Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Hayatın Hakkını Vermek
Hayatın Hakkını Vermek
Hayatın Hakkını Vermek
Ebook425 pages4 hours

Hayatın Hakkını Vermek

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Hangi yaşta olursak olalım, hepimiz hayatımızı ve kendimizi tamamlamaya çalışıyoruz. Çünkü anlam arayışındaki bir yaşam, her zaman yapım aşamasındadır.

Hayat akıp gidiyor.
Uzun yaşayalım ancak yaşlanmayalım istiyoruz.
Ne kadar uzun yaşarsak o kadar mutlu olacağımızı düşünüyoruz.
Hiç üzülmeyelim istiyoruz.
Hayatı keyif almak için yaşıyor ve haz alırsak mutlu olacağımızı sanıyoruz.
Hedefler belirliyor, adımlar atıyoruz.
Uzmanların görüşlerine kulak veriyor, bize söylenenleri uyguluyoruz ama kafamız karışıyor.
Yaşamaya değer bir hayat istiyor ancak nasıl olacağını tam bilemiyoruz.
Peki, yaptıklarımız uzun dönemli bilimsel araştırmaların bulgularıyla ne kadar örtüşüyor?

Bu kitap, okura eşlik ederek hayatını değerlendirme fırsatını ona vermeyi amaçlıyor. Acar Baltaş, bilimsel araştırmalardan yararlanarak genelgeçer kabulleri sorgularken uzun yaşam hakkındaki doğruları ve bireyi mutluluğa götüren ilkeleri geniş bir perspektifle ele alıyor.
LanguageTürkçe
Release dateApr 22, 2024
ISBN9786256666382
Hayatın Hakkını Vermek

Related to Hayatın Hakkını Vermek

Related ebooks

Reviews for Hayatın Hakkını Vermek

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Hayatın Hakkını Vermek - Acar Baltaş

    Hayatın Hakkını Vermek

    Sağlıklı, Uzun ve Mutlu Yaşamak

    DOĞAN KİTAP TARAFINDAN YAYIMLANAN DİĞER KİTAPLARI:

    https://www.dogankitap.com.tr/yazar/acar-baltas

    HAYATIN HAKKINI VERMEK

    Sağlıklı, Uzun ve Mutlu Yaşamak

    Yazan: Acar Baltaş

    Editör: Sıla Arlı

    Yayın hakları: © Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Ticaret A.Ş.

    Bu eserin bütün hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya

    tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.

    Dijital yayın tarihi: /Nisan 2024 / ISBN 978-625-6666-38-2

    Kapak tasarımı: Serçin Çabuk

    Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Ticaret A.Ş.

    19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 3, Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL

    Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16

    www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr

    Hayatın Hakkını Vermek

    Sağlıklı, Uzun ve Mutlu Yaşamak

    Acar Baltaş

    Acar Kaya, Lyo, Sid

    ve yaşadıkları hayatın hakkını vermek için gayret edenlere...

    Teşekkür

    Okuyucuyla buluşan bir kitap, sadece yazarın değil birçok kişinin emeği ve katkısıyla meydana geliyor. Bu kitabın taşıdığı fikirler çok sayıda bilim insanının yıllarını verdikleri çalışmalardan ilhamla hayat buldu. Akademik yardımcım Handan Odaman Uşaklıgil, çağdaş araştırmaların derlenmesine, kaynak bölümlerin düzene sokulmasına ve mutluluk kavramının, bu konudaki araştırmaların büyükbabası sayılan Ruut Veenhoven yaklaşımı çerçevesinde yapılandırılmasına, böylece kitabın bilimsel derinliğine katkı sağladı. Ayrıca kitabın ilk taslağını okuyarak içeriğin zenginleşmesine yardım etti.

    Toplumsal değerlendirmelerin sadece Batı kaynaklarıyla sınırlı olmaması için TÜİK verilerinden yararlandık. Ancak Bekir Ağırdır ve yardımcısı Erman Bakırcı’nın cömert katkılarıyla KONDA’nın Barometre sonuçlarını eklememiz ve Türkiye’yle ilgili güvenilir ve güncel veriler sunmamız mümkün oldu. Dr. Uğur Tuzlacı, kitabın Uzun Yaşam kısmını dikkat ve özenle okuyarak değerli katkılar yaptı. Arkasında büyük emek olan bilimsel çalışmalarını cömertçe paylaşan, PERMA ölçeği için İbrahim Demirci, Halil Ekşi, Duygu Dinçer ve Selamiş Kardaş; Otantik Mutluluk Ölçeği için Esat Şanlı, Seher B. Çelik ve Cem Gençoğlu; Oxford Mutluluk Ölçeği kısa formu için Tayfun Doğan ve Nesrin A. Çötok okuyucunun kendisini değerlendirmesine yardımcı oldular.

    Bu, benim Doğan Kitap’taki ilk kitabım. Genel Müdür Gülgün Çarkoğlu’nun yakın ilgisi ve ısrarı olmasa bu gerçekleşmeyecekti. Editör Sıla Arlı’nın özeni ve katkıları sayesinde elinizdeki kitap son şeklini aldı. Grafik tasarımcı Serçin Çabuk kapağı kitabın ruhuna uygun bir tasarımla hazırladı.

