Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Bıçak Sırtı
Bıçak Sırtı
Bıçak Sırtı
Ebook301 pages3 hours

Bıçak Sırtı

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Hawaii'nin başkentindeki basit bir safrakesesi ameliyatı ters gittiğinde, kimse cinayetten şüphelenmez. Ta ki Dr. Chesne, kendisine karşı ustalıkla kurgulanmış bir komployu ortaya çıkarmak için beş yıl önceki trajik olaylar silsilesine dair ipuçlarına ulaşana kadar. Fakat cinayetler devam eder; Dr. Chesne'nin
taraf değiştiren Avukat David Ransom ile birlikte kendilerini namlunun ucunda bulmaları artık an meselesidir.

Tess Gerritsen, Bıçak Sırtı'nda, bir zamanlar doktor olarak çalıştığı hastaneyi bir gerilim atmosferi altında ziyaret ediyor. Şüpheliler teker teker kurbana dönüşürken, Gerritsen'in kahramanları zamana karşı çetin bir yarışa giriyor. Okuru da bu soluk soluğa koşuda peşinden sürükleyerek...
LanguageTürkçe
Release dateMay 7, 2024
ISBN9786258495782
Bıçak Sırtı

Read more from Tess Gerritsen

Related to Bıçak Sırtı

Related ebooks

Related categories

Reviews for Bıçak Sırtı

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Bıçak Sırtı - Tess Gerritsen

    DOĞAN KİTAP TARAFINDAN YAYIMLANAN DİĞER KİTAPLARI:

    https://www.dogankitap.com.tr/yazar/tess-gerritsen

    BIÇAK SIRTI

    Orijinal adı: Under the Knife

    © 1990, Tess Gerritsen

    Yazan: Tess Gerritsen

    İngilizce aslından çeviren: E. Özlem Gültekin

    Yayına hazırlayan: Ali Kayalar

    Türkçe yayın hakları: © Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    Bu kitabın Türkçe yayın hakları Akcalı Telif Hakları Ajansı aracılığıyla satın alınmıştır.

    Dijital yayın tarihi: /Ekim 2021 / ISBN 978-625-8495-78-2

    Kapak tasarımı: Taylan Polat

    Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 3, Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL

    Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16

    www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr

    Bıçak Sırtı

    Tess Gerritsen

    Çeviren: E. Özlem Gültekin

    Giriş

    Sevgili Tanrım, geçmiş nasıl da geri gelip peşimize düşüyor.

    Doktor Henry Tanaka ofis penceresinden dışarıya, otoparka deli gibi inen yağmura bakarken, bir zavallının ölümünün onca yıl sonra kendisini yok etmek için neden geri döndüğünü merak ediyordu.

    Dışarıda, üniforması yağmurdan benek benek ıslanmış bir hemşire, arabasına doğru koşturuyordu. Tanaka, biri daha yağmura şemsiyesiz yakalanmış diye düşündü. Honolulu’da çoğu sabah olduğu gibi o gün de şafak vakti gökyüzü ışıl ışıl ve güneşliydi. Ama saat üçte bulutlar Koolau çayırlıklarının üzerine sinsice sokulmuş, şimdi de klinikteki çalışanlar evlerine dönerken yağmur sağanak halini almış ve sokakları pis su nehirleri kaplamıştı.

    Tanaka dönüp masasındaki mektuba baktı. Bir hafta önce postalanmıştı ancak çoğu yazışma gibi bu da ofisinde hep dağınık duran, gebeliğe ilişkin dergi ve malzeme kataloğu yığınları arasında kaybolmuştu. Danışma görevlisi sonunda bu sabah ona mektubu hatırlattığında gönderen adresinde yazan ismi görünce etekleri tutuşmuştu: Avukat Joseph Kahanu.

    Zarfı hemen açtı.

    Koltuğuna tekrar gömüldü ve mektubu bir kez daha okudu.

    Sevgili Doktor Tanaka,

    Bay Charles Decker’ın vekili avukat olarak, öldüğü günlerde hastanız olan Bayan Jennifer Brook’a ilişkin tıbbi gebelik bakım kayıtlarının tümünün tarafıma gönderilmesini...

    Jennifer Brook. Keşke bu ismi unutabilseydi.

