Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Hayalet ( Yeniden Doğuş )
Hayalet ( Yeniden Doğuş )
Hayalet ( Yeniden Doğuş )
Ebook299 pages2 hours

Hayalet ( Yeniden Doğuş )

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Atılgan Yiğit orduda görevli bir komutandır. Görevde bulunduğu karakola terörist gruplarca gerçekleştirilen saldırıda, arkadaşı Alper uzman esir düşer. Onu kurtarmak için harekete geçer ancak bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanır ve arkadaşı öldürülür. O andan itibaren intikam yemini eder ve kendisini bir anda dış devletlerin ajanları arasında bulur. Ama Atılgan yalnız değildir. Girdiği bu davada ona yol gösterecek bir adam vardır. Yüz yıllar önce kurulmuş olan ve Türk Milletinin bekası için çalışan Teşkilatın yetiştirdiği bir adam. Ferman Bey...
LanguageTürkçe
PublisherErdem Kancan
Release dateMar 13, 2014
ISBN9788869090769
Hayalet ( Yeniden Doğuş )

Related to Hayalet ( Yeniden Doğuş )

Related ebooks

Related categories

Reviews for Hayalet ( Yeniden Doğuş )

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Hayalet ( Yeniden Doğuş ) - Erdem Kancan

    HAYALET

    YENİDEN DOĞUŞ

    Yazan

    Erdem KANCAN

    Bu kitap, geçmişten günümüze kadar, Türk milletinin varlığı ve refahı için seve seve canını ortaya koymuş, gözünü kırpmadan şehit olmuş nice isimsiz kahramana atfedilmiştir.

    Ruhları şad olsun…

    Bu kitabı yazarken benden desteğini hiçbir zaman eksik etmeyip, büyük sabır gösteren eşime ve dünyalar tatlısı kızlarıma kucak dolusu sevgilerle…

    " Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.

    Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini bilesin."

    Şeyh Edebali

    2012 Şırnak…

    Atmaca timi, ay ışığının aydınlattığı arazide hızlı adımlarla ilerliyordu. Karakoldan ayrılalı sekiz saat olmuştu, ancak hiçbirisinde en ufak bir yorgunluk belirtisi yoktu. En ağır şartlar altında eğitim görmüş, her türlü zorluğun üstesinden gelmeyi bilen bu kahraman askerlerin başında Uzman Jandarma Komando Atılgan Yiğit bulunuyordu.

    Atılgan, bir askerde olması geren bütün özellikleri kişiliğinde barındırıyordu. Oldukça disiplinli ve prensiplerinden asla taviz vermeyen biriydi. Çocukluğu, babasının da bir asker olması sebebiyle kışlalarda ve askeri lojmanlarda geçmişti. Bu yüzden askerlik mesleğine yabancı değildi. Annesini daha bebekken trafik kazasında kaybetmişti. Onu tanıma fırsatı hiç olmamıştı. Ona bakacak kimse olmaması ve babasının da işi gereği sürekli evden uzakta olması sebebiyle, hemen hemen yalnız ve başıboş büyümüştü. Babasının verdiği eğitimden ona kalan tek şey; disiplin, cesaret, kendine güvenmek ve tabi ki de vatan sevgisi oldu. Orhan albayın kişiliğini oluşturan temel taşlar bunlardı. Kesinlikle ilkelerinden taviz vermez, prensip sahibi, sert bir adamdı. Atılgan bunları fazlasıyla öğrenmişti. Okuldan sonraları sürekli askerlerin yanına gider, onların eğitimlerini seyredip onları taklit ederdi. Sürekli Büyüyünce bende çok iyi bir asker olacağım derdi. Öylede oldu.

    Askerliğini güneydoğuda, oldukça zor şartlar altında yaptı. Babası bu konuda asla kimliğini kullanıp, ona hiçbir şekilde kolaylık sağlamadı. Kadim dostu Murat albayın bile onca ısrarına rağmen, o hiçbir şey yapmayıp, gözünü camdan dışarı dikmiş, karşısında sanki ona meydan okurcasına uzanan dağları seyrediyordu. Kaşları çatık, yüzünde sert bir ifade vardı.

