Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Nutuk: Gençler için sadeleştirilmiş
Nutuk: Gençler için sadeleştirilmiş
Nutuk: Gençler için sadeleştirilmiş
Ebook353 pages2 hours

Nutuk: Gençler için sadeleştirilmiş

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Mustafa Kemal Atatürkʼün 15-20 ekim 1927 tarihleri arasında Ankaraʼda, Türkiye Büyük Millet Meclisi salonunda milletvekillerine yaptığı uzun bir konuşmanın metnidir. M. Kemal Atatürk, bu uzun konuşmayı kendi el yazısıyla yazmış, aralıklı olarak altı gün içinde ve toplam olarak 36 saatte okumuştur.
M. Kemal Atatürk, bu uzun ve ayrıntılı konuşmasıyla, 19 Mayıs 1919ʼda başlayan Ulusal Kurtuluş Savaşımızın nasıl ve hangi koşullar içinde verildiğini; sonsuza dek yaşayacak olan Cumhuriyetimizin nasıl kurulduğunu anlatır. Belgelere dayandırdığı bu tarihsel konuşmasının sonunda, ulaşılan başarıyı Türk gençliğine emanet eder. Gençlikten, Türk Cumhuriyetiʼnin ve bağımsızlığının sonsuzluğa değin korunmasını ister.
Nutuk, bu özellikleriyle yakın tarihimizi aydınlatan, eşine az rastlanan bir belge olduğu kadar, her Türk çocuğunun ve gencinin de elinden düşürmemesi gereken bir başucu kitabıdır
LanguageTürkçe
Release dateNov 6, 2023
ISBN9786256843912
Nutuk: Gençler için sadeleştirilmiş

Related to Nutuk

Related ebooks

Reviews for Nutuk

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Nutuk - Ahmet Köklügiller

    NUTUK

    (Söylev)

    Hazırlayan: Ahmet Köklügiller

    Yayın hakları: © Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Ticaret A.Ş.

    Bu eserin bütün hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya

    tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.

    Dijital yayın tarihi: /Eylül 2023 / ISBN 978-625-6843-91-2

    Kapak tasarımı: Cüneyt Çomoğlu

    Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Ticaret A.Ş.

    19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 3, Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL

    Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16

    www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr

    Nutuk

    (Söylev)

    Hazırlayan:

    Ahmet Köklügiller

    Nutuk nedir?

    Mustafa Kemal Atatürkʼün 15-20 ekim 1927 tarihleri arasında Ankaraʼda, Türkiye Büyük Millet Meclisi salonunda milletvekillerine yaptığı uzun bir konuşmanın metnidir. M. Kemal Atatürk, bu uzun konuşmayı kendi el yazısıyla yazmış, aralıklı olarak altı gün içinde ve toplam olarak 36 saatte okumuştur.

    M. Kemal Atatürk, bu uzun ve ayrıntılı konuşmasıyla, 19 Mayıs 1919ʼda başlayan Ulusal Kurtuluş Savaşımızın nasıl ve hangi koşullar içinde verildiğini; sonsuza dek yaşayacak olan Cumhuriyetimizin nasıl kurulduğunu anlatır. Belgelere dayandırdığı bu tarihsel konuşmasının sonunda, ulaşılan başarıyı Türk gençliğine emanet eder. Gençlikten, Türk Cumhuriyetiʼnin ve bağımsızlığının sonsuzluğa değin korunmasını ister.

    Nutuk, bu özellikleriyle yakın tarihimizi aydınlatan, eşine az rastlanan bir belge olduğu kadar, her Türk çocuğunun ve gencinin de elinden düşürmemesi gereken bir başucu kitabıdır.

    Nutuk, Kurtuluş Savaşımızı aydınlatan güvenilir bir kaynak, onun önderi ve Cumhuriyetimizin kurucusu olan M. Kemal Atatürkʼü de en iyi anlatan bir kitaptır. Onun ne kadar dirençli, dayançlı (sabırlı), ileri görüşlü ve yürekli bir asker, devlet adamı olduğu Nutukʼun her sayfasından anlaşılabilir. M. Kemal Atatürk, bu yapıtıyla üstün bir konuşmacı ve devrimci olduğunu kanıtlamış, yalnızca o günkü insanlara değil, gelecek kuşaklara da yol göstermiştir. Asker-sivil her kamu görevlisi, bunaldığı, başı sıkıştığı zaman Nutukʼu okuyabilir ve orada toplumsal sorunları çözümlemede sağlam, her zaman geçerli çıkış yolları bulabilir.