    Üzerine büyük bir ağırlık çöktü; sanki kendi gölgesinden daha hızlı koşamayacağını fark edip bitap düşmüş gibiydi. Eve gitmek istedi, büyük bir gayretle dışarı çıkıp arabasına binmek için enerji toplamaya çalıştı ancak yerinde oturup ofisinin dört duvarına bakmaktan ötesi elinden gelmedi. Sığınağının duvarlarındaki çerçevelenmiş diplomalara, tıp sertifikalarına ve fotoğraflara bakarak maziye bir yolculuk yaptı. Her yer yeni doğmuş, etleri buruş buruş bebeklerin, yüzleri sevinçle parlayan anne ve babaların fotoğraflarıyla doluydu. Kaç bebeği dünyaya getirtmişti? Saymayı seneler önce bırakmıştı...

    Ofisin dışından gelen bir ses, kapatılan bir kapının hafif tıkırtısı, nihayet koltuğunda hareketlenmesine sebep oldu. Ayağa kalktı ve ne olduğuna bakmak için resepsiyon bölümüne gitti. Peggy? Hâlâ burada mısın?

    Bekleme odası boştu. Bakışları çiçekli kanepe ve sandalyelerin ötesinde dolaştı, kahve sehpasına güzelce istiflenen dergileri de geçti ve sonunda gidip dış kapıya takıldı kaldı. Kapı kilitli değildi.

    Sessizliği boğuk bir metal çınlayışı bozdu.

    Ses muayene odalarının birinden gelmişti.

    Peggy? Tanaka koridora çıkıp ilk odaya baktı. Işığı açınca, paslanmaz çelik lavabonun, jinekolog masasının, teçhizat dolabının ışıltısıyla karşılaştı. Işığı kapatıp bir sonraki odaya geçti. Yine her şey olması gerektiği gibiydi: Aletler tezgâhın üzerine düzgünce sıralanmış, lavabo silinip kurulanmış, muayene masası güzelce yukarı doğru katlanmıştı.

    Koridoru geçerek üçüncü ve son muayene odasına yöneldi. Ama tam elektrik düğmesine uzanmıştı ki bir içgüdüyle olduğu yerde donup kaldı: Aniden onu karanlıkta bekleyen bir varlığın –kötü ve sinsi bir şeyin– orada olduğunu hissetmişti.

    Korku içinde odadan geri çıktı. Tam kaçmak için arkasına dönmüştü ki davetsiz misafirin orada, hemen önünde dikildiğini fark etti.

    Bir bıçak havada süzülüp boğazını kesti.

    Tanaka muayene odasına doğru sendeleyerek girerken bir cihazın ayaklığına vurup devirdi. Tökezleyerek düştüğünde yerdeki muşambanın çoktan kanıyla kayganlaştığını fark etti. Her ne kadar canının boşalıp gittiğini hissetse de beyninin soğukkanlı ve mantıklı bölgesi onu yarasının durumunu değerlendirmeye ve şansını zorlamaya çağırıyordu. Yarılmış bir arter. Birkaç dakika içinde yaşanacak aşırı kan kaybı. Kanamayı durdurmalıyım... Hissizlik bacaklarından yukarı tırmanmaya başlamıştı bile.

    Çok az zamanı vardı. Elleri ve dizleri üzerinde gazlı bezlerin bulunduğu dolaba doğru emekledi. Bilincini yavaş yavaş ve acı çekerek kaybederken, cam kapıların ardından görünen cılız lamba ona hayatta kalmak için tek umut ışığı gibi göründü.

    Koridordaki bir gölge içeri giren son ışığı da perdeledi. Davetsiz misafirin kapının eşiğinde dikilip onu seyrettiğini biliyordu. Buna rağmen yoluna devam etti.

    Bilinçli olduğu son saniyelerde, Tanaka bedenini yukarı doğru çekerek ayağa kalkmayı ve dolap kapağına asılıp açmayı başardı. Raftan sterilizasyon paketleri döküldü. Paketlerden birini el yordamıyla ardına kadar açtı, bir tomar gazlı bez çıkarttı ve boynuna bastırdı.

    Saldırganın bıçağının çizdiği son kavisi görmedi bile.

    Bıçağın keskin ucu sırtına saplanıp dibine kadar girerken Tanaka çığlık atmak istedi ancak boğazından hafif bir iç çekiş çıktı sadece. Sessizce kayıp yere düşmeden önce aldığı son nefes bu oldu.

    Charlie Decker küçük, sert yatağında çırılçıplak yatıyordu, korkmuştu.

