Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Dışarıdan Göremezsin
Dışarıdan Göremezsin
Dışarıdan Göremezsin
Ebook163 pages1 hour

Dışarıdan Göremezsin

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Bu kitap ölmek isteyenlerin değil, hiç var olmamış olmayı dileyenlerin ve kaçınılmaz bir şekilde var olduktan sonra artık umursayamayanların kitabıdır.

Burada anlatılan her bir hikâye yaşanmış, yaşanıyor ya da yaşanacaktır. Yine de hiçbirinin gerçekle uzaktan yakından ilişkisi yoktur.

LanguageTürkçe
PublisherBerk Sergün
Release dateApr 10, 2019
ISBN9780463836736
Dışarıdan Göremezsin

Related to Dışarıdan Göremezsin

Related ebooks

Related categories

Reviews for Dışarıdan Göremezsin

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Dışarıdan Göremezsin - Berk Sergün

    BUHRANLAR

    AKLISELİM

    Selim, hastalarım içerisinde en sessiz olanıydı. Haftada bir saat görüşürdük ve seans süresince hiç konuşmadığı olurdu. Ancak bugün susmak bilmiyordu. Sessiz halini şimdiden çok özlemiştim çünkü kurduğu her cümle kanımı donduruyordu. Çok düşündüm doktor. Onu öldürmem gerekiyor. Başka çaresi yok, diyordu. Sizce nasıl yapmalıydım bunu? Tabancam yok. Bıçak ise çok vahşice olur. Sonuçta medeni insanlarız; öyle değil mi? Sağ elini kafasının arkasına koymuş, saçlarıyla oynayıp duruyor. Belerttiği gözleri masamda bir noktaya sabitlenmiş bir halde anlatmaya devam ediyor: Zehirlemeyi düşündüm doktor. Bütün zehirleri araştırdım; siyanür, arsenik, yılan zehri… Bunlar bulunması fazla meşakkatli zehirlerdi. Benim ise elde edilmesi kolay ve kuvvetli bir zehre ihtiyacım vardı. En sonunda araştırmalarım meyvesini - daha doğrusu sebzesini - verdi ve aradığım zehri buldum: Baldıran otu!

    Oturduğu yerde vücudunu ileri geri sallamaya başlamıştı. Duyduğu heyecanın tırmandığını görmemek mümkün değildi. Sadece iki yaprağı yetişkin bir insanı öldürmeye yetiyor. Üstelik ilkbahardayız! Bu mevsimde baldıran otu, diyor dudağının sağ tarafı titrerken, maydanoza ayırt edilemeyecek kadar benziyor. Salatasına birkaç yaprak katmam yeterli! Sallanmayı kesiyor ve gülümseyerek ekliyor: Ayrıca Betül’üm maydanoza bayılır. Gözlerini bana çevirdi. Sağ eli hala kafasının arkasındaydı. Evet, Betül’üm için en zarif ölüm şekli olacaktır bu. Tıpkı bu zehri bilerek yudumlayan Sokrates gibi…

    İlerleyen dakikalarda neden bunu yapmak zorunda hissettiğini sorguladım. Bu kapının ardında onun için endişe duyan sevgi dolu bir eşin beklediğini söyledim. Eğer Betül Hanımı öldürmezse Betül Hanımın onu öldüreceğini söyleyip duruyordu. Bütün işaretler bu yöndeydi. Betül Hanım her akşam Selim’e ne idüğü belirsiz haplar içiriyordu; terkibinde şeker olan her türlü yemeği yasaklıyor ve önüne günaşırı balık koyuyordu.

    Bazı zamanlar Betül Hanımı yemek hazırlarken izliyordu. Bu kadın, yemeklerine çeşit çeşit tozlar serpiyor ve bunu yaparken de yüzünde kötücül bir gülümseme hâsıl oluyordu. Belki de onu günbegün zehirliyordu.

    Selim’e Betül Hanımın yaptığı her şeyin benim kontrolüm altında olduğunu söyledim. Gördüğü şeylerin birer sanrı olduğunu ve gerçekle uzaktan yakından ilişkisi olmadığını anlattım.

