Explore 1.5M+ audiobooks & ebooks free for days

From $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Notlar: Asla söylemediğimiz şeyler
Notlar: Asla söylemediğimiz şeyler
Notlar: Asla söylemediğimiz şeyler
Ebook122 pages1 hour

Notlar: Asla söylemediğimiz şeyler

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Bazı gerçekler, şimdiye kadar sesli söylenmek için fazla sessizdi…

Hiç bir mesaj gönderip hemen ardından keşke bir satır daha ekleseydim diye düşündünüz mü? Söylemek istediğiniz ama doğru zamanı hiç bulamadığınız kelimeleri içinizde taşıdınız mı? Bu kitap sizin için.

Bu, sonradan akla gelen düşüncelerin, gerçeğe dönüşmüş ham ve samimi bir koleksiyonu. Mizahla, şefkatle ve gece yarısı en yakın arkadaşınızla konuşuyormuş gibi hissettiren bir dürüstlükle; günümüz kadını olmanın ne anlama geldiğini araştırıyor: Büyümek, aşk hikayesi gibi hissettiren arkadaşlıklara tutunmak, bağ kurmayı özlerken bağımsızlıkta yol almak, anksiyete, nostalji ve uymayı asla kabul etmediğimiz kurallarla boğuşmak.

Bu bir rehber ya da bir el kitabı değil. O bir ayna. Bitmemiş cümlelerimizde, çelişkilerimizde ve itiraflarımızda bile bir güzellik olduğunu hatırlatıyor. Bunlar, düşündüğünüz, fısıldadığınız, neredeyse yazdığınız ama gönderilmemiş kelimeler.

Bazı kitaplar sadece eğlendirmez, yalnız olmadığınızı hatırlatır.

LanguageTürkçe
PublisherRia Menson
Release dateAug 30, 2025
ISBN9798231471799
Notlar: Asla söylemediğimiz şeyler

Read more from Ria Menson

Related authors

Related to Notlar

Related ebooks

Related categories

Reviews for Notlar

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Notlar - Ria Menson

    İthaf

    Gece geç saatlere kadar masalarında yarım kalmış yazılar ve gönderilmemiş mektuplarla oturan, ünlem işaretleri üzerinde kafa yoran, çok mu az mı konuştuklarını merak ederek mesajları üç kez okuyanlara.

    Bağımsızlıklarını öğrenirken bir yandan da tamamen seçilmiş olmanın nasıl bir his olduğunu merak edenlere.

    Yirmili ve otuzlu yaşlarında, hem kendisinden emin hem de her şeyi hala çözmeye çalışan, çelişkileri ikinci bir deri gibi taşıyan her kadına.

    Bu kitap sizin için.

    Sonra, sadece hikâyeleri okumakla kalmayıp, onların içinde yaşayanlar var — sanki kendileri için yazılmış gibi hissettikleri cümlelerin altını çizen, itirafta teselli, kırılganlıkta güç bulanlar. Yapışkan notlarla, Instagram altyazılarıyla, gece yarısı gönderilen sesli notlarla ve can damarı gibi hissettiren grup sohbetlerinin sessiz samimiyetiyle büyüyenlere. Göndere bastıktan sonra durup keşke bir satır daha, bir gerçek daha ekleyebilseydim diyen herkese.

    Ve son olarak, bu sayfalara hiç beklemeden tökezleyebilecek olanlara — dürüstlüğü arzulayan, bizden bu kadar çok şey talep eden bir dünyada insan olmanın ne anlama geldiğine dair iyi bir düşünceyi seven meraklı okurlara. Dağınık hikâyelerden korkmayan, bitmemiş düşüncelerin bile bir güzellik barındırabileceğini ve bazen en küçük bir sonradan akla gelenin en uzun süre aklınızda kalan şey olabileceğini bilenlere.

    Bu kitap hepinize ait.

    Giriş

    Her zaman söylenmemiş bir şeyler kalır. Yarım bıraktığımız bir cümle. Göndere bastıktan hemen sonra aklımıza gelen bir düşünce. Paylaşmak istediğimiz ama yutkunduğumuz bir gerçek. Çoğumuz, bu bitmemiş kelimelerle çevrili bir hayat yaşıyoruz ve benim için onlar, çoğu zaman kendilerine bir yuva olarak sonnotta yer buldular.