    Pencereden neon ışıklarının kan kırmızısı parıltısını gördü: Victory Hotel. Yalnız Hotel’in t’si eksikti. Geriye kalan harflere bakıp buranın gerçek adı şöyle olabilir diye düşündü: Victory Hole.¹ Burası her zaferin, her neşenin, geri dönüşü olmayan karanlık bir çukura gömüldüğü bir yerdi işte.

    Gözlerini kapattı ama neon ışıklar sanki gözkapaklarından yolunu bulup geçiyor gibiydi. Pencereye sırtını döndü, yastığı da kafasının üzerine çekti. Kirli çarşafın boğucu kokusunu duydu. Yastığı bir tarafa atarak ayağa kalktı ve pencereye doğru yürüdü. Oradan aşağıya, sokağa baktı. Kaldırımda saçlarını atkuyruğu yapmış, mini etekli bir sarışın, bir Chevrolet’nin içindeki bir adamla pazarlık ediyordu. Gecenin içinden bir yerlerden gülme sesleri geldi, uzakta bir müzik kutusunda, It Don’t Matter Anymore² çalıyordu. Sokaktan çürüyen çöplerin ve tropik frangipani ağacının kendine özgü karışımının kötü kokusu yükseliyordu: Cennetin arka sokaklarının kokusu. Midesi bulandı. Ancak sıcak hava yüzünden pencereyi kapatmak ya da uyumak mümkün değildi, nefes alınacak gibi değildi.

    Küçük masaya doğru gidip lambayı açtı. Gazete başlığını yeniden okudu.

    Honolululu Doktor Ölü Bulundu.

    Terin göğsünden aşağı süzüldüğünü hissetti. Gazeteyi yere fırlattı. Sonra oturdu, başını ellerinin arasına gömdü.

    Uzaktaki müzik kutusundan gelen müzik zayıflayıp yok oldu, bir sonraki şarkı başladı, gitarlar ve bateri sesleri duyuldu. Şarkıcı, Bunu çok istiyorum, oh evet bebeğim, çok, çok... diye haykırdı.

    Başını yavaşça kaldırdı ve Jenny’nin fotoğrafına odaklandı. Kadın gülümsüyordu; her zamanki gibi gülümsüyordu. Tenine temas etmenin nasıl bir şey olduğunu hatırlamaya çalışarak resme dokundu; ancak yıllar hafızasını köreltmişti.

    Sonunda not defterini aldı. Boş bir sayfa açtı. Yazmaya başladı:

    Bana diyorlar ki

    "Zaman alır...

    İyileşmek, unutmak zaman alır."

    Bense şöyle diyorum onlara:

    İyileşmek seni unutarak olmaz,

    hatırlayarak olur.

    Tenindeki deniz kokusu;

    Kumda bıraktığın küçük, kusursuz ayak izleri.

    Hatırlamanın ucu bucağı yok.

    Sen ise burada, şimdi ve her zaman, denizin yanı başında

    yatarsın.

    Aç gözlerini. Dokun bana.

    Güneş parmaklarının ucunda.

    O zaman iyileşirim.

    İyileşirim.


    1 Yazar, İngilizcede delik anlamına gelen hole sözcüğüyle bir kelime oyunu yapıyor. (ç.n.)

    2 ABD’li rock and roll yıldızı Buddy Holly’nin üne kavuşturduğu, 1958 çıkışlı şarkı. (ç.n.)

    1

    Doktor Kate Chesne hastasının serum yoluna 200 miligram sodyum pentotal enjekte etti. Soluk sarı sıvı plastik tüpün içinden ip gibi tembel tembel akarken Kate mırıldandı: Birazdan uykun gelecek Ellen. Gözlerini kapat. Rahatla...

    Henüz hiçbir şey hissetmiyorum.

    Bir dakika kadar sürer. Kate, Ellen’ın omzunu içini rahatlatmak ister gibi sessizce sıktı. Hastaya kendisini güvende hissettiren, ufak şeylerdi bunlar. Bir dokunuş. Yumuşak bir ses. Kate, Kendini bırak diye fısıldadı. Gökyüzünü, bulutları düşün.

    Ellen ona sakin ve uykulu bir tavırla gülümsedi. Ameliyathanenin sert ışıklarının altında, yüzündeki her bir leke, her bir kusur tüm ayrıntılarıyla ortaya çıkıyordu. Hiç kimse hatta Ellen O’Brien bile ameliyat masasında güzel görünmezdi. Komik diye mırıldandı kadın. Korkmuyorum. Hem de hiç...