    Dayandığı belgeler ve dipnotlarıyla tamamı üç cilt tutan Nutuk, ilk kez eski harflerle Türk Tayyare Cemiyeti (Türk Hava Kurumu) yayımı olarak 1927ʼde, yeni harflerle de Millî Eğitim Bakanlığı adına 1934ʼte basıldı. Daha sonra kitap olarak birçok basımı yapıldı. Ayrıca yabancı ülkelerin dillerine çevrildi ve ilgiyle karşılandı.

    M. Kemal Atatürk, Nutukʼu Dil Devrimiʼnden önce yazmıştır. Bu nedenle dili oldukça ağırdır. Dil Devrimiʼnin getirdiği yalınlaşma ve arılaşma çabalarıyla, Nutuk, genç kuşaklarca okunması ve anlaşılması büsbütün zor bir yapıt durumuna gelmiştir. Bu nedenle Nutukʼu yabancı sözcüklerden arındırmak, yalınlaştırmak gereği duyulmuş; eski Türk Dil Kurumu, bu yönde olumlu çalışmalar yapmıştır. Son zamanlarda, çeşitli yayınevlerince de yalınlaştırılmış basımlarının yapıldığı görülmektedir. Nutukʼun okunması, yakın tarihimizin yeniden gözden geçirilmesi, M. Kemal Atatürkʼle genç kuşağın yüz yüze gelmesi, içinden geçmekte olduğumuz siyasal ve toplumsal bunalımların çözümlenmesi açısından, bu gelişimi sevinçle karşılamak gerekir.

    Biz de bu çalışmamızda, M. Kemal Atatürkʼle günümüz insanını karşı karşıya getirmek istedik. Atatürk, bu konuşmayı milletvekillerine değil de, bugünkü halkımıza yapmış olsaydı nasıl davranırdı, diye düşündük:

    1) Önce herkesin anlayacağı bir dille konuşurdu.

    2) Olayları ve kişileri anlatırken ayrıntılara girmezdi.

    3) Yaşanılan çetin savaş yıllarını, düşmanın yurttan kovuluşunu, Cumhuriyetʼin kuruluşunu, sonunda olumlu dersler çıkarılan bir öykü gibi anlatırdı.

    Bu çalışmamızda da öyle yaptık. Nutukʼu genç kuşaklar için özetleyip yalınlaştırdık. Onların merakla, ilgiyle, Atatürkʼe sevgi duyarak okuyacakları bir duruma getirmeye özen gösterdik.

    M. Kemal Atatürkʼün Samsunʼa

    çıkmadan önceki yaşamı

    1881: (19 mayıs) Selanikʼin Kasımiye Mahallesi, İslamhane Caddesi üzerinde bulunan ahşap bir evde doğdu. (Babası gümrük memuru Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanımʼdı.)

    1890: (?) Babası öldü.

    1893: Selanik Mülkiye Ortaokuluʼna girdi. Ama okulu beğenmedi. Komşuları Kadri Beyʼin oğlunu asker giysili gördükçe, Ben de asker olacağım diyordu. Aynı yıl Selanik Askerî Ortaokuluʼnun sınavlarına gizlice girip kazandı. Matematik dersi çok iyiydi. Matematik öğretmeni ona Kemal adını verdi.

    1895: Selanik Askerî Ortaokuluʼnu bitirerek Manastır Askerî Lisesiʼne girdi. Okulun dinlence (tatil) günlerinde Selanikʼte bulunan Fransız Frerler Okuluʼnun özel sınıfına devam ederek Fransızcasını güçlendirdi.

    1899: (13 mart) Manastır Askerî Lisesiʼni bitirdi. Aynı yıl İstanbulʼda Harp Okulu piyade sınıfına girdi.

    1902: (10 şubat) Harp Okuluʼnu bitirdi ve Harp Akademisiʼne başladı.

    1905: (11 ocak) Kurmay yüzbaşı olarak orduya katıldı. Bir süre sonra sarayın kuşkusu üzerine tutuklandı. Kısa süren bir tutukluluk döneminden sonra da fiamʼda kimi arkadaşlarıyla Vatan ve Hürriyet Derneğiʼni kurdu.

