Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Fethullah Gülen'in Siyasi Düşünceleri
Fethullah Gülen'in Siyasi Düşünceleri
Fethullah Gülen'in Siyasi Düşünceleri
Ebook454 pages5 hours

Fethullah Gülen'in Siyasi Düşünceleri

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Yazarın, bir akademisyen olarak, 2011 yılının Nisan ayında Fethullah Gülen’i ziyareti sırasında kendilerine sorduğu “Sizin siyasi düşüncelerinizi ele alan bir kitap yazabilir miyim?” sorusuna mukabil “İyi olur.” demeleri üzerine kitap için ilk adım atılmış oldu. Başlangıçta kitabın İngilizce yazılması gündemdeydi. Ziyaret sırasında, olaya şahit olan Naci Tosun Bey’in kitabın Türkçe yazılmasının daha uygun olacağını, gerekirse diğer dillere tercüme edilebileceğini ifade etmeleri üzerine, Türkçe olarak kaleme alındı. Yazımı Ağustos 2013’te tamamlandı.
Kitap, Gülen'in 2013 Ağustos ayına kadarki konuşmalarını ve yazılarını içermektedir. Bu tarihten sonraki konuşmaları, yazıları kitabın kapsamı içinde yer almamaktadır. İleride imkan ve talep olursa, 2013 Ağustostan itibaren siyasi düşüncelerini içeren başka bir çalışma daha yapılabilir. Özellikle 15 Temmuz 2016’dan sonraki dönemde, devlete ve siyasete dair farklı söylemleri olsa bile, öncekilerle kıyaslandığında ciddi farklılıklar olmadığını vurgulamak gerekir. Kitaptaki konuların bazılarında Gülen olaylara daha evrensel bakmakta, Türkiye merkezli bakış açısını göreceli olarak değiştirmektedir. Bu tutum, bir değişiklikten çok gelişmedir ve Hizmet'in bütün dünyaya yayılmasıyla birlikte, onun “devletçi” bakış açısını “bireye” çevirmesini gösterir ki oldukça önemlidir. Artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onun geçmişindeki devletler merkezli bakış açısı yerini yeni görüşlere bırakmak zorunda kalmıştır.
Kitapta, her okuyucunun eleştireceği, kabul ya da reddedeceği mevzular bulunabilir. Bunun sebebi, Gülen’in bir siyaset düşünürü olmamasına rağmen siyasete dair sanıldığından fazla söz söylemesi ve okuyucuların bu sözleri, bağlamından ayırarak veya farklı anlamlar yükleyerek değerlendirmeleridir. Unutulmaması ve altının kalın çizgilerle çizilmesi gereken bir konu şudur ki; Hizmet'te yer alan birçok kimseye göre, farklı bir “Fethullah Gülen” algısı vardır. Kimilerine göre o, sıradan bir alim iken, kimilerine göre ise bunun çok ötesindedir. Gülen'in yazdıkları, söyledikleri, erbabınca bazen de sahasında uzman olmayanlarca sürekli, yeniden yorumlanmakta, taraftarlarınca tartışılmakta ve hayata taşınmaktadır. Bu da zaman zaman, söylediklerine ve yazdıklarına, kendisinin bile düşünmediği anlamların yüklenmesine sebep olmaktadır.
Kitap yedi bölümden oluşmaktadır. Her bölüm kendi içinde bir bütünlük arz ederken, diğer bölümlerin de birer parçası olarak hazırlanmıştır. Her bir bölüm aslında tek bir kitap olarak da (eskilerin ifadesiyle risale) görülebilir. Konunun anlaşılması için diğer bölümlerle birlikte okunması gerekmemektedir. Fakat diğer bölümlerle de irtibatlandırıldığında daha geniş bir bakış açısı ortaya çıkmaktadır. Arzu edenler her bölümü ayrı ayrı ele alabilecekleri gibi bütününü de okuyarak değerlendirebilirler.
Unutulmaması gerekir ki Gülen, Türkiye’de doğmuş ve ömrünün önemli bir kısmını burada geçirmiş, konuşmalarını ve yazılarını da Türkçe olarak yayımlamıştır. Dolayısıyla konunun öznesi hep Türkiye’dir. Siyasi düşüncelerini ifade ederken de Türkiye örneğinden hareketle, Türkiye’nin problemleri çerçevesinde kalmaya özen göstermiştir. Bu bir zorunluluktur fakat eksiklik değildir.
Gülen’in tesiriyle ortaya çıkan “Hizmet Hareketi”, Türkiye Cumhuriyeti siyasal tarihinde, Türkiye’nin üretebildiği ve yurtdışında da başta eğitim ve öğretim hizmetleri olmak üzere, diyalog, kardeşlik, sevgi, insani değerler gibi temel kavramların aksiyona dönüştürüldüğü tek markadır. İnsanlık için bu derece önemli ve faydalı başka bir olgu Türkiye’de üretilmemiştir.
Gülen, Sünni İslam ekolünden beslenmesine rağmen, bu geleneği “modernite” olarak da kabul edilen Batı düşünce dünyasına, farklı bir İslami anlayış olarak sokabilme başarısını gösterebilmiştir. İslam dünyasının en modern düşünürlerini aşacak derecede, Batı düşünce dünyasının siyaset temel kavramlarını genişleterek, İslam’ın bakış açısıyla, yeni yorumlar katabilmiştir.
Dr. Bekir Çınar

LanguageTürkçe
Release dateSep 10, 2023
ISBN9798215706152
Fethullah Gülen'in Siyasi Düşünceleri
Author

Bekir Çınar

Yazarımız lisans eğitimini Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kamu Yönetimi'nde; Yüksek Lisansını Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü ve Wales Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde tamamladı. Doktorasını Hull Üniversitesi'nde “Liberal Demokratik Ülkelerde Terörle Mücadele ve İstihbarat Servisleri” adlı teziyle aldı.Başta Türkiye'de Polis Akademisi'nde olmak üzere, İngiltere, Polonya, Arnavutluk ve Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinde akademisyen olarak çalışan Çınar; halen İngiltere'de akademik çalışmalarını sürdürmekte ve özel sektörde üst düzey danışmanlık yapmaktadır.

Related to Fethullah Gülen'in Siyasi Düşünceleri

Related ebooks

Reviews for Fethullah Gülen'in Siyasi Düşünceleri

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Fethullah Gülen'in Siyasi Düşünceleri - Bekir Çınar

    Yazarın, bir akademisyen olarak, 2011 yılının Nisan ayında Fethullah Gülen’i ziyareti sırasında kendilerine sorduğu Sizin siyasi düşüncelerinizi ele alan bir kitap yazabilir miyim? sorusuna mukabil İyi olur. demeleri üzerine kitap için ilk adım atılmış oldu. Başlangıçta kitabın İngilizce yazılması gündemdeydi. Ziyaret sırasında, olaya şahit olan Naci Tosun Bey’in kitabın Türkçe yazılmasının daha uygun olacağını, gerekirse diğer dillere tercüme edilebileceğini ifade etmeleri üzerine, Türkçe olarak kaleme alındı. Yazımı Ağustos 2013’te tamamlandı. Basımı için Kaynak Yayınevi'ne gönderildi. Bir müddet sonra, kitabı basamayacaklarının bilgisini verdiler.