    Bu kişilerle yolum kesiştiği için kendimi şanslı sayıyor ve onlara hem kendim hem de okuyucu adına içtenlikle teşekkür ediyorum.

    Ölçekler hakkında

    Kitapta yer alan kendini değerlendirme ölçeklerinden:

    Yaşam Memnuniyeti, Duygusal Denge, İçe-dışa Dönüklük, İhtiyatlılık, Eğitim Deneyimi, Felaket Tellallığı, Sosyal Destek Ağı, İş Tutkusu ve Başarı, Dindarlık ölçekleri, Howard S. Friedman ve Leslie R. Martin’in Longevity Project kitabından, bazı maddelerinde değişiklik ve eklemeler yapılarak alınmıştır. Geçerlilik ve güvenilirlik çalışması yapılmamış olan bu ölçekler okuyucunun kendisini değerlendirmesi amacını taşımaktadır.

    Hayat Yönelimi Ölçeği, Scheier ve arkadaşlarının Optimism, Coping and Health; Evlilik Doyumu ölçeği Ward ve arkadaşlarının Satisfaction with Married Life (SWML) ölçeğinden alınmıştır.

    Uzlaşılabilirlik ve Deneyim İhtiyacı ölçekleri Baltaş Kişilik Envanteri’nde yer alan benzer maddelerden oluşturulmuştur.

    PERMA, Otantik Mutluluk, Oxford Mutluluk ölçeklerine de metin içinde belirtildiği gibi Türkiye için uyarlamalarını yapan değerli akademisyenlerin izniyle kitapta yer verilmiştir.

    Hayatın hakkını vermek:

    İki farklı zirve yolculuğu

    Dünyanın en yüksek noktası Himalayalar dağ sırasının Everest tepesidir. Yerel dilde adı Evrenin Tanrıçası olan bu zirveye, Hindistan’da 13 yıl valilik yapmış olan Sör Georg Everest’in adı verilmiştir. Burası halk arasında merhameti olmayan dağ veya dünyanın çatısı olarak da anılır. İnsan fizyolojisinin sınırını zorlayan 8.848 metre yüksekliğindeki zirveye bugüne kadar 15 farklı yoldan tırmanış yapılmış olsa da tercih edilen iki yol vardır. Zirveye ilk ayak basanlar 1953’te Edmund Hillary ve Tenzing Norgay olmuştur. Bu yolculuğun 1969 yılında Ay’a gidilmesinden ancak 16 yıl önce gerçekleşmesi, yapılan işin zorluğunu göstermek için yeterlidir.

    Kırk gün süren bu yolculuğun maliyeti 60-100 bin dolar arasında değişir. Kolayca anlaşılacağı gibi bu serüvene atılmayı hayatlarının hedefine koyanlar paraları ceplerinden taşan kimseler değildir. Bu insanlar uzun yıllar para biriktirerek ve kendilerini bedensel olarak üst düzeyde zinde tutmak için düzenli çalışarak hazırlık yaparlar. Daha sonra gerekli izinleri alır ve uygun hava koşullarını bulduklarında yolculuğa başlarlar. Khumbu Buzulu yolunu izleyerek tırmananlar, ana kampın olduğu 5.364 metrede bir süre kalarak azalan oksijene fizyolojik olarak uyum sağlar ve yola devam ederler. Sonra 5.944-6.157 metre yükseklikteki kamplarda dinlenerek 6.492 metredeki ikinci ana kampa varırlar. Yükseklik arttıkça havadaki oksijen azalır ve yorgunluk artar. Bu seviyeye uyum sağlandıktan sonra yolculuğun çok daha zor olan bölümü başlar çünkü giderek azalan oksijen baş ağrısı, baş dönmesi, iştah kaybı, sindirim zorluğu, uyku bozukluğu gibi belirtilerin ortaya çıkmasına neden olur. Yetersiz oksijenin neden olduğu güçsüzlük atılan her adımı eziyet haline getirir. Tırmanıcılar yolculuk sırasında bazen kendilerinden önce giden gruptakilerin, bazen de yıllar önce bir uçuruma düşmüş dağcıların cesetleriyle karşılaşırlar. Bu, son derece moral bozucu bir durumdur.

    Yoğun ultraviyole ciddi yanıklara ve kar körlüğüne; aşırı soğuk el, ayak ve yüzde soğuk yanığı denilen geri dönülmez doku hasarına yol açan yaralara neden olabilir. Beyin fonksiyonlarında yavaşlama ve zihin bulanıklığı hatalı karar vermeye ve bu da ölümcül sonuçlara neden olur. 7.000 metreden sonra en küçük ses bile büyük önem taşır çünkü bu ses ölümü getiren kopmuş bir buz kütlesinin veya çığın habercisi olabilir. Amansız koşullara bazen bir metre önündekini görmeyi zorlaştıran sis, bazen de hızı saatte 100 kilometreye yaklaşan ve kamp çadırlarını söken rüzgâr eklenir. Tüm bu mücadele bazı dağcıların sınırlarını zorlar ve çok çetin olan geri dönme kararının verilmesi zorunlu hale gelir. Yaralanan veya hastalanan bazı dağcılar kampta tedavi edilir. Tamam mı devam mı? kararında arkadaşlarının yardım edip cesaretlendirdiği bazıları yollarına devam eder.