    Ne demek istediğimi biliyorsunuzdur. Bir mektubun sonuna eklenen o küçük N.S. ya da artık bittiğine yemin ettikten sonra gönderdiğiniz o fazladan mesaj. Sonradan akla gelen, ekleme, neredeyse hiç çıkmayacakken bir şekilde yine de aradan sıyrılıp çıkan o bölüm. İlk bakışta saçma, küçük ve gereksiz görünebilir. Ama zamanla fark ettim ki sonnot kendi sessiz gücünü taşıyor. Asıl metinde söyleyemediğim şeyleri kendime söyleme izni verdiğim bir yer, kırılganlığın bir sonradan akla gelen bir şey olarak gizlendiği için o kadar da riskli hissettirmediği bir alan.

    Bir şeyi gönderdikten hemen sonra pişmanlık duyduğum anları sayamam. Çok mu hevesli davrandım? Çok mu resmiydi? Neden oraya ünlem işareti koydum? Belki de beklemeliydim. Ve sonra daha fazlasını ekleme, yumuşatma ya da açıklığa kavuşturma, en başından beri asıl kastettiğim şeyi araya sıkıştırma dürtüsü gelir. İşte o zaman sonnot ortaya çıkar, hem neşeli hem de affedici bir şekilde. N.S. Seni özledim. N.S. Seni seviyorum. N.S. Yakında yine buluşalım. Tek başlarına ağır gelebilecek kelimeler, ancak sonuna sıkıştırıldıklarında bir şekilde daha hafif hissedilirler.

    Yıllar içinde bu alışkanlık mektup ve e-postaların ötesine geçti. Hayatta da küçük eklemelere ne kadar güvendiğimi fark ettim. Arkadaşlarla bir akşam yemeğinden sonra ertesi sabah gönderdiğim mesaj. Bir önceki gece her şeyi söyleyemediğimde kaydettiğim sesli not. Sohbetten çok, kendimin uzantısı gibi hissettiren o sessiz mesajlar. Mükemmel değiller. Olmalarına gerek de yok. Onlar, hala uzanıp ulaşmaya çalışan parçam.

    Bu kitap da aslında tam olarak bu: Sonnotlardan oluşan bir koleksiyon. İlk seferde söyleyemediğim tüm kelimeler için bir alan. Neredeyse kendime saklayacağım ama paylaşmaya karar verdiğim düşünceler için bir buluşma noktası. Bazıları günlük notlarından, bazıları geç saatteki endişelerden, bazıları da kaybetmek istemediğim neşe anlarından geliyor. Bunlar, nasıl yaşanacağına dair cilalı talimatlar ya da dünyanın karmaşasına dair büyük cevaplar değiller. Aksine, bir araya geldiklerinde kendi türlerinde bir gerçeği oluşturmaya başlayan bir dizi sonradan akla gelen düşünce gibiler.

    Burada bulacaklarınız, dönüp durduğum sorulara dair küçük kesitler — aşka, dostluğa, yaşlanmanın ne anlama geldiğine, kadınlar üzerine yüklenen beklentilere, bedenlerimizin korkuyu tutma şekline ve hepimizin sadece yol alırken bir şeyleri çözdüğünü fark etmenin o tuhaf rahatlığına dair. İçinde mizah, nostalji ve hayal kırıklığı anları da gizli, çünkü hayat asla sadece tek bir şeyden ibaret değildir. Hepsi bir arada bulunur ve sonnot, işte tam da bunların döküldüğü yerdir.

    Bu yüzden, bu sayfaları bir tür güvenli alan olarak düşünün. Kendi hayatınızda söyleyemediğiniz şeyleri durup düşünmeye davet edildiğiniz bir yer. Açık sözlü, dağınık, çelişkili veya hassas olmanın sorun olmadığı bir yer. Bu, mükemmel olmakla ilgili değil. Gerçek olmakla ilgili. Söylenmemiş olanın nefes almasına izin vermekle ilgili.