    Yazarın, Kasım 2013’te Gülen’i tekrar ziyareti sırasında, Cemal Türk ile karşılaşınca konu kitaba geldi. Cemal Bey Kitap bana gelmişti ve arkadaşlardan birine vermiştim. O da olumsuz kanaat beyan etmişti. demesi üzerine kitabı birlikte değerlendirip yayına hazırlamaya karar verdiler. Ancak tekrar değerlendirmeden de bir sonuç çıkmadı. Bu durum bu zamana kadar, kitabın bekletilmesine sebep oldu. Daha fazla bekletilmesinin kimseye faydasının olmayacağı düşünülerek yayımlamaya karar verildi ve nihayetinde siz okuyuculara ulaşmış oldu.

    Kitap, Gülen'in 2013 Ağustos ayına kadarki konuşmalarını ve yazılarını içermektedir. Bu tarihten sonraki konuşmaları, yazıları kitabın kapsamı içinde yer almamaktadır. İleride imkan ve talep olursa, 2013 Ağustostan itibaren siyasi düşüncelerini içeren başka bir çalışma daha yapılabilir. Özellikle 15 Temmuz 2016’dan sonraki dönemde, devlete ve siyasete dair farklı söylemleri olsa bile, öncekilerle kıyaslandığında ciddi farklılıklar olmadığını vurgulamak gerekir. Kitaptaki konuların bazılarında Gülen olaylara daha evrensel bakmakta, Türkiye merkezli bakış açısını göreceli olarak değiştirmektedir. Bu tutum, bir değişiklikten çok gelişmedir ve Hizmet'in bütün dünyaya yayılmasıyla birlikte, onun devletçi bakış açısını bireye çevirmesini gösterir ki oldukça önemlidir. Artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onun geçmişindeki devletler merkezli bakış açısı yerini yeni görüşlere bırakmak zorunda kalmıştır.

    Kitapta, her okuyucunun eleştireceği, kabul ya da reddedeceği mevzular bulunabilir. Bunun sebebi, Gülen’in bir siyaset düşünürü olmamasına rağmen siyasete dair sanıldığından fazla söz söylemesi ve okuyucuların bu sözleri, bağlamından ayırarak veya farklı anlamlar yükleyerek değerlendirmeleridir. Unutulmaması ve altının kalın çizgilerle çizilmesi gereken bir konu şudur ki; Hizmet'te yer alan birçok kimseye göre, farklı bir Fethullah Gülen algısı vardır. Kimilerine göre o, sıradan bir alim iken, kimilerine göre ise bunun çok ötesindedir. Gülen'in yazdıkları, söyledikleri, erbabınca bazen de sahasında uzman olmayanlarca sürekli, yeniden yorumlanmakta, taraftarlarınca tartışılmakta ve hayata taşınmaktadır. Bu da zaman zaman, söylediklerine ve yazdıklarına, kendisinin bile düşünmediği anlamların yüklenmesine sebep olmaktadır.

    Bu sebeplerden dolayı, Gülen’in siyasi düşüncelerinin elinizdeki kitapta derlenmesi başlı başına zorlu bir çalışmadır. Daha önce yapılmamış olması bu zorluğu artıran bir etkendir. Kitabın yazarı her türlü iddiadan uzak olarak, kabiliyeti ve anlayışı çerçevesinde, onun sözlerinden ve yazdıklarından yararlanarak bir eser ortaya koymaya çalışmıştır. Kitap sadece iki yılı aşan bir çalışmanın ürünü değildir. 1980’lerden itibaren Gülen’in yazdıklarını okuyan ve dinleyen, yer yer bu hakikatleri uygulamaya çalışan ya da uygulayanlarla birlikte, karşılaşılan güçlükleri de yaşayan birinin uzun yıllar uğraşılarının sonucudur. Yazar bu çalışmadan evvel de Gülen’in farklı konulardaki düşüncelerini akademik olarak yazıya dökmüş ve uluslararası konferanslarda tebliğ olarak sunmuştur. Söylenmek istenen; yazarın uzun bir süredir onun söylediklerini ve yazdıklarını takip ettiği, hakkında yazılan ve söylenenlere de sürekli ilgi duyduğu ve akademik bir pencereden bakarak, kendi süzgecinden geçirerek, farklı değerlendirmelere tabi tuttuğunun bilinmesidir.

    Kitap yedi bölümden oluşmaktadır. Her bölüm kendi içinde bir bütünlük arz ederken, diğer bölümlerin de birer parçası olarak hazırlanmıştır. Her bir bölüm aslında tek bir kitap olarak da (eskilerin ifadesiyle risale) görülebilir. Konunun anlaşılması için diğer bölümlerle birlikte okunması gerekmemektedir. Fakat diğer bölümlerle de irtibatlandırıldığında daha geniş bir bakış açısı ortaya çıkmaktadır. Arzu edenler her bölümü ayrı ayrı ele alabilecekleri gibi bütününü de okuyarak değerlendirebilirler.

    Kitap klasik siyasi düşünce yaklaşımına uygun olarak düzenlenmiş, mümkün mertebe Gülen’in söz ve yazılarının dışına çıkılmadan değerlendirmelere yer verilmiştir. İstisnai olarak farklı kaynaklardan zaruret derecesinde istifade edilmiştir ki bu yaklaşım konu bütünlüğü açısından zaruridir.

    Unutulmaması gerekir ki Gülen, Türkiye’de doğmuş ve ömrünün önemli bir kısmını burada geçirmiş, konuşmalarını ve yazılarını da Türkçe olarak yayımlamıştır. Dolayısıyla konunun öznesi hep Türkiye’dir. Siyasi düşüncelerini ifade ederken de Türkiye örneğinden hareketle, Türkiye’nin problemleri çerçevesinde kalmaya özen göstermiştir. Bu bir zorunluluktur fakat eksiklik değildir.

    Gülen’in tesiriyle ortaya çıkan Hizmet Hareketi, Türkiye Cumhuriyeti siyasal tarihinde, Türkiye’nin üretebildiği ve yurtdışında da başta eğitim ve öğretim hizmetleri olmak üzere, diyalog, kardeşlik, sevgi, insani değerler gibi temel kavramların aksiyona dönüştürüldüğü tek markadır. İnsanlık için bu derece önemli ve faydalı başka bir olgu Türkiye’de üretilmemiştir.