    8.000 metreden sonra ölüm bölgesine girilir. Burada en küçük hatanın bedeli ölümdür. Bu seviyeye kadar oksijen desteği almadan gelenler de üç kilogram ağırlığındaki tüplerini takarlar. 8.504 metredeki son kampta heyecan doruğa çıkar ve sabaha karşı zirve tırmanışı başlar. Zirveye varanların yaptığı eylem ise değişmez. Mutlaka fotoğraf çektirilir. Bu, çoğunlukla sisler arasında, dağcının yüzünün tanınmasının zor, hatta imkânsız olduğu bir fotoğraftır. Onca zahmete bu noktaya varmak için katlanan dağcılar burada fazla kalamazlar çünkü gerçek hayatta olduğu gibi zirvede yaşanmaz. Zirve hem dar hem de rahatsızdır, kaldı ki yeterli oksijene de sahip değildir. Bu nedenle zirveden inme zamanını bilmek önemlidir.

    Daha sonra dönüş yolculuğu başlar. Birçok ölümlü kaza, yorgunluk ve hedefe varmış olmanın getirdiği gevşeme nedeniyle dönüş yolunda meydana gelir. Dönüş yolculuğunu tamamlayıp yorgun ve mutlu olarak aşağıya varanlar, kendilerine bu sürede destek olan kamp görevlileri ve arkadaşlarıyla kucaklaştıktan sonra farklı kelimelerle de olsa şunları söyler: Bu sanıldığı gibi fiziksel ve bedensel bir yolculuk değil, esas olarak zihinsel ve duygusal bir mücadeleydi. Bu yolculuk beni değiştirdi, dönüştürdü… Ben artık eski ben değilim. Bu yolculuğu yapan bazı dağcıların söyledikleri, yaşadıklarının etkisi konusunda fikir verebilir. Bu yolculukta kendi özünü öğrenirsin. Arzu, tutku, enerji, adanma, yardımlaşma kapasiteni tanırsın. Ekip arkadaşlarının özünü öğrenirsin. Sabrın bir erdem olduğunu anlarsın. Dağı fethetmek için yola çıkanlar gerçekte kendilerini fethettiklerini görürler. Dağ önceden olduğu gibi bilinmezliklerle dolu ancak tırmananlar kendilerini daha iyi tanımış olur. Bu tırmanışı yapan herkes aynı zamanda yardımlaşma olmadan, önemli bir şey başarmanın imkânsızlığını öğrenir.

    Yolculuğu geride bırakanların bir bölümü motivasyonel konuşmacı olur, bazıları anılarını yazar ancak hemen hepsi hayatları boyunca girdikleri her toplulukta deneyimlerini ve yaşadıkları dönüşümü anlatır. Doğal olarak yıllar içinde sahip olunan fiziksel özellikler kaybedilir ancak kazanılmış olan zihinsel ve duygusal zindelik, hayatlarının sonuna kadar bu insanlara eşlik eder.

    Şimdi bir de şu görüntüyü gözünüzün önüne getirin: Açık ve parlak bir günde zirveye bir helikopter yaklaşıyor. Tam zirveye inemeyeceği için biraz aşağıda Hillary Step denilen noktaya iniyor. İçinden çıkan bir prens veya prenses ellerinden tutularak indiriliyor ve ona eşlik edenlerle birlikte kısa bir süre sonra zirveye ulaşıyor. Arkasında Himalayalar dağ sırasının zirvelerinin yer aldığı parlak bir fotoğraf çektiriyor. Sonra çevresindekilerin alkışları arasında tekrar özenle helikoptere binip uzaklaşıyor.

    Bir zaman sonra zirveyi görmüş bu iki kişinin yolları kesişiyor, birbirlerine veya başkalarına orada çektirdikleri fotoğrafları gösteriyorlar. Bu iki insanın aynı deneyime sahip olduklarını, benzer etkiyi yarattıklarını düşünmek mümkün mü? Bu insanların hayatlarının bundan sonraki bölümünde karşılaşacakları güçlükleri aşmak için sahip oldukları fotoğrafa ne kadar güvenmek gerekir?

    Değerli okur, insanların sahip oldukları diplomalar zirve fotoğrafı gibidir. Yaşam başarısını belirleyen, eldeki fotoğraf değil yapılan yolculuktur. Emanet kanatlarla yükselen ve hayata tutunacak temeli kendisi inşa etmemiş olanlar, yaşadıkları zorluklar karşısında dağılırlar. Bu yolculuğu yaparken yaşanan başarısızlıklar ve bunları aşmak için verilen mücadele kişiyi güçlü kılar. Üstlenilen rolün yüklediği sorumluluğun hakkını verenlerin gösterdiği yılmazlık, dayanıklılık, geliştirdikleri beceriler ve bütün bunların sonunda kazanılmış olan yeterlilik duygusu hak edilmiş olan başarıyı getirir.