    Korkmana gerek yok. Ben her şeyle ilgileneceğim.

    Biliyorum. Yapacağını biliyorum. Ellen, Kate’in eline doğru uzandı. Basit bir dokunuş, parmakların hafifçe teması... Ellen’ın teninde bıraktığı sıcaklık ona masada herhangi bir bedenin değil, bir kadının, bir arkadaşın yattığını anımsattı.

    Kapı aniden ardına kadar açıldı, cerrah içeri girdi. Oldukça iriyarı bir adam olan Doktor Guy Santini çiçekli kâğıt bonesiyle biraz komik görünüyordu. Nasılız bakalım Kate?

    Pentotal etkisini göstermeye başladı.

    Guy masaya doğru ilerledi ve hastanın elini sıktı. Hâlâ bizimle misin Ellen?

    Kadın gülümsedi. Eh işte. Ama genel anlamda, Philadelphia’da olmayı tercih ederdim.

    Guy güldü. Gideceksin. Ama safrakeseni burada bırakarak.

    Bilmiyorum... Aslına bakılırsa... Ona iyiden iyiye alışmaya başlamıştım... Ellen’ın gözkapakları sarktı. Sakın unutma Guy diye fısıldadı. Söz verdin. Yara izi olmayacak...

    Verdim mi?

    Evet... Verdin.

    Guy Kate’e göz kırptı. Yoksa sana söylemedim mi? En kötü hastalar hemşirelerdir. Beklentileri yüksek olur.

    Ameliyathane hemşirelerinden biri, Dikkat edin doktor! diye atıldı. Bir gün sizi de bu masaya yatıracağız.

    Guy, Düşüncesi bile korkunç dedi.

    Kate hastasının çenesinin nihayet gevşediğini gördü. Hafifçe seslendi: Ellen? Parmaklarını Ellen’ın kirpiklerine dokundurdu. Karşılık almadı. Kate, Guy’a başını salladı. Uyudu.

    Guy, Ah Katie, canım benim dedi. Harika bir iş çıkarıyorsun...

    Bir kıza göre, değil mi? Evet, evet. Biliyorum.

    Guy elini yıkamak için dışarı çıkarken Pekâlâ, haydi başlayalım dedi. Laboratuvar sonuçlarının hepsi iyi mi?

    Kan tahlilleri mükemmel.

    Ya EKG?

    Dün gece yaptım. Normal.

    Guy ona kapı girişinden hayranlık dolu bir selam yolladı. Senin yanında Kate, insanın hiçbir şeyi dert etmesine gerek kalmıyor. Gereçleri hazırlayan iki ameliyathane hemşiresine Hanımlar, bu arada diye seslendi. Sizi uyarmalıyım. Stajyer doktorumuz solak.

    Elini yıkamasına yardım eden hemşire ani bir ilgiyle başını kaldırdı. Peki yakışıklı mı?

    Guy gözlerini kırpıştırdı. Tam bir ideal erkek, Cindy. Ona senin bunu sorduğunu söyleyeceğim. Gülerek kapıdan çıkıp ortadan kayboldu.

    Cindy iç geçirdi. Karısı ona nasıl dayanıyor acaba? Takip eden on dakika boyunca, her şey tıkır tıkır işledi.

    Kate işlerini her zamanki rutin performansıyla yürüttü. Tüpü yerine soktuktan sonra solunum cihazına bağladı. Oksijen akışını ayarladı, uygun nitro oksit oranını girdi. Ellen’ın hayatı buna bağlıydı. Her ne kadar otomatik hareketlerle yapılsa da her bir aşama çifte kontrol, hatta bazen üç kez kontrol gerektiriyordu. Hasta tanıdığı ve sevdiği birisiyse, attığı her adımdan emin olmak için çok daha büyük bir özen gösteriyordu. Bir anestezi uzmanının işinin yüzde doksan dokuz can sıkıntısı ve yüzde bir katıksız korku olduğu söylenir. Kate, işte bu yüzde birlik kısma karşı her zaman tetikte ve hazırlıklıydı. Çünkü komplikasyonlar göz açıp kapayana kadar olup bitebilirdi.

    Ama bugün her şeyin yolunda gideceğinden adı gibi emindi. Ellen O’Brien sadece 41 yaşındaydı ve safrakesesi dışında sağlığı mükemmeldi.