    Gülen, Sünni İslam ekolünden beslenmesine rağmen, bu geleneği modernite olarak da kabul edilen Batı düşünce dünyasına, farklı bir İslami anlayış olarak sokabilme başarısını gösterebilmiştir. İslam dünyasının en modern düşünürlerini aşacak derecede, Batı düşünce dünyasının siyaset temel kavramlarını genişleterek, İslam’ın bakış açısıyla, yeni yorumlar katabilmiştir.

    Yazar okuyucuların her türlü eleştiri ve önerilerine şimdiden teşekkür etmeyi bir görev addetmektedir. Umulur ki kitap okuyucular için istifadeye medar olur.

    Dr. Bekir Çınar

    BİRİNCİ BÖLÜM:

    DEVLET NEDİR?

    1.1 Giriş

    Bu başlık altında, literatürde devletin ne olduğundan daha çok, Gülen’e göre devletin ne olduğunu ifade etmeye çalışacağız. Amacımız bir bakış açısı ortaya koymak ve ileride belirecek, farklı gibi algılanabilecek durumların önüne geçmektir. Fakat bu, siyasal literatürde yer alan kavramları kendi özgün durumlarından soyutlayarak farklı bir kavram inşa etme çabası olarak da anlaşılmamalıdır. Neden bu şekilde bir metot takip ettiğimize gelince, bunun birkaç sebebi var.

    Bunlardan ilki, Gülen’in şimdiye kadar ortaya koyduğu çalışmalarının, farklı bakışı açısına sahip olması, hepsinden öte mevcudu ve geleceği iyi okuyup, bunu geçmişle örneklendirerek ifade etmesidir.

    İkincisi, Gülen’in geçmişteki beyanlarının zaman içinde onu haklı çıkarmasıdır.

    Sonuncusu ise Gülen’in Türk olmasının yanında İslam dünyası özelinde bütün dünyayı da ilgilendiren farklı konularda ortaya koyduğu vizyonunun zamanla daha iyi anlaşılmasıdır. Gülen’in yazılarında ve ifadelerinde devlete yönelik kavramlaştırma çalışmasının altında yatan önemli prensipler bulunmaktadır:

    a) Kur’an’ın bakış açısı ki başta Peygamber Efendimiz (sav) tarafından hayata taşınmış ve O’nun (sav) güzide halifeleri dönemindeki mükemmel şekle dönüştürülmüş uygulamalarıdır.

    b) Diğeri ise Türklerin İslam’a girmesiyle kurdukları devlet şekilleri ve onların devamı olan Osmanlı Devleti ile zirveye ulaştırdıkları uygulamalardır ki farklı bir siyasal yapının İslam ile ne derece yakınlaşacağı ve uyum içinde olduğu ile de ilgilidir.

    c) Bunlara ek olarak, Gülen’in Batı devlet sistemleri ve uygulamalarından bigane olmadığı, onları da iyi gözlemlediği ve geçmişteki uygulamalarını da iyi incelediği görülmektedir.

    d) Gülen’in devlet ve devletin görevlerine yönelik bakış açısını şekillendiren önemli bir konu, onun zaman ve tarih kavramlarına yüklediği anlamlarla yakından ilişkilidir. Zira bu iki temel kavram, doğru bir bakış açısıyla ele alınacak olursa, insanlığın geçirdiği evreleri ve bu evrelerde yaşadıklarının hem geçmişin bir ürünü hem de geleceğin hazırlayıcısı olduğunu göstermektedir. Sadece Gülen değil birçok kimsenin ifade ettiği gibi zaman düz bir hattan ziyade, adeta sarmal, dairevi bir şekilde varlığını devam ettirmektedir. Tarih bir bakıma tekerrür etmektedir. Tabii buradaki tekerrür aynı ile değil misli ile olmaktadır. İşte Gülen bu noktadan olaylara bakarak geçmişin tecrübelerinden ve mevcudun birikim ve imkanlarından yararlanarak; gelecek ve gelecekte olması muhtemel durumlar hakkında vizyon ortaya koymakta, ona göre çalışmaların yoğunlaşmasını tavsiye etmektedir ki oldukça önemlidir.

    Gülen devletin statik değil, daha çok dinamik olduğunu ve söz konusu dinamizm içinde sürekli zamanın gereklerine, geleceğin şartlarına göre, stratejik anlamda kendini yenileyen bir yapı olduğunu düşünmektedir. Kişilerden daha çok devlet yapısının ve onun kendi dinamiklerinin önemli olduğuna vurgu yapmaktadır.

    Bu bölümde sırasıyla, literatürde yer alan devlet ve devletin tarihi seyri ele alınacaktır. Diğer inanç ve düşünce sistemlerinde devletin nasıl algılandığı ve uygulandığını inceleyeceğiz. Bugün daha belirgin şekilde ortaya çıkan, Batılı devletlerin dayandığı düşünceler ortaya koyulacaktır.

    İslam’da devlet kavramı ile diğer devlet kavramlarının yazında nasıl yer aldıkları hakkında tartışmalara yer vereceğiz. Tartışmalar sonunda devlet kavramının nasıl anlaşılması gerektiğini belirlemeye çalışacağız. Akabinde, Gülen’in devlet kavramına bakışını, kendi ifadeleri içerisinde değerlendirmeye gayret edeceğiz. Bölüm sonuç ve önerilerle sonlanacaktır.

    1.1 Devletin Tarihi Gelişimi

    Devletin ne zaman nasıl ortaya çıktığına dair kesin bir tarih vermek oldukça güçtür.

    Güçlüğün sebeplerinden birisi, hangi tür bir sosyal yaşamın devlet olarak kabul edilmesinden, adlandırılmasından kaynaklanmaktadır.

    Diğeri, tarihin değişik dönemlerinde, farklı topluluklar devlet ya da siyasi birlik olarak adlandırıldığından dolayı, kimileri bu adlandırılmaları devlet olarak kabul etmektedirler. Fakat bu adlandırmalarda, her bir sosyal yapı için geçerli ve kabul edilen temel ilkeler ya da özellikler bulmak zordur. Dolayısı ile herhangi bir siyasi birliğin ya da insan topluluğunun devlet olarak tanımlanmasında zorluklar ortaya çıkmaktadır. Bu zorluktan ötürü, devlet tanımlarında, tarihin ilk dönemlerinde, bir birlikten çok farklılıklar mevcuttur. Hemen hemen her yazar ya da akademisyen farklı devlet tanımlarından yola çıkarak, farklı alanları incelemelerine konu olarak almışlardır ki bu normal bir durumdur.