    1907: (20 haziran) Kıdemli yüzbaşı (kolağası) rütbesine yükseldi ve fiam ordusu kurmay başkanlığına getirildi. Aynı yılın eylül ayında 3. Orduʼnun genç bir subayı olarak Makedonyaʼya döndü. Selanik-Üsküp demiryolları müfettişliğine atandı.

    1909: (8 mart) Takım ve Muharebe Talimi adlı askerlikle ilgili kitabı Türkçeʼye çevirdi ve yayımladı. Aynı yılın 13 nisanında 31 mart gerici ayaklanmasını bastırmak üzere kurulan Hareket Ordusuʼnun kurmay başkanı göreviyle İstanbulʼa hareket etti. 24 nisanda İstanbulʼa girdi. Ayaklanma bastırıldı. Mayıs ayında Selanikʼe döndü. 6 eylülde Selanikʼte 3. Ordu piyade subay talimgâh komutanlığına atandı. Kısa bir süre sonra bu görevden alınarak, aynı ordu içinde 38. Piyade Alayı komutanlığına getirildi.

    1910: Fransaʼda Picadieʼde yapılan manevralarda Türk ordusu adına gözlemcilik görevinde bulundu.

    1911: (13 ekim) İstanbulʼda Genelkurmayʼda bir göreve atandı. Kısa bir süre sonra kimi arkadaşlarıyla kıyafet ve kimlik değiştirerek gizlice Mısırʼa, oradan da Trablusgarpʼın (bugünkü Libya) Tobruk bölgesine geçti. Ethem Paşa kuvvetlerinin kurmay başkanı olarak Trablusgarp savaşlarına katıldı. Aynı yıl binbaşılık rütbesine yükseldi.

    1912: (9 ocak) Trablusgarpʼta Tobruk saldırısını başarı ile yönetti. 25 kasımda Bolayırʼda (Tekirdağ) bulunan deniz kuvvetleri birliğinin harekât şubesi müdürlüğüne getirildi.

    1913: (24 ekim) İstanbulʼa döndü. Ülkenin içinde bulunduğu durumu açıkça eleştirmesi üzerine, İstanbulʼda kalması sakıncalı görüldü. Sofya (Bulgaristan) ataşemiliterliğine atandı. Bu arada, kısa bir süre de Bolayır kolordu kurmay başkanlığında bulundu.

    1914: (1 mart) Binbaşılıktan yarbaylığa yükseldi.

    1915: (2 şubat) Tekirdağ 19. Tümen komutanlığına atandı. İngilizlerin Çanakkaleʼde Seddülbahirʼe çıkartma yapmaları üzerine saldırıya geçti. Düşmanı Kocaçimentepeʼde durdurdu. 1 haziranda albaylığa yükseldi. 9 ağustosta Anafartalar Grubu komutanlığına atandı. 10 ağustos sabahı kuvvetlerine saldırı (taarruz) emrini verdi. Anafartalarʼdan düşmanı geri püskürttü. Savaş sırasında göğsüne bir şarapnel parçası düştü. Ama kalbi üzerindeki saatine çarptığı için ölümden kılpayı kurtuldu. 17 ağustosta Kireçtepe Savaşıʼnı kazandı. 10 aralıkta, başkomutanlıktan genel bir saldırı için izin istedi. Sarf edilecek kuvvetimiz yoktur gerekçesiyle bu izin verilmeyince cephe görevinden ayrıldı. (Sonradan bu ayrılma dinlenmeye çevrildi.)

    1916: (14 ocak) Çanakkaleʼden Edirneʼye çekilen 16. Kolordu komutanlığına atandı. 27 şubatta Diyarbakırʼda rütbesi tuğgeneralliğe yükseldi. 6-7 ağustosta Bitlis ve Muşʼu Ruslardan kurtardı.

    1917: (5 mart) 7. Ordu komutanlığına atandı. 5 temmuzda 7. Ordu ile Suriyeʼye gitti. 20 eylülde 7. Ordu komutanı olarak tarihsel raporunu hazırladı. Raporda özetle şöyle deniliyordu: "Almanların komutasında bulunan Türk ordusu boşu boşuna kırılıyor. Türk ordusu, Suriyeʼden çekilmeli, anayurdun savunması için hazır bulundurulmalıdır. Yoksa, saltanat dahi ansızın çökebilir." Ekim ayında, raporunun hükûmetçe dikkate alınmaması üzerine 7. Ordu komutanlığı görevinden ayrılarak İstanbulʼa döndü. 15 aralıkta Veliaht Vahideddinʼle Almanyaʼya gitti. Avrupaʼnın çeşitli ülkelerini gezdi. İncelemelerde bulundu.