    Guy ameliyathane hemşiresine döndüğünde, yeni yıkanmış kollarından sular damlıyordu. İdeal erkek solak stajyer doktor da hemen arkasından gelmişti. Sersem sersem yürüyen, gizli topuklu ayakkabılarına rağmen boyu toplamda 1,65’i geçmeyen bir adamdı. Lateksin sert çarpma sesleriyle sonlandırılan steril önlük ve eldiven takma merasimine geçildi.

    Ekip ameliyat masasının etrafında yerini alırken Kate’in gözleri maskeli yüzlerden oluşan çemberi taradı. Stajyer doktor hariç hepsi de birbirlerini oldukça iyi tanıyorlardı. Kül rengi-sarı karışımı saçlarını mavi ameliyat bonesinin altına güzelce toplayan sirküle hemşire³ Ann Richter de oradaydı. Richter, işle eğlenceyi kesinlikle birbirine karıştırmayan, soğukkanlı bir profesyoneldi. Ameliyathanede şaka yapmaya kalkarsanız muhakkak size hiç de tasvip etmeyen gözlerle bakardı.

    Onun hemen yanında Guy vardı. Cana yakın, içten bir adamdı Guy. Kahverengi gözleri şişe dibi gibi kalın gözlüklerinin gerisinde ufacık görünüyordu. Onun kadar sakar ve şapşal birinin cerrah olabileceğine inanmak çok zordu. Fakat neşteri eline aldığında mucizeler yaratabiliyordu.

    Guy’ın karşısında, solaklığın acıklı talihsizliğiyle doğan stajyer doktor dikiliyordu.

    Son olarak bir de steril hemşire⁴ Cindy vardı; koyu renk gözlü, sürekli gülen bir su perisi. Bugün Oryantal Malahit denen bir renkte, harikulade bir göz farı kullanmıştı ve bu haliyle tropik bir balık gibiydi.

    Guy elini neşteri almak için uzatırken Farın çok hoş Cindy dedi.

    Kız, aleti adamın avucuna hızla bırakarak Çok teşekkürler Doktor Santini karşılığını verdi.

    Bunu diğerinden, şu İspanyol Çamuru denenden daha çok beğendim.

    İspanyol Yosunu.

    Guy, stajyer doktora Bu gerçekten, ama gerçekten çok çarpıcı, sence de öyle değil mi? diye sordu. Adam, akıllıca davranıp hiçbir şey söylemedi. Guy, Evet diye devam etti, bana en sevdiğim rengi anımsatıyor. Sanıyorum Kuyrukluyıldız Temizleyicisi gibi bir şeydi adı.

    Stajyer doktor kıkırdadı. Cindy ona kötü kötü baktı. İdeal erkeğin şansı buraya kadardı.

    Guy ilk kesiği attı. Karın duvarının yüzeyinde açılan kırmızı bir çizgiden sızan kanı, stajyer doktor hemen süngerle tamponladı. Elleri otomatik bir şekilde büyük bir uyumla çalışıyor, bu halleriyle düet yapan iki piyanisti andırıyorlardı. Kate hastanın başındaki yerinden yapılanları takip ederken Ellen’ın kalp ritmini aralıksız dinliyordu. Her şey yolunda gidiyordu, ufukta herhangi bir kriz görünmüyordu. İşinden işte en çok böyle anlarda haz alıyordu: Her şeyin kontrol altında olduğunun bilincinde olduğu durumlarda. Onca paslanmaz çelik aletin ortasında kendisini yuvasında gibi hissediyordu. Solunum cihazının uğultusu ve kalp monitörünün bipleri, ona şu anda masada sürdürülen işin huzur veren fon müziği gibi geliyordu.

    Guy kestiği çizgiyi derinleştirip parlak yağ tabakasını açtı. Kaslar biraz gergin görünüyor Kate diyerek gözlemini paylaştı. Kapatırken sorun yaşayacağız.

    Ne yapabilirim, bir bakayım. Kate ilaç arabasına dönerek üzerinde süksinilkolin yazan küçük çekmeceye uzandı. İlaç, damardan verilmesi durumunda kasları gevşetecek, Guy’ın karın boşluğuna daha kolay erişmesini sağlayacaktı. Çekmeceye bakar bakmaz kaşlarını çattı. Ann? Bir şişe süksinilkolin kalmış. Aşağı inip bana biraz daha getirebilir misin?