    İnsanlar başlangıçtan beri beraber yaşamışlar, güvenlik, savunma ve barınma gibi insanların birlikteliklerinden doğan temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmışlardır. Birlikte yaşayan insan topluluklarına, kökenleri ve sayıları esas alınarak, yaşadıkları devrelere göre aile, aşiret, boy, beylik ve devlet gibi adlar verilmiştir.

    Bir başka görüşe göre ise İnsanlar yardımlaşma ve korunma arzularından dolayı toplu yaşama gereği duymuşlardır ve örgütlenmişlerdir. Çünkü kendilerinin dışındaki güçlerle hep mücadele etmek zorunda bulunmaktaydılar (MGKGS, 1990, 1).

    Sadece mücadele düşüncesi insanları örgütlenmeye itmiş olamaz. Bunun yanında, İnsanların çok farklı ihtiyaçları onların örgütlenmeleriyle karşılanmıştır (Hicks, 1990, s.10). Bu ihtiyaçlara örnek olarak psikolojik, kültürel ve ekonomik olanları verebiliriz. Bu örgütler, daha sonraları devlet olarak ortaya çıkmıştır. Fakat devlet bu evreleri kucaklayacak şekilde bir tanıma henüz kavuşturulamamıştır. Bu nedenle, devlet denince iki ayrı konu akla gelmektedir. Bu konulardan ilki, tarih içinde yaşayan toplulukların devlete benzetilmesi, diğeri ise modern anlamda devlet olarak nitelendirilen ve belli bir devlet tanımına uyan topluluklara bu adın verilmesidir.

    Bugünkü şekliyle devlet ya da Nation-State (Milli Devlet) tanımı,(1) oldukça yenidir. Birçok akademisyen, devletin 1648 yılında imzalanan Treaty of Westphalia (Westphalia Anlaşması) ile başladığını savunmasına rağmen, bazılarına göre zaten 500 yıldır oluşum içinde olan devlet on yedinci yüzyılda mevcuttu. (Starr, 1989, s.55) ki bu var olana ad vermenin yanında, var olan siyasal yapıların diğer siyasal yapılar tarafından da tanınmasıdır. Bu tanınma, yüzyıllardır var olan devletin, diğer devletlerce de varlığının kabul edilmesi ve söz konusu devletin egemenliği, ülkesi ve siyasal sisteminin onaylanmasıdır. Dolayısıyla, anlaşmada, modern devletin bütün unsurlarını bulmak mümkündür. Bunlar: Halk (vatandaş), toprak (ülke) ve halkı ve ülkeyi yöneten hükümettir (siyasal otorite).

    Söz konusu anlaşma ile siyasal alanda egemenliğin Tanrı’ya dayandırıldığı Batıdaki 'mutlak monarşiler' yerini halk egemenliğine dayanan 'meşruti' rejimlere bırakmaya başladığı bir döneme girilmiştir ki hiç şüphesiz bu gelişme 'Rönesans' (aydınlanma) döneminin siyasal alandaki ürünüdür. Ürünün dayandığı felsefi gerekçe, 'Toplum Sözleşmesi' düşüncesidir (Ateş, 1982, s.89).

    Sonuç olarak, ister toplulukların devlet içinde değerlendirilmesi, isterse devletin topluluk için kullanılması olsun, bugün artık bir devletten ve unsurlarından söz etmek alışılagelmiş bir olgudur. Kısacası, artık devlet vardır, topluluklar ya da gruplar, devletin ya da devletlerin içinde var olmaktadırlar. Vatandaşlık kavramı da devlette yaşayan insanlara kimlik vermek için kullanılmaktadır.

    İnsanların geçmişteki yaşayışları, töreleri ve dilleri ne olursa olsun, bütün bunlar artık devlete verilerek kullanılmaktadır. Devletin resmi dilinden ya da dillerinden, devletin milli kimliğinden ve kültüründen söz edilmektedir. Dahası, artık insanlar devletleriyle ya da vatandaşlıklarıyla anılmaktadırlar. Bir bakıma fert ve topluluk fikrinin yerini örgütler almış, örgütler içinde de en temel olanı devlet olarak ortadadır.

    1.2.1 Devletin Felsefi Temelleri

    Devletin felsefi temellerine detaylı olarak bakmak için Atina Şehir-Devleti, Fransız İhtilali ve Çin bürokrasini incelemek gerekir (Tilly, 1975).

    Kitapta bu detaylara girmeyeceğiz, çünkü hem ele aldığımız konu hem de mevcut çalışmanın kapsamı bu tartışmalara ihtiyaç duymamaktadır. Her siyasal sistem tarih içinde kendilerine has özellikleriyle gelişme göstermiştir ve aralarında benzerlikten çok farklılıklar bulunmaktadır. Yine de devletin felsefi temellerinin ne olduğunu ve ne tür bir gelişme sonucu ortaya çıktığının bilinmesi, devleti ve sistemlerini anlamak için gereklidir. Bu nedenle, devlet fikrinin nereden çıktığını ve ne tür bir gelişme seyri izlediğinin üzerinde kısa da olsa durmak istiyoruz.

    Devlet olgusunu anlatabilmek için siyaset, siyasal düşünce ve siyasal sistem kavramları kullanılmaktadır. Bu kelimeler, devlet ve devlet yaşamını anlatabilmek için anahtar kavramlardır. Nerede, ne zaman yönetme ve yönetilme varsa, orada bu kavramlarla karşılaşılır. Söz konusu kelimelerin, insanlık tarihi ile birlikte kullanılmaya başlandığını iddia etmek yanıltıcı olmayacaktır.

    Türkçemizdeki ‘devlet’ kelimesinin çok dikkate değer eski bir manası vardır. Bu kelime (müdavele) ve (tedavül) kelimeleriyle müşterek bir maddeden (devl) maddesinden çıkmıştır. Ve lügat manasıyla, tedavül eden yani elden ele geçen kuvvet, iktidar, mevki ve itibar demektir. Eski Arapçada, harbeden iki ordudan kah birine, kah ötekine geçen galibiyet ve zafere (devlet) denildiği gibi; servet, makam, nüfuz ve itibar sahibi kimselerin bu hal ve vaziyetine de ‘devlet’ denilirdi. Kelime bize Arapçadan bu asıl ve lügat manasıyla geçmiş ve bu manayı yakın zamanlara kadar da muhafaza etmiş ve dikkat edersek hala kısmen muhafaza etmektedir (Başgil, 1947, s.1).

    Siyaset kavramının Türkçeye nereden geçtiğine dair aşağıdaki alıntılar yeterince bilgi vermektedir.