    Ne olur sanki çocuğa yardımcı olsan? En azından usta birliğini batıda, terörden uzak yerlerde yapsın. Bunu sağlamak için bir tek telefon etmen yeterli. Hayatındaki tek değerli varlığın…

    Yeterrr!!! diye bağırdı Orhan albay arkasını hiddetle dönüp. Gözleri ateş saçıyordu sanki. Böyle öfkelendiği anlarda karşısında hiç kimse durmak istemez, çabucak oradan uzaklaşırlardı. Sadece şu anda orada bulunup, yıllarca omuz omuza dağda teröristlere karşı birlikte savaş vermiş tek dostu Murat albay onun bu halini bilir ve anlardı. Zaten bir tek Murat albay onu yatıştırabilirdi. Şimdi ise çok sevdiği bir dostunun oğlunun, belki de hayatını kurtarmaya çalışıyordu.

    Yeter artık kes sesini dedi Orhan albay. Evet. Elbette ki oğlum, benim hayatımdaki tek değerli varlığım. Bu yüzden bırak da onun hayatıyla ilgili kararları ben vereyim. Evet, belki gittiği yerde ölebilir. Hatta sakat kalıp, her gün ölmek için dua da edebilir. Ama bunu vatanı için seve seve yapanlardan olmalı. Bir korkak gibi, yaşamak ya da rahat askerlik yapmak için bin bir türlü çareler arayıp, askerlik yapmaktan kaçanlar gibi değil. Ben inanıyorum ki bu yürek onda var. Bu vatan için birileri ölmek zorunda Murat!!. Bu olmalı. Olmalı ki kundaktaki yavrucaklar beşiklerinde kafasında bir kuşunla gazetelere çıkmasın. Olmalı ki köylerde elleri kalem tutup okula gitmesi gereken çocuklar, tüfek tutup dağlara gitmesin. Daha çocuk denecek yaştaki kızlara tecavüz edilmesin. Bu ülke için birileri kan dökmek zorunda Murat. Beni anlıyor musun?  Ulu önderimiz Mustafa Kemal’in de dediği gibi, Bayrağı bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır…

    Murat albay bu sözlerin üstüne söyleyecek bir şey bulamadı. Ne söylenebilirdi ki zaten? Eğer bir adam, bir baba, rahmetli eşinin tek mirasını, canını, gözünü bile kırpmadan içindeki vatan sevgisi uğruna belki- belki değil yüksek bir ihtimal- ölüme bile gönderebiliyorsa, bu vatan sevgisine ne söz söylenebilirdi ki? Hangi dilde, yüreğindeki bayrak sevgisi, hayattaki en değerli varlığı, canının bir parçası olan oğlunun bile önüne geçmiş bir babanın bu sevgisini köreltmeye yetecek sözler vardır ki?

    Murat albay’ın boğazına bir yumruk oturmuştu sanki. Gözleri doldu. Daha fazla konuşamadan odadan çıktı. Orhan albay tekrar pencereye döndü. Derin bir iç geçirdi. Gözlerinden iki damla yaş süzülürken Evet Feraye. Evet aşkım. Bak! Mirasın büyüdü. Çakı gibi bir asker oldu. Onunla gurur duyuyorum. Umarım sana ve bu millete layık bir evlat yetiştirebilmişimdir. Umarım emeklerimiz boşa çıkmaz.

    Atılgan babasının emeklerini boşa çıkarmadı ve gerçekten ülkesi için gözünü kırpmadan canını seve seve verebilecek; mert, cesur ve soyadı gibi yiğit bir asker oldu. Komutanları onunla her zaman iftihar etti. Ancak kader o ki, babası da bir çatışmada şehit oldu. Bu olay onu oldukça sarstı. Bir o kadarda kuşkulandırdı. Olayın raporlarını bir şekilde ele geçirdi.