    Cindy, Çok garip dedi. Arabayı dün akşam tepeleme doldurduğuma eminim.

    İyi de burada tek bir şişe kalmış işte. Kate renksiz sıvıdan şırıngaya 5 cc çekip Ellen’ın serum yoluna enjekte etti. Etkisini göstermesi bir dakika alacaktı. Oturup sürenin dolmasını bekledi.

    Guy’ın neşteri yağ tabakasını sıyırıp, karın kasının zarını ortaya çıkartmaya başladı. Hâlâ çok gergin Kate dedi.

    Kate kafasını kaldırıp duvar saatine baktı. Üç dakika oldu. Şimdiye kadar etkisini göstermesi gerekirdi.

    Hiçbir değişim olmadı.

    Pekâlâ. Biraz daha zorlayacağım. Kate şırıngaya 3 cc daha çekip serum hattına enjekte etti. Kısa süre içinde bir şişeye daha ihtiyacım olacak Ann diye uyardı. Bu neredeyse...

    Tam o anda kalp monitöründen bir sesli ikaz yükselmeye başlamıştı. Kate kafasını kaldırıp dikkatle baktı ve ekranda gördüğü şey yüzünden dehşet içinde ayağa fırladı.

    Ellen O’Brien’ın kalbi durmuştu.

    Hemen o dakika içerisi savaş alanına döndü. Yüksek sesle emirler verildi, alet tepsileri bir tarafa itildi. Stajyer doktor güçlükle bir tabureye tırmandı, ağırlığını üst üste defalarca Ellen’ın göğsüne vererek kalp masajı yaptı.

    Bu herkesin bildiği şu meşhur yüzde birlik durum, her anestezi uzmanının başına gelmesinden korktuğu şey gerçek oluyordu.

    Kate Chesne de hayatının en kötü anını yaşıyordu.

    Bedenini saran panik karşısında kontrolü elden bırakmamaya çalıştı. İlkini serum yoluna ve diğerlerini de doğrudan Ellen’ın kalbine olmak üzere peş peşe şişelerce adrenalin enjekte etti. Onu kaybediyorum diye düşündü. Tanrım, onu kaybediyorum. Sonrasında osiloskopta kısa, tek bir çırpınış gördü. Bu, yaşam belirtilerinin tamamen bitmediğinin işaretiydi.

    Elektroşok verin! diye bağırdı. Aletin başında dikilen Ann’e baktı. 200 watt saniye!

    Ann hareket etmedi. Donmuş kalmıştı; yüzü bembeyaz kesilmişti.

    Ann! diye bağırdı Kate yeniden. 200 watt saniye dedim!

    Cihazın etrafından hızla dolanıp şarj düğmesine basan Cindy oldu. İbre 200’e kadar yükseldi. Guy elektroşokun paletlerini kavradı ve Ellen’ın göğsüne aniden bastırıp elektrik şarjını boşalttı.

    Ellen’ın bedeni, iplerinin hepsi bir anda çekilen bir kukla gibi aniden hareketlendi.

    Sonra bu çırpınış hafifleyerek kıpırdanmaya dönüştü.

    Bu, kalbin ölmekte olduğunu gösteriyordu.

    Kate başka bir ilaç daha denedi; sonra kalbi canlandırmak için umutsuzca bir girişimle, yeni bir ilaç daha enjekte etti. Hiçbiri işe yaramıyordu. Yaş dolu gözlerle osiloskopta boydan boya uzayıp hiçbir yere varmayan, şiddetini gittikçe yitiren çizgiyi seyretti.

    Guy yumuşak bir sesle, Buraya kadar deyip kalp masajının durdurulmasını işaret etti. Stajyer doktor, yüzü ter içinde masadan uzaklaştı.

    Kate, ellerini Ellen’ın göğsüne bastırarak Hayır diye ısrar etti. Bitmedi. Şiddetle, umutsuzca kalp masajına devam etti.

    Bitmedi. Kendini Ellen’ın üzerine attı, ağırlığını inatçı kaburga ve kas kalkanının tepesine bıraktı. Kalbe masaj yapılmalı, beyin beslenmeliydi. Ellen’ın canlı kalmasını sağlamalıydı. Ta ki kolları zayıf düşüp titremeye başlayana kadar devam etti bastırmaya. İçten içe Ölme Ellen diye emretti. Yaşamak zorundasın...

    Kate! Guy koluna dokunmuştu.

    Pes etmiyoruz. Daha değil...