    Siyaset kelimesi Türkçeye Arapçadan geçmiştir. Bu kelimenin günümüzdeki anlamı konusunda Daver, siyaseti 'ülke, devlet, insan yönetimi' biçiminde tanımlamaktadır. Fakat siyaset bilimi konusunda bilim adamları arasında görüş birliği olduğunu kabul etmek pek doğru değildir. Zira, bazıları konuyu sadece 'devlet’ ile sınırlı tutarken, daha büyük bir kesim 'iktidar'ı da dahil etmektedirler. İktidar ise otoriteyi içermektedir ki bu, yöneten ve yönetilen ayrımının bulunmasını gerektirir. Buna ek olarak, iktidar kavramı, karar alma, onu uygulama ve uygulatma gücünü içerir. Dolayısıyla sadece siyasal iktidardan söz etmek yerine iktidarın çeşitlerinden bahsetmek daha doğru olacaktır (Kışlalı, 1994, s.15-16).

    Siyaset kavramını, iktidarı elde etme, iktidarı kullanma ve iktidarı kullanmaya katılma uğraşıdır (Şaylan,1981, s.2). şeklinde tanımlayanlar da vardır. Siyaset olgusu, topluluk halinde yaşayan insanlar arasında doğar ve gelişir. İnsanlar bilindiği gibi doğal bir çevrede yaşamlarını devam ettirmektedirler. Bu çevre ile etkileşim karşılıklı olmaktadır. Toplumlar bireylerden oluşmaktadırlar ve bireylerin birlikte yaşaması sonucu ise toplumsal kurumlar oluşur.

    Bir toplumda siyasal sistemi, siyasal iktidarın yapısı ve kullanılış biçimi belirlemektedir. Siyasal iktidar olgusu, toplumsal kaynakların toplumsal gruplar arasındaki temel dağılım biçimini ve kontrolünü belirleyen iktidar yapısı olarak algılanmaktadır. Ayrıca, siyasal sistem, otorite ya da iktidarı kapsayan, oturmuş ve belirli insan ilişkilerini içeren bir davranış biçimi olarak da görülebilir. Siyasal sistemi belirleyen olgu, iktidarın ortaya çıkış şekli ve kullanılış biçimidir. İktidar ilişkisi ya da iktidar mücadelesi konusunda söylenecekler: Bu ilişkinin belli şekillere sahip bir ilişki türü olması ve bir kişi ya da grubun diğer kişi ya da gruplardan kendi istediği şekilde davranmasını sağlamaya çalışmasıdır. Bu ilişki her an ve her yerde, belli ya da belli olmadan devam etmektedir. Kimi kişisel başarıları da içermektedir ki örneğin iktidar ilişkisini kuvvetlendiren sebepler arasında bu ilişki kabul edilmektedir.

    Söz konusu iktidar ilişkisi kurumsallaşmış, belli ve kabul edilebilir bir şekilde sürdürülebiliyorsa bu durumda otoriteden söz etmek mümkün olacaktır. Demek ki otorite iktidar ilişkisinin belli bir olgunlaşma, yerleşikleşme ya da kurumsallaşma sürecini tamamladığının da göstergesi olarak kabul edilmektedir. Bu aşamadan sonra, kurallar ve kurumlar, iktidar ilişkisine dayanak hazırlayacak ve söz konusu ilişki, kurallara uygun olarak sürdürülecektir.

    Siyasal konular, insanlık tarihi boyunca insanların dikkatini çekecek ve onların bu alanla ilgilenmelerini teşvik edecek kadar önemlidir. Bunun öneminden dolayıdır ki siyasal konulara eğilen düşünürlere Batıda ve Eski Yunan’da rastlanmaktadır. Aynı kaynaktan yararlanan düşünürleri sonraki tarihi dönemlerde de görmek mümkündür.

    Siyasal konularla sadece Batılı düşünürlerin ilgilenmediği, her ne kadar çok meşhur olmasalar da Doğulu düşünürlerin de ilgi duyduğu ve bu konuda eserler verdikleri bilinmektedir. Bugün açık olarak ifade edilmese de Eski Yunan düşünürleri ile Rönesans düşünürleri arasında kalan yaklaşık 1500 yıllık dönemde, bu konularla ilgilenmiş Batılı düşünür bulmak oldukça zordur.

    Bu dönemde insanlığın uygarlığı gelişmeye, yöneten ve yöneten ilişkisi var olmaya, modern anlamda devlet denmese de devletler kurulmaya ve yıkılmaya devam etmiştir. Bu gelişmeler, sadece Batıda değil Doğuda da yaşanmıştır. Öyleyse neden bu dönemde Batılı anlamda siyasal konularla ilgilenen doğulu düşünürler bulmak zordur? Bu sorunun cevabını kısaca belirtmek gerekirse, Doğunun kendine has coğrafyası, kültürü ve yaşayış biçimi, Doğuya ait siyasal düşünceleri etkilemiştir. Siyasal konularla ilgilenen düşünürleri hem Çin’de hem Ön Asya’da hem de İslam ülkelerinde oldukça fazla görmek mümkündür.(2) Bu coğrafyada yaşayan insanların da siyasal konularla ilgilendiği ve bu alandaki problemlere çözümler ürettiklerinin bilinmesinde fayda olduğunu vurgulamak istiyoruz. Örnek olarak İbn Haldun’a göre Toplum ve devlet nedir? sorusuna verilen cevaba bakalım:

    Devleti ve toplumu bir sosyal olay olarak gören İbni Haldun dinamik bir toplum görüşüne varmış. İbni Haldun’a göre insan toplumunun kökeni insanın sosyal bir varlık oluşuna dayanıyor. Bir arada yaşama zorunluluğu dayanışma ihtiyacından doğuyor. İnsanlar, doğanın karşılarına çıkardığı çeşitli güçlüklerden korunmak ve onları yenebilmek için bir arda yaşıyorlar. Çeşitli toplumlar arasındaki farklar, coğrafi çevrenin, iklim koşullarının, üretim biçimlerinin farklı oluşundan meydana geliyor.

    Toplumları göçebe ve yerleşik olarak iki gruba ayırıyor. Zamanla güç kazanan göçebeler yerleşik uygarlıklar kuruyor ya da yerleşik uygarlıkları yıkarak yerlerine geçiyorlar. Yerleşik uygarlıklarda yaşayan insanlar çevrenin etkisiyle gevşiyor ve yozlaşıyorlar.

    İbn Haldun’a göre toplumla devlet aynı şey değil. Göçebe toplumda düzeni yaratan sosyal ilişki ve bağ (asabiyye) aynı zümreye mensup olmanın yarattığı dayanışmadan doğuyor.

    Yerleşik toplumlar siyasi toplumun yani devletin ortaya çıkışıyla birlikte doğarlar. Kabileler arası savaşlar, karışmalar ve yerleşik uygarlık sürecine geçiş sonucunda nüfus çoğalır, nesepler karışır, toplumda servet birikimi olur, mülkiyet artar. Bu durumda asabiyye bağı yetmiyor düzeni sağlamaya. Merkezi bir baskı aracı gerekli artık, böylece siyasi iktidar çıkıyor ortaya.