    1918: (5 ocak) Almanyaʼda hastalandı. Tedavi olmak için Viyanaʼya gitti. 30 nisanda 2. Ordu müfettişi oldu. 7 ağustosta Nablusʼtaki (Arabistan) ordunun başına geçti. 18 eylülde Filistinʼde bulunan 7. Ordu komutanlığına ikinci kez atandı. 23 ekimde, Halep Savaşıʼndan sonra İngiliz ordusunu durdurdu. 31 ekimde Yıldırım Orduları grup komutanlığına atandı. 10 kasımda 7. Ordu ve Yıldırım Orduları Grup Komutanlığıʼnın kaldırılması üzerine Harbiye Nezaretiʼnde (Savaş Bakanlığı) görevlendirildi. 15 kasımda İstanbulʼa geldi. 29 kasımda Padişah Vahideddinʼle görüştü. Ülkenin kurtuluşu için birtakım önerilerde bulundu. 20 aralıkta Padişah Vahideddinʼle ikinci kez görüştü. Kurtuluş için verdiği önerileri kabul ettiremedi. Saraydan ve hükûmetten umudunu kesti.

    1919: (14 nisan) Nişantaşıʼndaki (İstanbul) evinde Sadrazam (Başbakan) Damat Ferid Paşa ile son olarak bir görüşme yaptı. Evden ayrılırken M. Kemal, kesin bir kararlılık içindeydi. Cevat Paşa sordu: Bir şey mi yapacaksın? M. Kemal, duraklamadan şu karşılığı verdi: Evet Paşam, bir şeyler yapacağım! Saray ve hükûmet, M. Kemalʼin davranışlarından kuşkuya düşerek onu İstanbulʼdan uzaklaştırmak istediler. Bu nedenle 30 nisanda, Karadeniz bölgesindeki ayaklanan Rum eşkıyasını yola getirmek göreviyle 3. Ordu müfettişliğine atandı. 16 mayıs günü Bandırma Vapuruʼyla Samsunʼa doğru yola çıktı...

    Birinci bölüm

    Samsun’a çıkıştan TBMM’nin

    toplanmasına kadar geçen dönem

    Samsun’a çıktığım gün yurdumuzun genel durumu

    19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığım zaman yurdumuzun genel durumu şöyleydi:

    Osmanlı Devleti, içinde bulunduğu toplulukla birlikte Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmıştı.

    Devlet her yanda zedelenmiş, koşulları çok ağır bir ateşkes antlaşması¹ imzalamıştı. Ulusumuz yorgun ve yoksuldu.

    Devletimizi ve ulusumuzu bu duruma sokanların bir bölüğü başlarının derdine düşmüşler, yurttan kaçmışlardı. Padişah ve halife olan Vahideddin, soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını kurtarmanın yollarını arıyordu. Damat Ferid Paşa’nın başbakanlığındaki hükûmet, güçsüz, onursuz, korkaktı. Padişah Vahideddin’in ağzına bakıyordu.

    Elinden silahları ve cephanesi alınmış olan ordumuz, dağılmak üzereydi.

    Yurdumuz, her taraftan düşmanla kuşatılmıştı. Başkent İstanbul, yabancı askerlerin ve gemilerin gözetimi altındaydı. Adana’ya Fransızlar; Urfa, Maraş, Antep ve Merzifon’a İngilizler girmişti. Antalya ve Konya’da İtalyan askerleri bulunuyordu. İzmir’de Yunanlılar...²

    Her yanda düşman subayları ve onların adamları çalışmaktaydı. Her iş, onlarca denetleniyordu.