    Ancak Selim ikna olmuşa benzemiyordu. Onun gözünde durum bir nefsi müdafaadan ibaretti. Vicdanı rahattı. Söylesene doktor, kendisine her gün tecavüz eden babasını uykusunda öldüren çocuk katil midir? Yoksa yalnızca kendini mi savunmuştur? Selim bir akıl hastasıydı, aptal değil. Beni de tam bu nokta korkutuyordu.

    Dünya çapında sadece etik babında değil, kanun kapsamında da bu ikilem üzerinde çalışmaların ve buna mukabil değişikliklerin yapılmaya devam ettiğini söyledim. Cevabını veremesek dahi sonuçlarına katlanmak durumunda olduğumuz bir ikilem olduğunun da altını çizdim. O zaman senin için olayı basitleştireyim doktor, dedi ve ekledi: Yasaların varlığı, adaletin tesisi için yeterli midir? Benim durumumda meşru bir savunma yapabilmek veya adaletin yerini bulması namına öncelikle müstakbel katilimizin beni öldürmesini mi beklemeliyim? Sen bekler miydin?

    Benim, onun eylemini tasdik etmemin ona bu hakkı vermeyeceğini anlatmaya çalıştım.

    Bir psikiyatristin yapabileceği en büyük hata, hastasının hikâyesine çekilmek ve bu konuda tartışmakta ısrar etmektir. Konuyu kapattım. Zaten seansın sonuna gelmiştik. Önümüzdeki iki hafta boyunca her gün onu görmek istediğimi söyledim. Eli kapının tokmağındaydı. Bana döndü, Bir hafta… Bir hafta sonra onu öldüreceğim doktor. İyi akşamlar, dedi ve odadan ayrıldı.

    * * *

    Gerek sanatımın icrası sırasında, gerek sanatımın dışında insanlarla münasebette iken etrafımda olup bitenleri, görüp işittiklerimi bir sır olarak saklayacağım ve ifşa etmeyeceğim [Hipokrat Yemini].

    Her psikiyatrist, hem ahlaki açıdan hem de ettiği yemin sebebiyle sır saklama yükümlülüğü altındadır. Ancak meslek etiği kurallarına göre hastanın kendisine ya da çevresine ciddi bedensel zarar verme olasılığı varsa bu gizlilik ihlal edilebilir [Psikiyatri Meslek Etiği Kuralları - Madde 6].

    Şüphesiz Selim’in cinayet planını ciddiye alıyordum. Ama Selim bir şizofreni hastasıydı ve planını gerçekten eyleme dökeceğinden emin olmadığım mühletçe Betül Hanımı telaşlandırmayı doğru bulmuyordum. Ruhsal anlamda bu insanlar zaten ince bir ipin üzerinde sırıksız yürür gibiydiler. Bir de sevdiklerinin onları öldürmeyi planladıklarını duyarlarsa büsbütün sarsılabilir, onlar da şirazeden çıkabilirlerdi.

    Selim, ertesi gün seans boyunca tek bir cümle kurdu: 6 gün kaldı doktor… Daha ne kadar çabaladıysam da konuşturamadım. Duruşu, bakışlarındaki kesinlik beni ürkütmüştü. Bu susmaları, eski sessizliklerinin yanında sağır edici birer çığlık gibi kalıyorlardı. Bu susmaları, cinayet çığırtkanlığı; bu susmaları, yaklaşan katlin tamtamlarıydı.

    Tehdidinin, Betül Hanımım hayatını riske edemeyeceğim kadar ciddi olduğuna kâni oldum. Seans bitiminde ofisimden çıktım, Betül Hanım! Bir dakikanızı rica edebilir miyim? diye Betül Hanıma seslendim. Şaşkın gözlerle bana bakıyordu. Onu çağırmama bir anlam verememiş gibiydi. Gözlerini kısarak Anlamadım? dedi. Gelir misiniz lütfen? diye ricamı yineledim. İçeri girdi ve Evet, diyerek devam etmemi istediğini belirtti. Oturması için ısrar ettim ama ‘Hayır’ anlamında başını salladı. Kapının yamacında duruyor, kollarını göğsünün üzerinde kavuşturmuş bir halde beni dinliyordu.