    Devlet, birbiriyle rekabet ve mücadele halindeki kabilelerden birinin öbürüne üstün gelmesi ve öbürlerini egemenliği altına almasıyla başlar, diyor İbn Haldun. Düşünüre göre devlet, toplumdan değişik bir kategoridir. Toplumun insanların birbirlerine yardım etmeleri zorunluluğundan doğmasına karşın devlet, insanın hemcinsinin şerrinden korunabilmesi için kurulur. Devlet de toplum gibi bir zorunluluktur, bir sosyal olaydır yoksa sadece ehli kitap olan kavimlerin gerçekleştirebilecekleri ilahi bir emir değil (Sarıca, 1987, 48-50).

    "Devletin oluşumunun tarihi seyri içinde farklı karakterler kazanması olasılığı bulunmaktadır"(Skalnik, 1993, s.4-5) ki bu durum konu hakkında esaslı çalışmaları engellemiş gibi gözükmektedir. Ayrıca yeterince bilgi kaynağı olmaması, arkeolojik ve kronolojik araştırmaların eksikliği de eklenebilir.

    Devletin kökeni ve gelişmesine ilişkin modern teoriler tarihi olarak İbn Haldun (Mukaddime,1377) ile başlatılabilir. Bunu sırasıyla, Machiavelli (Il Principe, 1532), Jean Bodin (Les Six Livres de la Republique, 1583), Hobbes (Leviathan, 1642), John Lock (Two Treaties on Governement, 1690), Montesquieu (Lettres Persanes,1721 ve De L’Esprit des Lois, 1748), Vico (Principi di una Scienza Nuova, 1748) ve Rousseau (Du Contrat Social, 1762) takip eder. Fakat, bu düşünürlerin yazdıklarına son noktayı koyan, tartışmalara son veren Rousseau olmaktadır. Bu nedenle, devletle ilgili teorilerin onunla başladığı düşüncesinde olanlar da vardır (Skalnik, 1993, 4-5) ki bunların üzerinde durdukları modern anlamda milli devlettir (nation-state).

    1.2.2 Devletin Tanımı

    "Devlet (state) kavramı on altıncı yüzyılda Latince 'status' kavramından üretilmiştir ki anlamı, yöneticinin durum (position) ya da mevkisini/saygınlığını (standing) ifade etmektedir" (Starr, 1989, s.57).

    Devlet, toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal örgütlü bir ulusun ya da uluslar topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık (Ansiklopedi, 2011) olarak tanımlanmaktadır. Tanımı daha fazla genişleterek, bütün devletleri içine alacak şekilde bir tanıma da ulaşmanın mümkün olduğunu belirtelim. Literatürde, özellikle Türkçe kaynaklarda nasıl yer aldığına bakmak istiyoruz.

    Akademisyenlerden birisi yaptığı incelemede, İslam devletinin(3) unsurlarını ve özelliklerini şöyle ifade etmektedir: İslam devletinin unsurları hâkimiyet, ülke ve halktır. İslam devletinin özellikleri ise sınırlı iktidar, şura prensibine dayalı olarak yönetilmesi ve en önemlisi dini esaslara dayanmasıdır (Koyuncu, 2010).

    Bir başka çalışmada devlet, ‘kurumların kurumu' olarak da tanımlanan devlet meşruiyetini, üzerinde bulunduğu toprak parçası üzerinde yaşayan halkından alan, zor/şiddet kullanma tekelini elinde bulunduran, meşru ve hukuksal bir iktidar/hükümet/yönetim ile idare edilen toplumsal bir örgütlenmeye işaret etmektedir. Devlet, diğer kurumlardan farklı olarak insanların en yüce ve kutsal hayat hakları dahil olmak üzere, haklarını ve iradelerini kendisine devrettikleri bir yapıya karşılık gelirken, kendi egemenlik/hükmetme alanında yegane güç ve otorite sahibi bir organizasyon olarak da tezahür etmektedir. Müşterekler etrafında bir araya gelen insan topluluğu olarak ulus ile bir araya gelince de devlet, ulus–devlet yapısı kazanarak, bir başka devlet türüne dönüşmektedir (Yayın, 2011).

    Devletin, siyasal rejimine göre de ayrıma tabi tutulabileceğini unutmamak gerekir. O zaman ortaya, liberal devlet, sosyalist devlet ya da faşist devlet ayrımı çıkacaktır.

    Devletin, başında bulunan kişiye göre bir ayrıma tabi tuttuğumuzda; monarşi, oligarşi veya cumhuriyeti siyasal sistem olarak benimsemiş devletlerden de söz edilebilir.

    Bu çalışmamızda esas olarak milli-devleti ele aldığımızdan, yapacağımız tanımı da buna göre yapmak istiyoruz. Bu devlet tanımında, en az üç unsurun birlikte bulunması gerekmektedir:

    ● İnsan unsuru: Nüfus ya da vatandaşlar.

    ● Toprak parçası, ülke, vatan.

    ● Yönetim biçimi: Hukuki bir tüzel kişiliğe sahip varlık ya da kendi halkı ya da vatandaşları ve diğer devletler tarafından onanmış bir egemen güç, siyasal otorite.

    Devlet kavramı, "Sosyal Bilimler Sözlüğü’nde şu şekilde tanımlamaktadır:

    1. Halk (insan unsuru), ülke (toprak unsuru) ve egemen bir siyasal otoritenin birlikteliğinden oluşan siyasal örgütlenme.

    2. Belli bir ülkede meşru egemenlik iddiasıyla, o ülkede yaşayan bütün insanların hak, görev, sorumluluk ve davranışlarının kontrolünü elinde tutan siyasal kurum.

    3. Bir toplumdaki bütün siyasal kurumların soyut düzeyde toplamını ifade eden kavram.

    4. Marksist kurama göre, sınıflı toplumlarda, egemen sınıfların alt sınıflar üzerindeki sömürüsünü meşrulaştıran, hâkim sınıfın İdeolojisini savunup onun çıkarlarını korumaya yarayan temel aygıtlardan biri (Acar, 2010).

    Devlet, bir toprak parçası üzerinde, bir araya gelmiş insanlar ile dünyada var olan devletlerin, devlet denen hukuki kişiliği onamaları ile ortaya çıkmış egemen, soyut bir varlıktır. Yapılan tanımın dışında kalan ya da tanımda yer alan temel unsurlara tam olarak sahip olmayan ve devlet olarak nitelendirilen soyut varlıklar da yeryüzünde görülebilir. Özellikle, bu durumundaki oluşumlara, Birleşmiş Milletler’e üye devletler tarafından tanınmamış devletleri örnek olarak vermek gerekir. Zaman içinde, aşağıda yazıldığı gibi başka türlü devlet tanımları da görmek mümkündür. Buradaki tanımlar, bir bakıma devletin tarihi gelişimine de ışık tutmaktadır.