    Değişen değerler

    Türkiye 1980’li yıllardan sonra fazlasıyla Amerikan kültürünün etkisi altına girdi ve bir anlamda Amerikanlaştı. Yüzyıllar boyu üç kıtaya egemen olan Osmanlı İmparatorluğu’nun birikiminden, Cumhuriyet dönemiyle evrensel değerlerle bütünleşen ve azınlıklarla zenginleşen kültüründen koptu. Erdem biriktirmekten mal ve para biriktirmeye geçti. Geçmişte mahrumiyet bölgelerinde görev yapmak, karanlığa ışık götürmek anlamına gelirken, bugün fırsatını bulup oralardan uzaklaşmak önem kazandı. Bedelli askerlik yapmak gururla dile getirilir oldu ve bunun yurttaşlık bilincini ortadan kaldırdığını kimse fark etmedi. Kalkan şehit cenazelerinin hep ekmeğin fiyatını bilenler olmasını kimse yadırgamadı.

    Başkalarının yararını gözetmek önemli olmaktan çıktı, kendi çıkarını toplumun çıkarının üzerinde tutmak doğallaştı. Özür dilemek erdemken, bugün ne pahasına olursa olsun bağırarak haklı çıkmaya çalışmak doğru sayıldı. Zayıf olanın yanında yer almak, onun için gözyaşı dökmek ve onu korumak makbul sayılırken, bugün güçlüden yana olmak, işine geleni, kendi görüşüne uyanı doğru ve adil kabul etmek doğal sayılır hale geldi.

    Tarihimiz cesaret, kahramanlık ve fedakârlıklarla dolu olduğu halde, yeni koronavirüs karşısında beklenen kurallara uymak ve bunun için küçük fedakârlıklar yapmak, özgürlüğe müdahale sayıldı. Kurtuluş Savaşı vermiş bir ülke, yurttaşlık bilincini yitirdi. Kısacası değerler değişti. Sorumluluk anlayışının yerini hak aldı. Başka bir deyişle, sorumluluk sahibi olmaya gerek duymadan haklarımız olduğuna inanmaya başladık.

    Olmak yerine görünmek, göstermek ve gösteriş yapmak önem kazandı. İmaj oluşturmak bir iş alanı oldu. Kalıcı olmak değil, güncel olmak değer kazandı ve böylece derinliğin yerini yüzeysellik aldı. İnanç ve bilginin insanların farklı ihtiyaçlarına hizmet etmesi gerekirken, bilginin yerini inanç aldı. Bunun sonucunda medyumlar ve astrologlar ana akım medyada baş köşeleri işgal etmeye ve kanaat önderi sayılmaya başladılar.

    En önemlisi de, utanç duyulacak şeyler değişti. Fakirlik; aptallık, beceriksizlik ve tembellik sayılmaya başladı. Bu duruma yol açan fırsat eşitsizliği ve gelir dağılımındaki adaletsizlik bütünüyle görmezden gelindi. Birçok özel üniversite, sınavları daha kolay yapması için hocalara telkinde bulunmayı iş hayatının gereği kabul etti. Bu öğrencilerin ödev ve tezlerini ücret karşılığı yapan internet siteleri kârlı bir iş alanı haline geldi.

    Olgunluk yolculuğu, kişinin hayatı boyunca sorumluluk üstlenmesi ve bunun için hazzını ertelemesiyle gerçekleştirilir. Oysa günümüzde insanların varlık nedenleri, haz ve anında doyum elde etmeye dönüşmüş durumda. Böylece duygu tatminine dayalı, dürtü temelli bir hayat, norm oldu. Oysa insanlar şunun farkında değiller: Hazza dayalı bir hayatın hikâyesi olmaz. Konfor ve varlık içinde yaşanan bir hayat, kişiye potansiyelini tanıma, onu geliştirme ve gerçekleştirme imkânı vermez. Bu değerlendirmenin geçerliliğini sınamak için çevreye bakmak yeterlidir.

    Para, sevgi, itibar ve saygı her insanın ihtiyaç duyduğu şeylerdir ancak bunlara emek vermek ve bunları hak etmek gerekir. Üretmek çaba gerektirir, oysa tüketmek haz verir ve zahmetsizdir. Üretmeden tüketmek hakkını kendinde görmek büyük çoğunlukla hayal kırıklığı yaratır. Bir hayatın içinde acı, üzüntü, hayal kırıklığı ve başarısızlık yoksa o hayat mantar gibi, kof bir hayattır. Bir hayatı anlamlı kılan, aşılan engellerdir. Bu engelleri aşmak için verilen mücadele, kişinin kulak vermeye ve saygı duyulmaya değer bir hayat hikâyesi oluşturmasına imkân verir. Hz. Mevlânâ’nın dediği gibi, Ayağına batan dikenler, aradığın gülün habercisi olabilir. Çünkü gerçek anlamda deneyim, istediğimiz şeyin istemediğimiz gibi olması sonucunda kazanılır.