    Orhan albay, bir şehit cenazesi için yakınlardaki bir köye taziyeye gitmek için tugaydan yola çıkmıştı. Köye giden yol tekin değildi ve pusuya oldukça müsaitti. Ne tuhaftır ki ömrünü dağlarda teröristlerle çatışarak geçirmiş, yıllarını bu mesleğe adamış ve her türlü tehlikeyi önceden görebilecek strateji ve tecrübe sahibi bir insan, yanına koruma almadan yola çıkmıştı. Araçta sadece arabayı kullanan şoförü ve kendisi vardı. Orhan albay cesurdu ama bu tehlikeyi göremeyecek kadar da kör değildi. Bu durum Atılgan’ı oldukça düşündürüyordu. Ancak o anki üzüntüsü bu kuşkularını bastırmaya yetti. Üstünde fazla durmadı. Annesinin ölümünden sonra hayattaki tek yakını ve idolü olan babasını da kaybetmişti. Artık yapayalnızdı ve tek ailesi Türk Silahlı Kuvvetleriydi. Teskere bırakıp orduda kalmayı tercih etti. Zaten nereye gidebilirdi ki? Uzman Jandarma Komando olarak göreve başladı. Terörle mücadelede çok büyük başarılar sağladı. Komutanları tarafından birçok kez takdir edilip üstün başarı belgesi aldı. Ama bunlar Atılgan’ın umurunda değildi. Oldukça fevri davranıyor, kendi başına kararlar alıyordu. Komutanlarının onu cezalandırmamasının tek sebebi her seferinde başarılı olmasıydı. Sanki birilerinden, hayattan intikam alıyor gibiydi. Hayatını hiç düşünmüyor, ölümden korkmuyordu. Ölüm, onun için bir kurtuluş yoluydu sanki.

    Şimdi ise yine aynı şeyi yapıyordu. Yine komutanlarının emirlerine karşı gelmiş, operasyona çıkmıştı. Üstelik bu sefer yalnız da değildi. Arkasında on beş kişilik Atmaca Timi vardı…

    ***

    Mehmet astsubay yazdığı raporda son düzenlemeleri de yapıp bilgisayarını kapattı. Elleriyle şakaklarını ovuşturdu. Başı çatlayacak gibi ağrıyordu. Onun için zorlu bir gündü. Masadan kalkıp pencereye doğru yürüdü. Dışarıya bakıp karakoldaki sessizliği dinledi. Mevzilere devriye atmaya çıkan nöbetçi çavuş ona doğru geliyordu.

    Asker kapıyı çalıp içeri girdi. Selam verip komutanına durum bildirdi.

    Mevzilerde her şey yolunda komutanım. Nöbetçiler tetikte.

    Uyuyan falan yok değil mi oğlum? İkinci bir baskını kaldıramayız.

    Yok komutanım

    Ya Atmaca?

    Son baktığımda hepsi koğuşta, hazır kıta takip emrini bekliyorlardı komutanım. Tabi Atılgan uzmanla birlikte

    Mehmet astsubay derin bir iç geçirdi.

    Ah deli çocuk! Murat albay takip yok dedi. Ancak o hala bekliyor. Albayın, babasının yakın arkadaşı olması sebebiyle onu korumaya çalıştığını sanmam. Büyük ihtimalle onunda eli kolu bağlanıyordur bir yerde. Yoksa Alper uzmanın teröristlerin elinde esir durumda olmasını kimse kaldıramaz. Kurtarma işini de başkasına vermediğine göre belli ki başka bir sebepten dolayı bekliyor. Zaten bu işi de Atılgan’dan başkası yapamazdı.

    Birden komutanın kafasında şimşekler çaktı. Askere dönerek:

    Koğuşa en son ne zaman bakmıştın? Çabuk söyle!!!

    Asker korkudan neye uğradığını şaşırdı. Korkudan kekelemeye başlamıştı.

    Akşam yemeğinde onları çağırmaya gittim. Yemeyeceklerini söylediler. Zavallı bir yandan konuşuyor bir yandan alnından akan terleri silmeye çalışıyordu. Bir daha da koğuşa çıkmadım…

    İyi halt ettin!!! Hemen koğuşa çıkmalıyız!! Çabuk!!