    Kate. Guy onu nazikçe çekip masadan uzaklaştırdı. Bitti diye fısıldadı.

    Birisi kalp monitörünün sesini kapattı. Alarmın rahatsız edici sesi, yerini uğursuz bir sessizliğe bıraktı. Kate ağır ağır döndüğünde herkesin ona baktığını fark etti. Kafasını kaldırıp osiloskoba baktı.

    Çizgi düzdü.

    Hastabakıcılardan biri, Ellen O’Brien’ın cesedini saran ceset torbasının fermuarını çekerken Kate’in içi titredi. Fermuarın sesi, amansız sonu anlatıyordu; bir zamanlar yaşayan, nefes alan bir kadına ait olan bu bedenin böyle paketlenmesi ona yakışıksız gelmişti. Ceset sedyeyle morga götürülürken Kate sırtını döndü. Sedyenin tekerleklerinin gıcırtısı koridorda iyice duyulmaz olduğunda o hâlâ orada, ameliyathanede tek başına dikiliyordu.

    Bir yandan gözyaşlarıyla boğuşurken, yerlere saçılmış kanlı gazlı bezlere ve küçük, boş ilaç şişelerine baktı. Bu, hastanede yaşanan her ölümün ardından görülecek türden üzücü bir karmaşaydı. Kısa bir süre sonra etraf süpürülecek, çöplerin tümü yakılacak, geride biraz önce yaşanan trajediye dair en ufak bir ipucu kalmayacaktı. Morgdaki cesetten başka hiçbir şey.

    Ve tabii sorular. Ah, bir sürü soru sorulacaktı elbette. Ellen’ın ailesi soracaktı. Hastane soracaktı. Kate’in nasıl yanıtlayacağını bilemediği sorular soracaklardı.

    Bonesini bitkin bir tavırla kafasından çekip çıkarttı; kahverengi saçları omuzlarına serbestçe dökülürken belli belirsiz bir rahatlama hissetti. Yalnız kalmaya ihtiyacı vardı; düşünmek ve anlamak için. Dışarı çıkmak üzere döndü.

    Guy kapı eşiğinde dikiliyordu. Kate daha adamın yüzünü görür görmez bir terslik olduğunu anladı.

    Guy ona sessizce Ellen O’Brien’ın grafiğini uzattı. Elektrokardiyogram dedi. Bana normal olduğunu söylemiştin.

    Öyleydi.

    Bir kez daha baksana.

    Kate şaşkın bir halde EKG grafiğini, yani Ellen’ın kalbinin elektriksel takip kaydını açtı. İlk fark ettiği şey kâğıdın tepesine atılmış, bu sayfayı gördüğünü kanıtlayan kendi parafıydı. Sonra kayda baktı. Bir an için önündeki 12 adet siyah, kısa ve eğri çizgi serisine gözü takıldı, gördüğüne inanamadı. Her şey çok açıktı. Üçüncü sınıftaki bir tıp öğrencisi dahi buna tanı koyabilirdi.

    Guy, İşte, ölüm sebebi bu, Kate dedi.

    Kate, Ama... Bu imkânsız! diye haykırdı. Böyle bir hata yapmış olamam!

    Guy karşılık vermedi. Sadece kafasını başka yöne çevirmekle yetindi; böylece söyleyebileceği herhangi bir şeyden daha fazlasını anlatmış oldu.

    Kate, Guy, sen beni bilirsin diye itiraz etti. Böyle bir şeyi kaçırmayacağımı bilirsin...

    Her şey basılı haliyle önünde. Tanrı aşkına, lanet olası şeyin üzerinde parafın var!

    Birbirlerine baktılar; ikisi de Guy’ın ses tonundaki acımasızlığa şaşırmıştı.

    Guy sonunda, Üzgünüm diye özür diledi. Ardından telaş içinde parmaklarını saçlarının arasında gezdirdi. Yüce Tanrım. Kadın kalp krizi geçirmiş. Basbayağı kalp krizi. Biz de onu ameliyata almışız. Kate’e büyük bir ıstırapla baktı. Sanırım bu da onu biz öldürdük demek.

    Bu açık bir görevi ihmal davası.

    Avukat David Ransom, O’Brien, Ellen diye etiketlenen dosyayı kapatıp geniş masanın karşısında oturan müvekkillerine baktı. Eğer Patrick ve Mary O’Brien’ı tek kelimeyle tarif

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1