    Aristotel (I.Ö. 384-322) (Nicomachean Ethics, Republic) devleti aşağıdaki gibi tanımlamaktadır:

    Devlet, topluluğun en yüksek belirli bir şeklidir ve en yüksek güzelliği amaçlar. Aile ilk önce gelir; her ikisi de doğal olan iki temel öğesi olan erkek ve kadın, efendi, köle arasındaki ilişki ile kurulur. Birçok ailenin birlikteliği bir köyü; birçok köyün bir araya gelmesi bir devleti ortaya çıkarır (Russell, 1991, 197).

    Devlet, muayyen (belirli) bir ülke üzerinde yaşayan, müşterek egemen bir otoriteye tabi, millet olma niteliğine sahip insan topluluğunun oluşturduğu siyasi bir kuruluş, hukuki bir şahsiyettir (tüzel kişi) (Çakar 1992, 11).

    Bilindiği gibi devlet, belirli bir toprak parçası üzerinde örgütlenmiş, bağımsız bir yönetime sahip olmuş, egemen bir insan topluluğudur. Süreklilik niteliği taşıyan bu insan topluluğuna ulus veya millet diyoruz. İşte devletin var olması, ulusun bir egemenlik ortamında örgütlenmiş olmasına bağlıdır (Velidedeoğlu 1974, 15).

    1.2.3 Devletin Unsurları

    Devletin unsurları yapılan tanımlara göre değişmesine rağmen, genel kabul görmüş olarak dört temel unsur sayılır:

    1. Nüfus: Vatandaş, millet, ulus, halk, toplum.

    2. Ülke: Vatan, toprak parçası.

    3. Hakimiyet: Egemenlik, bağımsızlık.

    4. Şahsiyet: Yasal tüzel kişilik, hükümet (Gülsun, 1986, 11).

    Devletin unsurları, maddi ve maddi olmayan şeklinde bir ayrıma göre de ele alınabilir:

    1. Nüfus

    2. Ülke

    Devletin maddi olmayan unsurları:

    1. Hakimiyet

    2. Şahsiyet

    3. Ulusal Ülkü

    4. Milli Kültür

    5. Ulusal Simgeler

    Uluslararası hukukta ise devletin unsurları üç adet sayılır:

    1. İnsan topluluğu

    2. Ülke

    3. Kendi üstünde bir siyasal otoriteye bağlı olmayan bir siyasal yönetim (egemenlik)dir (Pazarcı, 1993).

    Sonuç olarak denebilir ki devlet hukuki bir kişiliğe sahip, ülkesi, nüfusu ve egemenliği bulunan siyasal örgütlenmedir.

    1.3 Doğu ve Batı Kültüründe Devlet

    Devletlerin nasıl ortaya çıktığı ve ortaya çıkmalarında hangi düşünce ve olayların etkili oldukları bilinmektedir. Fakat devlet kavramını anlayabilmek için iki önemli kültürü bilmek önemlidir.

    Bunlardan ilki, Yahudi-Hristiyan (Judeo Christian Tradition) diğeri ise Budist-Hindu kültürel geleneğidir. Bu geleneklerde din dini özünü kaybetmiş fakat kültürel özünü muhafaza ederek, Batıda ve Doğuda ortaya çıkan devlete can olmuşlardır. Belki de birçok kimsenin bugün devlet sistemlerini tam olarak anlayamamasının arkasında, sözünü ettiğimiz geleneksel kültürü bu sistemlerin önemli bir parçası olarak dikkate almamaları yatmaktadır.

    1.3.1 Yahudilik-Hristiyanlık Kültüründe Devlet

    Yazılı tarih açısından bakılırsa Yahudilik en eski din olarak karşımıza çıkmaktadır. Hz. Musa (as) ile başlayıp daha sonra Hz. İsa (as) ile devam etmesi beklenen Yahudilik, bir bakıma Hz. İsa (as) sonrası Hristiyanlık olarak devam etmiştir. Fakat bugün hem Yahudiliğin hem de Hristiyanlığın Kutsal Kitapları, Mukaddes Kitap (Bible) bir kitap olarak yayımlanmaktadır. Bu kitabın ilk bölümü (Old Testement) Yahudiliğe ait ve ikinci bölümü (New Testement) ise Hristiyanlığa aittir. Her iki bölümde de birbirini doğrulayan, devamı olan kısımlar bulunmaktadır. Dolayısı ile bir Yahudi ya da Hristiyan, kitabın hepsini okumakta ve kitapta bulunan bilgiler ışığında kendisini aydınlatmaktadır. İki farklı kültür gibi algılanan yapı, aslında aynı kaynaktan beslenen tek kültürün farklı şekillerde tezahüründen başka bir şey değildir. Bunun doğal sonucu olarak da zaman içerisinde, kitapta geçen hikayelere dayanan, farklı siyasal ve hukuk sistemleri oluşturulmuş ve bu yapıya uygun yönetim şekilleri, devlet ya da benzeri yapılar ortaya çıkmıştır.

    Kimileri ulus-devlet yapısının, aydınlanma felsefesinin ürünü olduğunu ve bir bakıma Kiliseye karşı çıkışın sonucu olduğunu ifade ederler ki doğru değildir. Ulus-devlet aslında, yürürlükte var olan devlet sisteminin ve devletin diğer devletler tarafından tanınması ve bir sözleşme ile resmileştirmekten ibarettir. Hristiyanlıkla birlikte, Batı Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan devlet benzeri örgütlenme, Hristiyanlığın bir ürünüdür. Kilise belirleyicidir. Zamanla, Kilisenin dışında devlete ortak olmak isteyen zenginler ve diğer gruplar var olmuşlardır fakat 18. yüzyıla kadar başarılı olamamışlardır.

    Fransız Devrimiyle, Kilise devletteki konumunu diğer sınıflara bırakmıştır. Buna rağmen, günümüzde bile Batı devlet sisteminde Hristiyanlığın dolayısı ile Yahudi-Hristiyan kültürünün etkisi devam etmektedir. Çünkü bu kültür, sadece siyaset, hukuk ve devlet geleneğinin değil aynı zamanda Batı yaşam tarzının da belirleyicisidir. Eğer genel olarak bu kültürün etkin olduğu toplumlara ve yaşadıkları toprak ve devletlere bakılırsa, hemen hemen hepsinin benzer davranışları sergiledikleri çok net olarak görülmektedir. Yukarıda da ifade edildiği gibi Batı devletlerini anlamak için Yahudi-Hristiyan kültür kodlarının çok iyi bilinmesi gerekmektedir.