    Bu kelimelerden tam olarak ne çıkaracağınızı bilmiyorum, ama en az bir parçasının sanki size aitmiş gibi hissedeceğini umuyorum. Belki kendinizi bu sayfalarda tanıyacak, belki de yeni bir şeyler keşfedeceksiniz. Her iki durumda da, burada olmanızdan memnunum. Çünkü bu denemeler benim sonnotlarım olsa da, başka biri onları okuyana kadar tamamlanmış hissetmiyorlar.

    Ve işte buradayız, bir şeyin sonuna varmış olsak bile, en baştayız. Sonnotlara hoş geldiniz.

    Bölüm 1: El Yazısıyla Yazılmış Mektubun Kaybolan Sanatı

    Bir zamanlar, posta kutusunu açmak hediye paketi açmak gibiydi. Durmadan telefonunuza bildirim gönderen (çünkü dürüst olalım, orası sadece promosyonlar ve kötü yazılmış iş e-postalarının boşluğu) türden bir posta kutusu değil, bazen büyüyü içinde barındıran o fiziksel, hafif paslı, hantal kutu. İçinde bir mektup bulabilirdiniz—gerçek bir mektup—sadece sizin için oturup, kalemi kâğıda koyup düşüncelerini dökmeyi önemseyen biri tarafından yazılmış.

    En son ne zaman böyle bir şey oldu?

    İşte tam da bu.

    Bu farkındalık, bir gün kitaplarımı düzenlerken eski bir günlüğe rastladığımda geldi. Sayfaların arasına sıkıştırılmış, bazıları yıllar öncesinden, bazıları daha yakın zamana ait birkaç arkadaş mektubu vardı. Her biri, paylaşılan şakaların, içten itirafların ve bir ekranda okuduğum her şeyden çok daha canlı hissettiren güncellemelerin bir zaman kapsülüydü. İçgüdüsel olarak, biraz kâğıt çıkardım ve kendi mektuplarımı yazmaya başladım. Şaşırtıcı bir şekilde, bu eylemin kendisi bana o kadar çok huzur ve düşünme fırsatı verdi ki... Yazmak için yavaşladığımda, bugün dijital çağda sıklıkla kaçırdığımız türden bir bağ hissettim.

    Bu mektupların güzelliği sadece kelimelerde değil, aynı zamanda arkasındaki kasıtlı niyetteydi. Kâğıttaki her kırışıklık, her mürekkep lekesi, bir insanın el yazısının her eşsiz döngüsü, zamandaki bir anın fiziksel bir kanıtıydı – birinin kalbinin ve zihninin elle tutulur bir parçasıydı. Onları tutarken, sadece bir mesaj okumuyor; kendi meşgul hayatına ara vererek, özellikle benim için düşüncelerini bir sayfaya döken bir insanın anısını tutuyordum. Bu basit eylem, iletişimin genellikle bir başparmakla yazılan ve anında unutulan birkaç aceleci karaktere indirgendiği bir dünyada nadir bulunan bir hediye gibi hissettiriyordu.

    Bizi durmadan hız ve verimliliğe iten bir toplumda, el yazısıyla yazılmış mektup sessiz bir isyan eylemi olarak duruyor. Anında tatmin olma talebine karşı duruyor ve bizi beklemenin değerini benimsemeye zorluyor. Posta kutusuna bir mektubun gelmesinin heyecanı, onu açma ritüeli ve düşünceli bir yanıtı hazırlamak için gereken zaman – bunlar yükler değil, tam tersine, bağı anlamlı kılan şeylerdir. Onlar, sonsuz bir gidiş-dönüşün olduğu dijital iletişimimizin basitçe kopyalayamayacağı daha yavaş, daha bilinçli bir fikir alışverişi ve düşünme alanı yaratırlar.

    Bu değişim tuhaf bir paradoks yarattı. İstediğimiz an, istediğimiz yere ulaşma yeteneğiyle her zamankinden daha fazla bağlıyız. Yine de çoğumuz kendimizi daha yalnız ve yanlış anlaşılmış hissediyoruz. Konuşmalarımız parçalanmış, gelip geçici ve

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1