    Tek ve biricik olmak...

    Her insan tek ve biriciktir. Her insan gerçekten bir mucizedir. Milyarlarca spermden birinin, belirli bir anda yumurtayla buluşması ve insanın olduğu kişi olma olasılığı, dokuz trilyonda bir ihtimaldir ve bu, bir insana Milli Piyango’dan dokuz defa büyük ikramiye çıkması mertebesinde bir mucizedir. Ancak tek ve biricik olmak, doğal olarak her şeye sahip olmak hakkını insana vermez.

    Çocuklar uzmanların önerilerine uyan ebeveynleri tarafından tek, biricik ve harika olduklarına inandırılıyorlar. Bunun sonucunda da her şeyi yapabileceklerine, her şey olabileceklerine ve en kötüsü her şeye hakları olduğuna inanıyorlar. Ancak sahip olmak istediklerini hak etmeleri gerektiğini düşünmek bile istemiyorlar. Hayatın, içinde yer alan ödüllerin, zorluklar ve engeller aşılarak elde edilecek bir yolculuk olduğunu kabul etmek işlerine gelmiyor. Edinilmiş bir diplomanın onlara bütün kapıları açması ve dünya nimetlerinin kendiliğinden ayakları altına serilmesi gerektiğine inanıyorlar. Böylece dünya, sorumluluk almadıkları halde, başarının ödüllerini hak ettiğine inanan insanlarla doluyor.

    Durup dinlenmeye ve kendini dinlemeye imkân vermeyen telaşlı ve kalabalık hayatların gürültüsü, insanların birbirini dinlemesini ve hissetmesini engelliyor. İnsanların birbirini anlamasına imkân vermeyen bu telaş, ilişkileri ve bunu yaşayanları müthiş bir sığlığa ve yüzeyselliğe sürüklüyor. Böylece birbiriyle aynı şeyi giyip modaya uyduğunu, üstüne üstlük farklı olduğunu düşünen insanların yaşadığı çelişki gibi, biricik ve özel zannedilen tekdüze hayatlar yaşanıyor. Bunun sonucunda kalabalıklar içinde içsel yalnızlığının üstesinden gelemeyen hayatlar, bunalım içinde çözümü eller havaya partilerinde, alışverişte, yemekte, dedikoduda, cinsellikte, madde kullanımında ve nihayetinde psikolog ve psikiyatr ofislerinde arıyor.

    İnsanın ne istediğini bilmesi ve anlaması için içsesini duyması önemlidir. Yaşanan hızlı ve kalabalık hayatın yarattığı gürültü içsesi duymayı engeller. Bazen gürültü içinde duyulan fısıltılar da kişinin işine gelmediği için, kendini dışarının gürültüsüne atmasına ve yukardaki döngüyü yaşamasına neden olur.

    Bütün bunlar için belirleyici olan, kişinin hayat yolculuğunda yaşadıklarıdır. Çünkü başarı varılan nokta değil, kişinin yaşanan güçlüklerden öğrendikleri, kendini ne kadar geliştirdiği ve zirve yolculuğu örneğinde olduğu gibi, elde ettiklerini hak etmek için verdiği mücadeledir.

    Sonuç

    Gelecekte ne olacağını merak edenlerin bugün yaptıklarına bakmalarında yarar vardır. Çünkü gelecekte ne olacağı, bugünün nasıl değerlendirildiğine bağlıdır. Hayat sanıldığı gibi olaylara bakarak anlaşılmaz çünkü olaylar daha önce yapılanların ve yapılmayanların sonucudur. Kişinin günlük etkinliği, hedefine dönük zaman kullanımı ve çaba içeriyorsa, hedefin gerçekleşme şansı yüksektir. Aksi takdirde hayal kırıklığına uğramak kaçınılmazdır.

    Uzun Yaşam ve Mutluluk başlıklı iki kısımdan oluşan bu kitap, okuyucuya bilimsel verilerden yola çıkarak ölümden önce otopsi yapma imkânı sunuyor. Böylece ona, gelecekte ne ölçüde sağlıklı olacağını anlaması; hem bugünkü hem de gelecekteki yaşam doyumunu, hatta hayat süresini değerlendirmesi için çok sayıda ayna tutuyor.

    Hayatın Hakkını Vermek.