    Betül Hanım, lütfen hemen paniğe kapılmayın. Bunu sadece ihtiyatlı olmanız için söylüyorum ama Selim, 6 gün içerisinde sizi öldüreceğini söylüyor.

    Bu muydu yani söyleyeceğin! diye ünledi ve kapıyı çarpıp çıktı.

    Şaşkınlıktan donup kalmıştım. Az önce bir kadına ölüm tehdidiyle karşı karşıya olduğunu söylemiştim ve bırakın teşekkürü, bir de üzerine azar işitmiştim!

    Betül Hanımın bu konuyu neden ciddiye almadığını anlayamıyordum. Belki Selim evde biteviye tehditler savuruyordu ve bu hâl artık aile efradı tarafından kanıksanmıştı. Ne var ki bu sefer durum farklıydı çünkü Selim ilk defa durumu bana açmıştı. Bu sefer tehlikeliydi; bu sefer ciddiydi; bu sefer cinaiydi.

    Betül Hanım ihtarımı kulak ardı etse de benim hiçbir şeyi oluruna bırakmaya niyetim yoktu.

    5 gün kaldı doktor… dedi Selim ve yine - bunun dışında - seans boyunca hiç konuşmadı. Benim gerginliğim ise her geçen gün biraz daha artıyordu.

    Önceki akşam planımı yapmıştım. Selim’inki hariç bütün randevularımı iptal etmiştim. Onların evlerini izleyecek, rutinlerini öğrenecektim. Selim’in baldıran otunu nerede sakladığını öğrenecek ve bunu Betül Hanıma gösterecektim.

    Aslında otu bulduktan sonra bende yok edebilirdim. Ancak bu durumda Betül Hanım uyarılarımı umursamamaya devam edecekti. Önemli olan onun da otun varlığını öğrenmesi dolayısıyla Selim’in ne kadar tehlikeli olabileceğini ilk elden tecrübe etmesiydi. Böylece bir nebze daha temkinli olabilirdi.

    4 gün kaldı doktor… dedi Selim.

    İki gündür evlerini izliyordum. Gözüken o ki Selim, sadece benimle olan randevusuna gelmek için evden ayrılıyordu. Betül Hanım ise 12.00-14.00 arasında markete gidiyor, erzak alıp eve dönüyordu. Akşam 19.00 olduğunda ise bahçede yarım saat turluyor ve bir daha dışarıya çıkmıyordu.

    3 gün kaldı doktor… dedi Selim.

    Onları bir gün daha izleyip rutinlerinden emin olmak istedim. Sonra evlerine girecektim…

    * * *

    2 gün kaldı doktor… dedi Selim.

    Oturdukları iki katlı müstakil ev, büyük bir bahçeye sahipti. Bakımsızlıktan - girişteki patikanın üzeri hariç - her yerde yabani otlar bitmişti. Pembe sıvalarının bir kısmı dökülmüş olan duvar, Rorschach testini anımsatan gelişigüzel desenlere belenmişti.

    Tellerle çevrili bu arazinin etrafında başka bir ev yoktu. Bu da benim işimi kolaylaştırıyordu çünkü duyarlı bir vatandaş, beni eve girerken görüp yetkililere haber verir diye endişelenmem gerekmiyordu.

    Kapıda evin geri kalanıyla bir uyum içerisindeydi; harabeydi. Biraz daha bekleme imkânım olsaydı kapı miadını doldurup kendiliğinden açılabilirdi. Yine de bu çürümeye yüz tutmuş tahta kapıyı açabilmek için usta bir hırsız olmam gerekmiyordu. Yanımda getirdiğim tornavidayı kapının diline yerleştirmem ve tornavidanın dibine vurmam yeterli olacaktı. Tek yapmam gereken Betül Hanımın evden çıkmasını beklemekti.

    Eve girerken hiç zorlanmadım. Zemin masif parkeyle döşenmişti. Yer yer koyu, yer yer açık kahverengiydi. Geçen zaman yüzünden alacalı bulacalı bir görüntüye sahipti. Antreye attığım ilk adımla yer gıcırdadı. Ayakkabılarımı arabada bırakmakla akıllıca davranmıştım. Selim evdeydi. Onun dikkatini çekmeden bir an önce işimi halledip evden çıkmam gerekiyordu.