    1.3.2 Budist-Hindu Kültüründe Devlet

    Doğu olarak bilinen, genellikle Çin ve Hindistan’ı içine alan Asya coğrafyasında, asırlardır etkisini sürdüren dini ritüellerden daha çok, kültürel ritüelleri içinde barındıran Budist-Hindu kültürü vardır. Bu kültürün etkisi altında bulunan önemli bir coğrafya ve nüfusunun önemli bir kısmı Müslüman olmuş olsa bile, söz konusu kültürün etkisi Müslümanların yaşadığı ülkelerde dahi az da olsa varlığını sürdürmektedir.

    Başta Çin olmak üzere Asya’da bulunan devletleri ve siyasal sistemleri Budist-Hindu kültürünün siyasal, hukuki ve kültürel alana yönelik prensipleri çerçevesinde değerlendirmek daha doğru bir yaklaşım olmaktadır.

    1.3.3 İslam’da Devlet

    İki sebepten dolayı İslam’da devlet var mıdır yok mudur tartışması burada yapılmayacaktır. Bunlardan ilki, bu tartışma başka yerlerde yapılmıştır. İkincisi ise bu tartışmanın kitabın içeriğine katkı sağlamayacak olmasıdır.

    İslam bir dindir. Günümüzde gerçek anlamda İsrail dışında da dine dayanan devlet yoktur ki İsrail de demokratik bir devlet olduğunu ve dine dayanmadığını ifade etmektedir. Buna karşılık kendini İslam Cumhuriyeti olarak adlandırılan sözde İslam devletleri vardır. Fakat bu tür siyasal yapıların dayanağı İslam dini olmadığı için onları istisna ettiğimizi ifade edelim.

    İslam’ın devlet anlayışı ya da devlete yüklediği anlam herhangi bir düşünce sistemiyle karşılaştırılamaz. Zira karşılaştırmalarda maksat sadece benzerlikler ya da farklılıklar ortaya koymak değil, aynı zamanda karşılaştırılan şeylerin aynı nitelikte olup olmadıklarına bakmaktadır. Bu açıdan İslam’da devlet kavramını isim dışında, diğer devlet sistemleriyle benzerlik ve farklılıkları açısında kıyaslanması doğru olmadığı gibi bizleri doğru sonuçlara da ulaştırmaz. İslam bir dinin adıdır. Devlet bir siyasal kurumun adıdır. ‘siyasal İslamcılar’ dışında İslam’ın bir devlet düzeni ortaya koyduğunu ifade eden kimse de bulunmamaktadır. Burada altının çizilmesi gereken konu, İslam’ın dört halife dönemi de dahil, İslami devletin varlığının ileri sürülmesinin yerinde olmamasıdır.

    Kitapta konu ele alınırken, İslam kaynakları dışında herhangi bir kaynağa müracaat edilmeyecektir ki tutarlılığı ve geçerliliği tartışmalı olan farklı bakış açılarından ortaya çıkan onlarca İslam’da devlet anlayışıyla, bizim burada üzerinde durduğumuz konu karıştırılmasın. İslam’ın kaynakları "klasik teoriye göre bunlar Kur'an, Sünnet, İcma ve Kıyas'tır (Hasan, 1970).

    İslam’ın temel kaynağı Kur’an-ı Kerim’e bakıldığında devlet ile ilgili ayete rastlanmamaktadır. Buna karşılık Karaman ise Kur'an doğru okunduğunda, nitelikleri dolaylı ve genel hatlarıyla belirlenmiş bir devlet kavramını onda bulmak da mümkündür (Karaman, 1996) der. Buradaki temel sorun, Kur’an’ı doğru okumaktan ne kastedildiğidir. Kim nasıl ve ne derece doğru okumakta ya da anlamakta, bu konuda ortaya konan net kuralların varlığı bile tartışmalıdır.

    Başka bir yazar ise Kur’an’da devlet kavramı yerine devlet idaresiyle ilgili şu ayetlerin ‘2/30; 4/59, 83; 6/165; 10/14; 20/29; 24/55, 62; 27/32, 34, 37, 62; 28/34; 35/39; 38/26; 39/75; 40/26, 28; 42/38; 59/7; 60/12; 64/16’ (Özbay 2006) bulunduğunu ifade etmektedir ki başka kaynaklara bakıldığında bu ayetlerin bazılarının devlet idaresiyle doğrudan ilgili olmadığı görülecektir.

    Bazı örnekler vererek bu iddiayı ortaya koymaya çalışalım:

    2/30: Rabbin meleklere 'Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim' demişti; melekler, 'Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? (Diyanet İşleri 2012)

    4/59: Ey İnananlar! Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz, Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız onun halini Allah'a ve Peygambere bırakın. Bu, hayırlı ve netice itibariyle en güzeldir (Diyanet İşleri, 2012).

    6/165: Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O'dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayan merhamet edendir (Diyanet Vakfı, 2012).

    20/29: Bir de bana ailemden bir vezir ver (Elmalılı, 2009).

    Dikkat edilirse, çok ciddi zorlamalarla Kur’an’da devlet kavramına ulaşılmaya çalışılmaktadır ki neden bazılarının ısrarla İslamiyet’i siyasal İslam gibi dar bir kalıba sokmaya çalıştıklarına yukarıda mealleri verilen ayetler güzel örnekler sunmaktadır.

    Benzer şekilde, İslam’ın ikinci kaynağı olan Hadislerde de sanıldığının aksine siyasal devlet kavramına doğrudan ulaşmak ihtimal dışı gibi gözükmektedir. Hz. Peygamber (sav) devletin icraatları gibi algılanan kimi uygulamaları bizzat kendisi deruhte ettiği gibi diğer insanlardan kimilerini vali ve ordu komutanı olarak da atamıştır. Konuyla ilgili yazan ve tartışanlar, bu atamaları delil göstererek, bir devlet varlığını zımni olarak ortaya koymaya çalışmışlardır ki o devri değil, o devirle ilgili yorum yapanların durumunu ortaya koymaktadır. Teorik bir bakış açısından daha çok, uygulamada devlet ya da devlet kavramının içine sokulabilecek çalışmalar varmış gibi gösterilmektedir. Bu yapılırken ne o dönemin şartlarına ne de o anki toplumun yapısına bakılmaktadır.

    İslam’ın diğer kaynakları olan İcma ve Kıyas açısından olaya bakıldığında, İslam’da devlet ya da İslami devlet gibi ifadelerle belirtilen devlet kavramını ve onun kurul, kurum ve kurallarını içine alan örneklerin bolca bulunduğunu ifade edebiliriz. Bunu iki şekilde açıklamakta fayda var. Bunlardan ilki, ‘ulemanın’ var olan siyasal iktidarı toplum

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1