    Acar Baltaş

    TEDx İzmir, 6 Ağustos 2020.

    https://youtu.be/ztO2oy_NH2A?si=NZrTXclL6medyuCQ

    Uzun yaşam

    Son 40 yılda yaşam süresinin uzaması, hayat standardının yükselmesi ve bilimsel çalışmaların sunduğu veriler ışığında sağlıklı yaşamak, güzel/yakışıklı görünmek, mutlu olmak, uzun yaşamak ve adeta ölmeyecek gibi yaşamak bir tutkuya hatta bazıları için bir saplantıya dönüştü. İleri yaşlara kadar yaşamanın insanların büyük bölümü için kaçınılmaz sonuçları vardır. İnsan bedeni de bir bitki veya ağaç gibi bozulur. Bu bozulma, büyük çoğunlukla ya sinir sisteminden (demans, Alzheimer gibi hastalıklar), ya bir hücre grubundan (kanser) ya da damar sisteminden (inme veya koroner kalp rahatsızlıkları) kaynaklanır. Diyabet gibi dejeneratif, yani başka dokularda bozulmaya yol açan hastalıklar kişilerin hayatını daha erken yıllarda kısıtlayabilir. İnsanlar uzun yaşamayı isteseler de acı ve sıkıntı içinde yaşamak tercih edilen bir durum değildir. Esas olarak hayal edilen, kimileri için bu bir ütopya olsa da, sağlıklı, uzun ve mutlu yaşamaktır. Çünkü uzun yaşayan insanların büyük çoğunluğu, süregiden birçok hastalığı olmayan ve modern tıbbın imkânlarıyla kendilerini tedavi ettirenler değil, hayat süreleri içinde sağlıklarını koruyup tıbbi yardıma nispeten az ihtiyaç duyanlardır.

    Geniş halk toplulukları, birçok yönden akan bilimsel araştırma verilerini bütünlük içinde anlamakta güçlük yaşar, bilginin çokluğuyla şaşırır ve ne yapacağına, hangi yol ve yöntemi izleyeceğine karar vermekte zorluk çeker. Örneğin, herhangi bir maddenin belirli bir hastalığı önlediği yönündeki bilgi, o maddeyi içeren meyve, sebze veya baharatın satışlarının artmasına neden olabiliyor. Bu koroya, sağlık önerilerini maddi yarara çevirmek için bilgileri abartarak sunan sözde uzmanlar da dahil oluyor ve bilgi kirliliği artıyor. Her alanda olduğu gibi eğitimleri sınırlı ancak cesur kimseler de koroya eklenip seslerini duyurmak için uçuk önerileriyle kafa karışıklığını artırıyor.

    Neden böyle bir kitap?

    Bu kitabı yazma fikri, Amerikalı psikolog Lewis Terman’ın (1877-1956) 11 yaş dolayındaki 1.528 çocukla başlattığı ve bu insanların ölümlerine kadar izlendiği araştırmasını dokuz yıl önce okuduktan sonra oluşmuştu. 1921 yılında başlayan ve son derece sağlam bilimsel temellere dayanan Terman araştırması, bugün popüler kaynaklarda yaygın olarak yer alan bilgilerle ve halk arasında doğruluğu sorgulanmadan kabul gören görüş ve inançların hatırı sayılır bir bölümüyle çelişiyordu.

    Bu araştırmanın, tarihin belli bir döneminde belli bir yerde yapılmış olduğunu göz önünde bulundurmak gerekirse de, insan biyolojisinin birçok özelliği çok geniş bir ortak payda oluşturur ve böylesine kapsamlı bir araştırma birçok sağlık sorunuyla ilgili nedensellik bağını kurmak açısından çok önemlidir.

    Bilimle doğrudan ilgilenmeyen insanlar çoğunlukla iki değişkenin birlikte meydana gelmesi veya birbirini izlemesi ile (korelasyon), birbirinin sebebi olması (kausalite) arasındaki farkı değerlendirmekte yetersiz kalır. Örneğin yağmurun yağması ve sokaktaki insanların şemsiyelerini açması birbirini izler, ancak insanlar şemsiye açtığı için yağmur yağmaz. Bir başka ifadeyle yağmur yağmasının sebebi insanların şemsiye açması değildir. Sağlıkla ilgili araştırmaların azımsanmayacak bir bölümü böyle bir korelasyonu işaret eder. Ancak bulgular geniş halk kitleleri tarafından sebep olarak algılanır. Ayrıca sağlık ve uzun hayat konusunda doğru kabul edilen inanışların bir bölümü, belirli çıkar grupları tarafından desteklenen yayınlardan kaynaklanır. Araştırmaları yürütenlerin kişisel çıkarları bir yana, yazılı ve görsel medyada haber olan yayınların çoğu bilimsel açıdan sınırlı ve yetersizdir, hatta yanlışlar içerir. Klasik ve genelgeçer sağlık önerilerinin giderek öneminin azaldığı ve kişiselleşmiş tıp anlayışının yaygınlaştığı günümüzde Terman’ın araştırması, sınırlılıklarına rağmen, daha da önem kazanmıştır.

    Süper zekâların izinde

    İnsanın hayat süresi ve sağlığı konusunda doğruya en yakın araştırma, kişileri bütün hayatları boyunca önceden tanımlanmış parametreler üzerinden izlemek ve ortaya çıkan sonuçların hangi özelliklere bağlı olduğunu ortaya koymaktır. Terman, 1921 yılında araştırmasına bu amaçla başlamıştı. Onun amacı zekâyı ölçmek ve bunun sonuçlarını göstermekti. Zekânın hayattaki başarıyla ilişkisini ortaya koymayı da istiyordu. Terman’ın ölümünden sonra ekibi aynı amaçla kayıt tutmaya devam etti ve daha sonra araştırma doğal nedenlerle son buldu. Ancak 1990’lı yıllarda Stanford Üniversitesi Halk Sağlığı bölümünde çalışan iki araştırmacı, binanın bodrum katındaki arşivde bu hazineyi keşfederek sağlıklı ve uzun yaşam konusunda değer biçilmez sonuçlara vardılar. Bu çalışmaya ileride döneceğiz.

