dünyamız var. Üzerimize giydiğimiz kıyafetten başlayarak, hatta derimize yaptığımız dövmeden. Evdeki ailemizden, düzenden, sokağa, iş dünyasına kadar giden. Tatilde gittiğimiz, takıldığımız yerlere, tüm okul sürecinde yaşadıklarımıza, düğünümüzde, üzüntümüzde, iş ilişkilerimizde gördüğümüz, zannettiğimiz, yargıladığımız, ön yargı ile baktığımız, mutlu olduğumuz, bazen nefret ettiğimiz, karmakarışık, gri, bazen monoton, durağan tek tip, bir nehir kenarında muhteşem zengin, ilkbaharda canlı, kışın donuk ve beyaz, yazın esen yaprakları ile dışımız yani.

    Düşünün ki bu iki dünya sürekli iletişim, haberleşme, alışveriş içinde. Bazen çatışma, bazen barışma, bazen alıcı, bazen de verici konumunda.

    Her insanın bu ilişkisi farklı. Daha doğrusu farklı biraz hala. Çünkü insanlar ve çevreler, istekleri, arzuları, hobileri, markaları, mimarisi, peyzajı, kentsel dönüşümleri, kirletilmesi, dokunulmaz oluşları tek tipleşiyor. Ve aslında insanların kuralları, ilgilendiği teferruatları, angaryaları, kafa karıştıran öğeleri, iç daraltan mekanları, sinir bozucu çevresel düzen artıyor. Hapisleşiyor daha çok insan adeta. Bir çıkış yolu reçetesi veren de yok. Uzman denenlerin çoğu aslında bu ortamlardan ekonomik anlamda istifade de ediyor.

    Huzur bulamadıkça daha da koşuyor insan madde peşinde. Üstelik mutsuzluğun en büyük faili servet düşkünlüğü olduğu halde. Kimisi, yani bulanlar havalara uçarak reklamını da çok iyi yapıyor. Adeta enjekte ediyor, dışarıda, komşuda, okulda, iş yerinde, sosyal hayatta kime ne gösteriyorsa veya bakanlar ne görüyorsa, kafalarda işliyorsa. Yarış devam ediyor. Kimileri için Don Kişot misali. Daha fazla ün, daha fazla para, iktidar, talep eden, muhalefet eden. Hırçınlaşan.

    Birde sessiz gariban denen kesim var. Ezilen, ama mutlu, mütevazi. Sayıları ne kadar belli değil. Aynı fırsatlar ellerinde geçse ne olurdu? Çoğu için belki değişmezdi, ama ya gerisi.

    Benim bu kitaba mahsus en azından, hasletlerim var. Kökü yetiştirilememe sıkıntısında yatan kavrulmamdan yansıyan kızartma yağı çiseleri gibi. Belki paradoksal, ama zor da böylemi bir şey mi ki acaba? Örneğin ben uzun ömrün boş kalan zamanlarına değinmek, onları doldurma yollarını test etmek -önce kendimde tabi- yatay ve dikey, yani faaliyet alanları ile ilgili alanda iyice dalmak gibi. Dikeyde en önemlisi ise, ne saklayayım, yaşadığımız kargaşa devrinde hakikatler üstü nihai keşifleri yeniden yapmak: yani hayat, insanlık, teslimiyet... Ya da ilişkiler: Makul olanda bile baygınlığına düşmeden. Alemin raconuna göre değil de idealin kanununa tabi olarak. Örneğin tutarlılık. Çünkü daha derinlere inmeyince bunlarda dikeyin yüzeyinde kalıyor.

    Yaşamla sanat birbirinden uzak olmamalı. Kurgu aslında bir pembe dünya. Zaman geçirmeye yönelik ağırlıkla. Peki sonunda ne kazanıldı hayat adına? Hayatın bir anlamı var mı? Tam söylenmemiş yani. Ya da ifade edilememiş, uygulamaya sokulamamış, daha da kötüsü ifa edilmekten üşenilmiş veya istenmemiş. Varsa bunu deşelemek yerine, gri yaşamı tek düze hale getirecek hikayeler neyi kazandırır ki insana!? Derin düşünmeyi olmasa gerek. Sorunlara kafa yormayı ya da uyanışı da değil. Filmlerin çoğu gibi popüler sanatın toplumsal bir derdinin, davasının olduğuna inanmıyorum. Hepsinde olmasını da kimse bekleyemez. Ama nispeten ibre hakiki olmayıp pembe dünyaya yönelik. Ve bu da sorunlara neşter olmayıp, çoğu eser arşivlerde ki terk edilmiş haline bırakılıyor. Böyle olunca savaşı, nefreti önleyen, aşkı sevgiyi teşvik eden filmler amacına ulaşmış mı diye sormaya -günümüze bakınca- gerek bile kalıyor mu!? Sanki gizli eller aslında tam aksine bunlarla oyalarken, hayatın acı senaryolarını tekrar hayata geçiriyor gibi, öyle değil mi!? Bilmem kanlardan, sosyolojik kaoslardan, salgın hastalıklardan somut olarak bahsetmeye gerek var mı bugünlere bakınca.