    Kendimi Selim’in yerine koymaya çalışıyordum. ‘Ben Selim olsam otu nereye saklardım’ diye soruyordum kendime. Böyle düşünürken seanslarımızdan birinde Selim’in söyledikleri aklıma geldi. Yakınlaş doktor, demişti bana, biraz daha yakına gel.

    Neden bunu yapıyorsun Selim? diye sormuştum.

    Hastanın doktoruna güvenmesi terapiden alınacak netice açısından önemli değil mi sence? Eşin ya da kardeşin sorgusuz-sualsiz yalnızca onlara güvenerek yanlarına yaklaşmanı isteseydi yine ‘Neden’ diye sorar mıydın? Gerçekten güvendiğin insanlara da ‘Neden’ diye sorar mısın doktor?

    Selim’in nadiren konuştuğu seanslardan biriydi. Bana güvenmesini sağlamak adına önce benim ona güvendiğimi göstermem gerekiyordu. Aramızdan ancak bir kılıcın geçebileceği kadar yaklaştım Selim’e. Gözleri dışında hiçbir şey göremiyordum. Aniden boynumda bir metalin soğukluğunu hissettim. Hemen geri çekildim. Ona yaklaştığım esnada masamın üzerindeki mektup açacağını çalmıştı. Birbirimize o kadar yakınlaşmıştık ki ellerinin arkamdaki masaya uzandığını hissetmemiştim bile.

    Mektup açacağını kucağıma fırlatıp arkasına geri yaslanmıştı. Anlıyor musun doktor? diyor ve alaycı bir ifadeyle devam ediyordu, Ne kadar yakınsan ve ne kadar güveniyorsan, o kadar savunmasızsın. Şimdi Betül’üme neden güvenmediğimi anlıyor musun? Çünkü o çok yakınımda… Çünkü uzakta olanı yakında olandan daha iyi görürüz aslında. Saklanmak istediğin şeyin yakınına git doktor; seni orada asla bulamayacak!

    Betül Hanıma karşı olan hislerine dair ilk emareleri de orada sergilemişti. Ama burada daha farklı bir mesaja yoğunlaşmam gerekiyordu; Saklanmak istediğin şeyin yakınına git… Selim daha önce baldıran otunun maydanoza benzediğini ve Betül Hanımın salatasına bundan birkaç yaprak karıştıracağını itiraf etmişti.

    Eğer ben Selim olsaydım… Eğer ben Selim olsaydım… Evet! Eğer ben Selim olsaydım otu evin en ücra köşesine saklayıp cinayet gecesi gizlice Betül Hanımın salatasına karıştırmaya çalışmazdım. Otu, Betül Hanımın gözünün önüne saklardım; mutfağa! Hatta buzdolabındaki sebzeliğe, maydanoz poşetinin içine koyardım. Böylece Betül Hanım kendi zehrine bir de zeytinyağı döker, hiç itiraz etmeksizin zehri bünyesine alır ve kendini öldürmüş olurdu. Tıpkı Sokrates gibi!

    Parkelerin gıcırdamaması için ayaklarımı sürüyerek ilerliyordum. Selim zamanının çoğunu bodrum katında geçirdiğini söylemişti. Şu anda da orada olmalıydı. Ortalıkta görünmüyordu.

    Salon ile mutfağı tuğlalardan örülmüş bir kemer ayırıyordu. Buzdolabı, Amerikan tipi bu mutfağın en köşesinde bulunuyordu. Aheste adımlarla buzdolabının yanına vardım. Açtım ve içerisinden maydanozların olduğu sepeti aldım. Sebzelerin sepette olması poşetin hışırtısını nasıl bastıracağıma dair duyduğum kaygıları da gidermişti. Eğer varlığından haberdar olmasaydım baldıran otunu maydanozların arasında asla ayırt edemezdim. Ama oradaydı işte; yanılmamıştım!

    Sepeti yerine koydum ve buzdolabının kapısını, çocuğunun üstünü örterken onu uyandırmamaya çalışan bir anne gibi nazikçe kapattım. Aynı sessizliği muhafaza ederek evden ayrıldım ve arabama yollandım.

    Artık

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1