    Lewis Terman, Stanford Üniversitesi’nde çalışıyordu. 1921 yılında Kaliforniya’daki okullara haber göndererek 5. sınıf öğretmenlerinden, sınıflarındaki hızlı öğrenen, meraklı ve zeki olduklarını düşündükleri çocukları kendisine göndermelerini istedi. Terman, tarihte ilk zekâ testini kendi adıyla oluşturan kişiydi. Commonwealth Vakfı’ndan aldığı bağışla büyük bir araştırma ekibi kurdu ve kendisine yönlendirilen binlerce öğrenciyi üç aşamalı bir testten geçirdi. Bu çocukların öğretmenleri ve aileleriyle görüşerek, iyilerin arasından en iyilerini seçti ve sonunda 1.528 öğrenci belirledi. Bu gruba, çalışmasının amacını ve kendileriyle oldukça uzun sürecek ilişkilerini anlatarak bunu kabul edip etmeyeceklerini sordu. Gruba seçilmek, bir anlamda seçkinler grubunun bir üyesi olmak demekti. Bu 1.528 çocuk, hayatları boyunca bu ilişkiyi sürdürdüler ve bundan büyük gurur duydular. Terman, seçtiği çocukların yetişkin olduklarında Amerika’yı yöneteceğine, bilim alanında buluşlar yapacağına, Nobel ödülleri kazanacağına, çok başarılı iş insanları olacağına inanıyor ve geliştirdiği zekâ testinin bunu öngören bir araç olduğunu düşünüyordu. Araştırmasının kısa dönemli amacı ise ailelere çocuklarını yetiştirmek konusunda rehberlik edecek temel bilgiler sunarak, ailelerin çocukların erken yaşlarındaki tutumlarının uzun dönemdeki potansiyel etkilerini göstermekti.

    Araştırma başlarken katılımcıların hiçbiri bunun bu kadar uzun soluklu bir çalışma olacağını düşünmüyordu. Bir kısmına göre araştırma on, bazılarına göre de en fazla yirmi yıl devam edecekti. Ancak üstün zekâlılardan oluşan ve önce Terman’ın Termitleri, daha sonra da Termitler adı verilen bir grubun üyesi olmanın ayrıcalığı, onların araştırmanın görüşme disiplinine istekle uymalarını sağladı.

    Terman, ergenlik dönemlerine kadar bu çocukların aileleriyle, ardından kendileriyle çok ayrıntılı görüşmeler yaptı. Bu görüşmelerde onlara sadece kendi icadı olan zekâ testini uygulamakla kalmadı, aynı zamanda çocukların duygusal durumunu, estetik anlayışını, sosyal ilişkilerini, sınıftaki tutumunu, ders aralarında arkadaşlarıyla olan etkileşimlerini, anne-babalarının kendi aralarındaki ilişkinin uyumunu, bedensel sağlık ve aktivitelerini sorguladı ve ölçmeye çalıştı. Bu sorgulamalar o kadar ayrıntılıydı ki, çocuğun evindeki kitap sayısı bile kayıtlara geçmişti. Terman, bugün modern kişilik kuramına ışık tutacak şekilde onların kişiliklerini değerlendirdi. Katılımcılar genç birer yetişkin olurken de onların meslek seçimlerini, evlilik ilişkilerini izledi.

    Ölmüş bir bilim insanının evrak-ı metrukesi

    Terman, bulgularını ellili yıllarda ciltler halinde Dehaların Genetik Araştırması (Genetic Studies of Genius) başlığı altında yayımladı. Bilim insanı, zekânın hayat kalitesi ve başarısı konusunda temel belirleyici olduğuna inanıyor ve bu görüşünü; Bir insanın hayatında, belki ahlak dışında, IQ’su kadar önemli bir şey yoktur diyerek dile getiriyordu.