    Mehmet astsubay yıldırım gibi odasından fırladı. Peşinden de çavuş koşuyordu. İki-üç hamlede merdivenleri çıkıp, koğuşların olduğu kata ulaştılar. Doğruca Atmaca timinin olduğu koğuşa girdiler. Tim koğuşta yoktu. Tabi ki Atılgan uzmanda. Sonra hemen nezarethaneye koştu. Kapıyı açtı ve içeri girdi. Tutuklu terörist kanlar içinde yerde yatıyordu.

    Mehmet uzman gördüğü manzara karşısında donup kaldı. Sanki başından aşağı kaynar sular dökülmüştü. Zavallı adam olduğu yere çöküverdi. Dizlerinin bağı çözülmüştü.

    Ulan deli çocuk!!! Yine kendi başına göre hareket ettin. Kendini de, o çocukları da yaktın!!! Onlarla beraber beni de yaktın. Ben şimdi albaya ne diyeceğim?? Offf!!!

    Sekiz saat önce…

    O gün Boztepe Karakolu için oldukça kötü geçmişti. Karakola teröristlerce yapılan hain saldırı sonucu, Atılgan uzmanın tertibi ve yegane dostu olan Alper uzman teröristlere esir düşmüştü. Şehit yoktu ama sanki Atılgan’ın bir parçası da Alper uzmanla birlikte gitmişti. Askerin moral ve motivasyonu düşmüştü. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Herkes tugaydan gelecek olan takip emrini bekliyordu.

    Atılgan bu bekleyişten sıkılmıştı. Oturduğu yerden hiddetle kalkıp doğruca Mehmet Astsubayın odasına girdi. Kapıyı hızlıca açıp, selam dahi vermeden bağıra çağıra konuşmaya başladı:

    Bu bekleyiş daha ne kadar sürecek komutanım!! Ben ve askerlerim tam dört saattir emir bekliyoruz. Hepimiz sıkıldık artık!!

    Mehmet astsubay ayağa fırladı. Atılgan’ın bu tavrına oldukça sinirlenmişti:

    Bana bak asker!! Karşında komutanın olduğunu unutma. Benimle bu şekilde konuşamazsın. Bu yaptığını, içinde bulunduğun durumun zorluğuna bakarak görmezden geliyorum. Ama hal ve hareketlerine dikkat et. Alper uzman senin arkadaşınsa benim de oğlum gibiydi. Bende en az senin kadar üzülüyorum. Ama bizler askeriz. Emirlere itaat etmek zorundayız. Bunu en az sende benim kadar iyi biliyorsun. Ve emirler şu an beklememizi söylüyor. Sen profesyonel bir komutansın ve öyle davran. Bu şekilde davranarak askerlere kötü örnek teşkil ediyorsun. Şimdi git ve askeri yemek için içeriye al.

    Atılgan hemen hazır ola geçip sert bir şekilde:

    Emredersiniz komutanım!! dedi ve arkasını dönüp çıktı. İçinden        Tüküreyim böyle profesyonelliğe dedi.

    Elbette ki Atılgan uzman bu şekilde eli kolu bağlı beklemeyecekti. Harekete geçmek için en uygun saati bekledi. Asker yemekhaneye geçince doğrudan nezarethanenin yolunu tuttu. Çatışmada bir teröristi sağ olarak ele geçirmişlerdi. Arkadaşını nereye götürdüklerini ondan öğrenebilirdi. Tabi onu konuşturabilirse. Bu gibi durumlarda konuşmaktansa ölmeyi tercih ederlerdi. Zaten her iki durumda da ölmüş sayılırdı. Belki Atılgan bunu onun için kolaylaştırabilirdi..

    Nezarethaneye giderken bahçede aşçıyı yakaladı. Elinde bir tepsi yemek vardı. Bunu tutukluya götürdüğünü hemen anladı.

    Ona mı götürüyorsun? diyerek başıyla nezarethanenin kapısını işaret etti.

    Evet komutanım.