    Onları da geçtim. Yalnızlaşıyor mu insan, mekanikleşiyor mu, ruhsuzlaşıyor mu, yüzeyselleşiyor mu, tepkisizleşiyor mu? Eğer yanıt evet ise bu tersine sanatsal gidişat aslında kaçışta olan insanın ağzına nabza göre şerbet verme değil mi? Herkes 'şöyle gidiyoruz, şöyle yaşanmalı'yı dikte edeceğine, 'nereye gidiyoruz' sorusunu beyinlere sunsa, zamanı değil mi daha gerçekten?

    Bu aslında yeniden doğuşlardan bir doğuş. Bembeyaz başlamak kirlenmiş zihinlere.

    Giriş

    §

    Burada geçen hikâye, şartlar içinde çelişkilere atılmış bir insanın devri değiştirme iddiasına girmesi mevzusudur. Yani kahramanımız Evren’in. Onun iç sesinden:

    Şefkate susamış bir oğul olarak büyür iken, aslında işlenmek, sessiz çile çekerek, değirmenlerden bir daha bir daha geçerken, tefekkür üstüne kalbi, sezileri, aklı istihdam ederek; sanki yazılmış bir dava uğruna 'biraz daha sabır eyle, bakalım ne olacak' endamında lime lime edilmiş parçalarını bir araya getirmenin mevzusudur bu romanda anlatılanlar. Hiçbir şey anlamsız değildir yaşanan, hiçbir şey devamında bir halkasız da değildir. İnsan tedrisattadır hep istese de istemese de.

    Özlemlerle, gurbetle, hasret ve hasletlerle, sorgulamalarla, pahalı fikirlere adanmış, ama asla balıklama olmamış bir hayatın, sisteme, düzene, sömürüye ilahi rıza uğruna bilimsellikte kalarak paradoksal vaziyette kafa tutmasıdır aslında olan biten. Mahpusları sadece duvarlardan sanmayın. Korkular, iddialar, bilmeler, bilmemeler de esarettir kurtuluncaya kadar. Belki hiç kurtulmasanız da gönül rahatlığına biraz ermedir.

    Şayet bu olmasaydı ve bilgiye hep talip, düşünmeye tutsak olunsaydı en isyankâr eşkıyalar buradan çıkardı. Lakin içinizde ki arbedeye kafa atmaktır asıl mesele. Neden birçoğu mahzun gelip geçti diye sorabilmektir. Sorun nerede sorusuna şah damarında hissederek yanıtlamaktır.

    Ben yolculuğa çıktım içimde, bazen örneğin emperyalizme atıfta bulunarak ya da bir aşk öyküsüne dalarak. Veya davranış bilimlerine kafa tutarak. Uçup giden hislere ve fikirlere olta atabilmektir niyetim.

    Haslete Dönüş

    §

    Havaalanından dönüşte buruk değildi. Neden gittiğinin ve döndüğünün bilincindeydi. Aracı kullanan yeğenin yanında otururken, ta uzaklarda ki üzüm bağlarında geziyordu gözleri. Birden erginleşen üzüm taneleri ile ortak bir paylaşım hissetti içinde. ''Ayırt etmek, fark etmek ve edilmek için yanmak gerekiyordu demek ki'' diye düşündü. Yine de iddialı olmamayı hayat öğretmişti. Kavisli yolun tekere verdiği taak sesiyle bir an gözlerinde memleket gündemleri canlansa da kendi başına muhasebeye devam etmekte niyetliydi.

    Bir an yanında otomobili kullanan yeğeninin sesini duyar gibi oldu.

    ''Ee amca nasılsın görüşmeyeli!?''

    Bir an ''Nasıl!?'' diye sormayı düşünse de geri döndüğüne sevinen yeğeninin şevkini kırmaması gerektiğini sezdi

    ''Çok şükür gayet iyiyim Ahmet ‘çiğim, gayet iyi''.

    Sohbeti daha fazla sürdürmeye niyeti olmadığını belirtir şekilde başını yine dışarıya çevirdi. Yanında getirdiği duygularla baş başa kalmaktan kendini alamıyordu. Yabancı diyarlardan ülkede ikinci bahara tekrar yelken açmanın hesaplarını yapması

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1