    Terman, 1956 yılında 80 yaşında ölünceye dek, Termitlerle görüşmelerine ara vermedi ve ilişkisini düzenli olarak sürdürdü. Bu sırada denekleri artık 45 yaşına gelmişti. Ekibi, ölümünden sonra da ilişkiyi sürdürmeye devam etti. Ancak yıllar ilerledikçe katılımcı grubu doğal nedenlerle küçülmeye başladı. Bundan yirmi yıl kadar önce bir araştırmacı, kadınlarda stres düzeyiyle ilgili bir çalışma yaparken Terman verilerinden yararlanmıştı. Bu fikir, genç bir profesör olan Howard Friedman ve onun yeni doktora yapmış asistanı Leslie Martin’e; stres, sağlık ve uzun yaşamaya ilişkin bireysel farklılıklar konusunda yapılan araştırmaların sınırlılığı nedeniyle duydukları rahatsızlığı yenmek için ilham verdi. Friedman ile Martin, arkadaşlarının kullandığı veritabanından yararlanmanın sorunlarına çare olup olmayacağını altı ay araştırdılar ve araştırmalarını derinleştirdikçe insanların uzun bir hayat sürmesine neden olan yolları keşfetmeye başladılar. Daha sonra Terman’ın araştırma grubunda yer alan 1.528 kişinin yaşadıkları en son yerden ölüm sertifikalarını elde ederek ölüm sebeplerine ulaştılar. Bundan sonraki yirmi yıl içinde Terman’ın özenli ve ayrıntılı kayıtlarını, günümüzün kriter ve ölçümlerine dönüştürdüler.¹ Bunun sonucunda, bugün tartışmasız doğrular olarak kabul ettiğimiz pek çok şeyin bilimsel açıdan mutlak doğrular olmadığını gördüler.

    Sağlıklı ve uzun yaşamakla ilgili

    doğru olmayan kabuller

    Araştırmacılar Friedman ve Martin’in, çalışmalarına başladıkları sırada kendilerinin de doğruluğundan kuşku duymadıkları kabulleri vardı. Örneğin, neşeli ve iyimser çocukların, kaygılı ve kötümser olanlara; çevresi kalabalık olanların, yalnız olanlara kıyasla daha uzun yaşayacağını düşünüyorlardı. Çünkü bütün yayınlar, neşeli ve iyimser olmanın çok iyi bir şey olduğunu söylüyordu. Kaygılı ve kötümser olmak ise buna karşılık çok olumsuz bir durum olarak tanımlanıyordu. Araştırmacılar Terman’ın kayıtlarından hareketle uzun yaşamak ve sağlık konusunda, en başta kişilik özellikleri olmak üzere, mutluluğun, iyimser ve kötümser düşünce biçiminin, çocukluk ve okul hayatının, anne-baba boşanmasının, aşk-evlilik ve boşanmanın, meslek hayatında başarı ve doyumun, dinsel inancın, cinsiyet farklılığının, savaş ve travmanın etkilerini araştırdılar.

    Friedman ve Martin’in araştırması, uzun yaşayanların sağlıklarını brokoli yemelerine, sık sık tahlil yaptırıp tıbbi kontrolden geçmelerine, vitamin kullanmalarına ya da egzersiz yapmalarına borçlu olmadıklarını göstererek sağlıklı yaşamakla ilgili doğruluğundan emin olduğumuz ve ilerdeki sayfalarda sıraladığımız birçok konunun sorgulanmayı gerektirdiğini ortaya koymaktadır.

    Araştırmacılara göre; uzun yaşayanlar daha mutlu olma, mutlu olanlar ise daha uzun yaşama eğilimindeler. Bu da başarılı, anlamlı ve verimli bir hayat yolculuğu demek oluyor. Bu, belki kendi başına kolay anlaşılır ve sağduyuyla bağdaşan bir sonuçtur ancak toplanan verilerin miktarı ve bu verilerin birbirleriyle olan ilişkisi bizi bu sonuca götüren karmaşık faktörleri anlamamıza imkân veriyor.

    Sağlıkla ilgili bazı tehditler rastgele ve öngörülemez gibi gözükse de, birbirine benzediği düşünülen pek çok olayın, gerçekten bütünüyle rastgele olmadığı ve şanssızlık olarak açıklanamayacağı anlaşılmaktadır. Hastalanmanın ve erken ölmenin, esas olarak, kimin sağlığının bozulacağı, kimin sağlıklı kalacağıyla ilgili sistematik bireysel farklara bağlı olduğu görülmüştür. Bunlardan bazıları kişilikle; bazıları evlilik, aile, dost çevresi, dinsel aidiyetler gibi sosyal ilişkilerle; bazıları da karşılaşılan stres verici yaşam olaylarıyla ve bu olaylarla başaçıkmak için seçilen yollarla ilgilidir.

    Dr. Lewis Terman’ın oluşturduğu araştırma grubu, hiç şüphesiz Amerika Birleşik Devletleri’ni bütünüyle temsil etmiyordu. Terman denekleri yirminci yüzyılın başında Kaliforniya’da yaşayan, öğretmenleri tarafından araştırma grubuna tavsiye edilmiş, zekâ düzeyleri 135’in üzerinde ve büyük çoğunluğu orta sınıf olan, beyaz çocuklardı. Evliliğe atfedilen değer gibi zaman içinde değişen anlayışlar, araştırma kapsamına giren konuların bazılarının sağlık ve yaşam süresine etkisini değiştirdi. Bu nedenle bu kitapta; Terman’ın araştırması sürdürülerek seksen yılı aşan izleme sonucunda elde edilen veri ve bulgular, daha yakın dönemde yapılan araştırmalarla birlikte sunulmuş ve geniş bir bilgi yelpazesi içinde okuyucunun kendi fikrini oluşturmasına imkân vermek amaçlanmıştır.

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1