    Bundan başka, yurdun dört bir bucağında Hıristiyan azınlıklar (Rumlar, Ermeniler), bu durumu fırsat bilerek kapalı ya da açık birtakım örgütler kurmuşlar, devletimizin çökmesine çalışıyorlar; düşmanlara yardımcı oluyorlardı. Örneğin İstanbul Rum Patrikhanesi’nde kurulan Mavri Mira Kurulu, Anadolu illerinde çeteler oluşturup yönetiyor, gösteri toplantıları ve propagandaları yaptırıyordu. Yunanistan’ın Kızılhaç örgütü, bu çalışmaları her bakımdan destekliyordu. Mavri Mira, ayrıca Rum okullarında izci örgütleri kurduruyor, yirmi yaşını aşmış Rum gençlerini bize karşı kışkırtıyordu.

    Ermeni Patriği Zaven Efendi de, Mavri Mira Kurulu ile işbirliği ederek çalışıyordu. Ermenilerin düşmanca hazırlığı, tam Rum hazırlığı gibi her yanda ilerliyordu.

    Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz kıyılarında kurulan İstanbul’daki bir merkeze bağlı olan Pontus Derneği, kolaylıkla ve başarıyla çalışıyordu...

    Durum korkunç ve ağırdı...

    Kurtuluş çabaları

    İçine düştüğümüz bu kötü durumdan kurtulmak için, yurtseverler birtakım kurtuluş yolları arıyorlardı. Bu amaçla, yurdun çeşitli yerlerinde bazı bölgesel kurtuluş örgütleri kurulmuştu. Edirne ve çevresinde Trakya Paşaeli Derneği; Erzurum ve Elazığ’da kurulan Doğu İlleri Ulusal Hakları Savunma Derneği (Vilayatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Millîye Cemiyeti); Trabzon’da kurulan Trabzon ve Çevresini Bağımsızlaştırma Derneği (Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti) bunların başlıcalarıydı.

    İzmirli yurtseverler, halkımızı uyarmak ve Yunanlıların İzmir’e çıkışını önlemek için büyük bir gösteri toplantısı düzenlemişlerdi.

    Trakya-Paşaeli Derneği’nin ileri gelenleriyle daha İstanbul’da iken görüşmüştüm. Osmanlı Devleti’nin yakın bir gelecekte, kesinlikle çökeceği inancındaydılar. Hiç olmazsa Trakya’yı, elden gelirse Batı Trakya ile birlikte İslam ve Türk topluluğunu kurtarmayı düşünüyorlardı. Bu amaca ulaşmak için o zaman akıllarına gelen tek çıkar yol, İngiltere’nin, olmazsa Fransa’nın yardımını sağlamaktı. Bu düşünceyle kimi yabancı devlet adamlarıyla ilişki kurmak ve konuşmak yollarını da aramışlardı. Amaçlarının bir Trakya cumhuriyeti kurmak olduğu anlaşılıyordu.

    Doğu İlleri Ulusal Hakları Savunma Derneği’nin kuruluş amacı da şöyle belirlenmişti:

    1- Doğu illerindeki bütün halkın dinsel ve siyasal haklarının özgürce gelişimini sağlayacak yollara başvurmak,

    2- Doğudaki Müslüman halkın tarihsel ve ulusal haklarını, gerektiğinde uygar toplumlar önünde savunmak,

    3- Halka yapılan zulüm ve işlenen cinayetlerin nedenlerini, etmenlerini (faktörlerini); bunları yapan ve yaptıranları tarafsız bir soruşturma ile ortaya çıkarmak; suçluların cezalandırılmasını istemek,

    4- Türklerle azınlıkların arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesine ve eskisi gibi iyi bağların kurulmasına ve pekiştirilmesine çaba göstermek,

    5- Doğu illerindeki savaştan doğma yıkım ve yoksulluğu gidermek için hükûmet katında girişimlerde bulunmak.

    Merkezi İstanbul’da bulunan Trabzon ve Çevresini Bağımsızlaştırma Derneği’nin amacı da adından anlaşılmaktadır: Trabzon ve çevresinde bağımsız bir yönetim kurmak.

    Ulusal varlığa düşman kuruluşlar

    Bu kurtuluş örgütlerinden başka bir de bazı yabancı devletlerin koruyuculuğunu temel alan girişimler vardı.

    İstanbul’dan yönetilen özellikle Diyarbakır, Bitlis, Elazığ illerinde çabalar gösteren Kürtleri Yükseltme Derneği (Kürt Teali Cemiyeti), bu zararlı girişimlerin başında geliyordu. Derneğin amacı, yabancı devletlerin kanatları altında, bir Kürt hükûmeti kurmaktı.