    Bana ver ben götürürüm. Dedi ve elini tepsiye uzattı. Asker bir an tereddüt etti.

    Ama komutanım nasıl olur? Mehmet astsubay dedi ki…

    Mehmet astsubayın ne dediğini biliyorum; içeriye senden ve ondan başka kimse girmeyecek, o hainle kimse konuşmayacak. Özellikle de ben. Sorumluluk bana ait. Şimdi bütün bir geceyi tepe mevzisinde nöbet tutarak geçirmek istemiyorsan ver şu tepsiyi bana.

    Asker tepeye baktı. Karakola uzak bir mevziiydi. Üstelik teröristlerin esir düşen arkadaşları için geri gelme ihtimali yüksekti. Korkarak tepsiyi Atılgan’a uzattı. Atılgan tepsiyi alırken:

    Aferin asker. Akıllı biri olduğunu anlamıştım. Beni gördüğünü de kimseye söyleme.

    Emredersiniz komutanım.

    Atılgan nezarethaneye geldi ve kapının önünde durdu. Nöbetçiye şöyle bir baktı. Asker bu bakışları iyi biliyordu. Bu bakış KAYBOL demekti. Çocuk hemen oradan uzaklaştı.

    Atılgan kapıyı usulca açtı ve odaya girdi. İçeriden kapıyı kilitledi. Tutuklunun karşısına gelip durdu. Adam oturduğu sandalyeden başını kaldırıp anlamsız bir ifadeyle Atılgan’ın yüzüne baktı. Kendisini öldürecekmiş gibi bakan bir çift gözü görünce bile ifadesi değişmedi. Sonra:

    Canımı yakmak istiyorsun değil mi? diye sordu.

    Canını yakmak değil, almak istiyorum şerefsiz!! dedi ve elindeki demir tepsiyi adamın suratına öyle bir vurdu ki, suratından fışkıran kanlar duvarı kırmızıya boyadı. Adam yerden doğrulurken Atılgan’a baktı. Burnundan başlayarak yanağı boyunca kulağına kadar uzanan bir yarık oluşmuştu. Bu Atılgan’ın rahatlamasına yetmedi. Adamı yakasından tuttu ve yere yatırdı. Deliler gibi yüzünü yumruklamaya başladı. Artık ağzından da kanlar gelmeye başlamıştı. Daha sonra durdu. Derin derin nefes almaya başladı. Sakinleşmeye çalışıyordu. Adam ölür ya da bayılırsa, onu konuşturamazdı. Onu yattığı yerden kaldırdı ve sandalyeye oturttu. Adam güçlükle nefes alıyordu.

    Konuş adi herif! Arkadaşların esir aldıkları komutanı nereye götürdüler? Konuş!! Tam bir yumruk daha indirecekken adam elini kaldırdı:

    Dur!! Yeter. Yeter konuşacağım! Adam yutkundu. Güçlükle konuşmaya başladı.

    Buraya sekiz-on saat uzakta, doğuda bir mağara var. Doğuya doğru giderseniz bulacaksınız. Komutanı oraya götürdüler.

    Atılgan adamın tarif ettiği yerde öyle bir yer hatırlıyordu. Daha önce o bölgeye yakın yerlerde devriye atmışlardı.

    Nezarethanenin kapısını açtı. Dönüp adama baktı. Bayılmıştı. Kapıyı kapatıp oradan uzaklaştı.

    Doğruca koğuşuna gitti. Hücum yeleğini giydi. Şarjörlerini yeleğinin üstündeki ceplere yerleştirdi. Tüfeğini aldı, bir şarjör taktı ve kurma kolunu çekip mermiyi namluya sürdü. Tabancasını beline taktı. Bıçağını da kılıfına sokup avlunun yolunu tuttu.

    Dışarı çıkınca etrafı dinledi. Askerler yemekhaneden çıkıp koğuşun yolunu tutmuştu. Bu durumda hiçbir asker yatamazdı, uyku tutmazdı zaten ama ortalarda dolaşmaktansa en iyisi koğuşta beklemekti. Zaten hiç kimse bir lokma bile yiyememişti.