    Yine İstanbul’dan yönetilen Müslümanları Yükseltme Derneği (Tealii İslam Cemiyeti) Konya ve çevresindeki halkı aldatmanın planları içindeydi.

    Yurdumuzun hemen her yanında bulunan Uzlaşma ve Özgürlük (İtilaf ve Hürriyet), Barış ve Esenlik (Sulh ve Selamet) dernekleri de aldatıcı adlar altında, düşmanlarla işbirliği içindeydiler.

    Ulusal varlığımıza düşman kuruluşların biri de, İstanbul’da İngiliz Dostları Derneği (İngiliz Muhipleri Cemiyeti) adı altında çalışıyordu. Bu derneğe başta padişah ve başbakan (sadrazam) olmak üzere devlet yöneticilerinin pek çoğu üye olmuştu. Derneğin iki amacı vardı:

    1- Dış görünüşü ile İngilizlerin desteğini sağlamak, Osmanlı Devleti’nin yıkılışını önlemek.

    2- Asıl çalışma alanı olan gizli yönü ise, yurtta karışıklık çıkarmak, ulusal bilinci yok etmekti.

    Bunlardan başka, İstanbul’da bazı ileri gelen kişiler, kurtuluşu Amerikan güdümünde görüyorlardı. Onlara göre, biz ancak Amerika’nın koruyuculuğunda kurtulabilirdik.

    Ordunun durumu

    Bu çöküntü ve yıkıntı içinde ordumuz da dağılmak üzereydi. Birçok yerde, Ateşkes Antlaşması gereğince silahları ellerinden alınmış askerler terhis edilmişti.

    Görev başında bulunan askerî birlikler de silah ve moral gücünden yoksundu. Subaylar kararsızlık içindeydi. Ne yapacaklarını bilemiyorlardı.

    Benim görevim

    Ben, Samsun’a 3. Ordu müfettişi göreviyle çıkmıştım. Başkent İstanbul’dayken bazı arkadaşlarımla buluşup durumu tartışmıştık. Osmanlı Devleti’nin çöküşünü önlemek için bazı çözüm yolları araştırmıştık. Yöneticilerin düşüncelerine katılmıyorduk. Bu nedenle, bizden, özellikle de benden kuşkulanmışlardı. Yöneticiler beni İstanbul’dan uzaklaştırmak istiyorlardı. İşte bana ordu müfettişliği görevini bu yüzden verdiler. Anadolu’ya bir yetkiyle gidiyordum. Emrim altındaki ordu birliklerine bildirimlerde bulunacak, Samsun ve çevresindeki kargaşalığı yerinde görüp önleyecektim.

    Şunu belirteyim ki, bana bu görevi verenler, bilerek vermediler. Amaçları benden kurtulmaktı. Ben de onlardan umudu kestiğim için, Anadolu’ya geçmenin yollarını arıyordum. Böylece benim için iyi bir fırsat doğmuş oldu. Anadolu’ya gidip, şaşkınlık içinde bulunan halkımıza durumu anlatacaktım. Onları ulusal bir amaç çevresinde toplayacaktım.

    Düşünülen kurtuluş yolları

    O zamana kadar, kurtuluş için şu yollar önerilmişti:

    1- İngiltere’nin koruyuculuğunu,

    2- Amerika’nın güdümünü (mandasını) istemek,

    3- Bölgesel kurtuluş yolları aramak.

    Benim kararım

    Bu önerilen kurtuluş yollarının hiçbirini yerinde, gerçekçi bulmadım. Hepsinin temeli çürüktü.

    Osmanlı Devleti yıkılmıştı. Onu diriltmenin, canlandırmanın olanağı yoktu artık. Ortada kala kala bir Anadolu kalmıştı. Düşmanlar, onu da aralarında paylaşmak istiyorlardı.

    Padişah, halife, hükûmet... Bunların hepsi anlamsız sözlerdi.

    Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulus egemenliğine dayanan, kısıntısız, koşulsuz, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak.

    Ya bağımsızlık, ya ölüm

    Bu kararın dayandığı düşünce şuydu:

    Temel ilke, Türk ulusunun onurlu bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli (kadar) zengin olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan kurtulamaz.

    Yabancı bir devletin koruyuculuğunu istemek, insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1