    Ortalık sessizdi. Atılgan’ın tek yapması gereken, mevzideki nöbetçiye görünmeden karakoldan dışarı çıkmaktı. Bu iş onun için çocuk oyuncağıydı. Harekete geçmek için bir adım attı ki cep telefonu çalmaya başladı. Arayan, nişanlısı Funda teğmendi. Atılgan yüzünü buruşturarak:

    Hiç sırası değil be güzelim. Dedi. Telefonu açtı.

    Efendim?

    Nasılsın sevgilim?

    İyiyim canım. Ama şu an inan çok meşgulüm.

    Neden? Ne yapıyorsun ki? Funda’nın sesi şüpheci bir hal almıştı. Atılgan bunu fark etti. Çünkü bu gibi durumlarda Funda hemen peş peşe sorular sorar ve Atılgan da sonunda yakayı ele verirdi. Konuşmayı kısa tutup telefonu hemen kapatmalıydı.

    Dinle sevgilim, bak telefonu kapatmak zorundayım tamam mı? Askerlere gece tatbikatı yaptıracağız. Mehmet astsubay birazdan alarma basacak.

    Mehmet astsubayla az önce konuştum Atılgan. Kendisi bana böyle bir şeyden söz etmedi. Hatta raporlarını bitirmiş, yatmak için hazırlandığını söyledi. Ve senin moralinin çok bozuk olduğunu, yemeğe inmediğini, timle beraber koğuştan hiç çıkmadığını da. Seni aramamı da o söyledi.

    Atılgan içinden bir küfür savurdu.

    Böyle şansın içine… Eh be komutanım. Gerçekten çok teşekkür ederim size. Funda’ya beni aramasını söylemek için gerçekten çok güzel bir zaman seçmişsiniz. Bundan daha iyisi olamazdı. Diye söylendi kendi kendine.

    Yakalandın Atılgan! diye bağırdı Funda. Gidiyordun değil mi? Alper’i kurtarmaya gidiyordun.

    Atılgan daha fazla direnmenin gereksiz olduğunu biliyordu. Yakalandığını anlamıştı:

    Evet gidiyorum Funda. Sana yalan söylemeyeceğim. Bütün gün takip emri çıkar diye bekledik. Ama tugaydan emir çıkmadı. Çıkarmadınız! Alper kim bilir orada, dağın başında neler çekiyor. Belki de ölmüştür!! Atılgan istemeden sesini yükseltmişti. Hemen yere çöktü. Mevzideki nöbetçi sesin geldiği yöne doğru baktı. Sonra umursamadan tekrar önüne döndü.

    Bana bağırma Atılgan! Alper için en az bende senin kadar üzülüyorum. Ama beklemekten başka bir şey yapamayız. Murat albay takip emri çıkartmadı. Funda’nın sesi titriyordu. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu.

    Murat albaya babamdan ötürü saygı besliyorum. Atılgan fısıltıyla konuşuyordu. Ama artık beklemeyeceğim.

    Funda sert bir sesle:

    Gidemezsin!! Sana bir komutanın olarak emrediyorum asker!!

    Fundan bak…

    Yeter!!! Funda kendine gelmiş, artık Atılgan’ın karşısında nişanlısı olarak değil, Teğmen Funda Keskin olarak konuşuyordu:

    Bir çocuk gibi inat etmekten vazgeçip, bir asker gibi emirlerime itaat edeceksin! Anladın mı beni asker!! Anladın mı dedim cevap ver bana!!

    Atılgan susmuş ne diyeceğini bilemiyordu. Biraz bekledikten sonra güçlükle konuşmaya başladı. Sesi titriyordu. Yutkunarak kararlı ve sert bir şekilde konuşmaya başladı:

    " Üzgünüm. Her şey için çok geç artık. Yaptıklarım ve yapacaklarım için beni affet. Beni sakın yanlış anlama. Arkadaşım için senden vazgeçtiğimi de düşünme sakın. Seni hep sevdim. Son nefesime kadarda sevmeye devam edeceğim.

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1