Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

İnsanlık Adına Bütün Bitkilerden Özür Diliyorum!
İnsanlık Adına Bütün Bitkilerden Özür Diliyorum!
İnsanlık Adına Bütün Bitkilerden Özür Diliyorum!
Ebook120 pages1 hour

İnsanlık Adına Bütün Bitkilerden Özür Diliyorum!

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Bir bitki için Mozart’la rock müziği arasında fark olabilir mi?


Sonuçta bitkilerin duyamadıklarını biliyoruz. Duyma organları olmadan bizim fark edemediğimiz frekansları algılayabiliyor, seçim yapabiliyor, Mozart’ı ya da ilahileri rock müziğine tercih ediyorlar. Vücutlarını uzatıyor, kısaltıyor, delikler açarak yoğunluklarını azaltabiliyorlar, hatta müzikle genlerini bile değiştirebiliyorlar. Kendisine su veren sahibini tanıyor, strese giriyor, aşık oluyor, kardeşine iltimas geçiyor. Bilinçaltımızdalar düşüncelerimizi okuyor hayvanlar alemini istedikleri gibi yönetiyorlar. Şaşırtıcı yeteneklere sahipler bitkiler. Bitkiler dünyasında bizlerin fark edemediği ve tanık olmadığı savaşlar ve ilişkiler yaşanıyor.


Toprağın ve bu gezegenin koruyucusu Aborjinler sırlarını bilgeliklerini ve kültürlerini kuşaktan kuşağa aktararak dünyanın son gününe ya da ilk başlangıca hazırlanıyorlar.


Onlara dokunmadan, kesmeden, kopartmadan önce tekrar düşün.


Sen yaratmadın ve üzerlerinde deneyler yapma hakkına da sahip değilsin.


Sadece hayatta kalmalarına yardım edebilirsin!

LanguageTürkçe
Release dateMar 23, 2022
ISBN9786257287715
İnsanlık Adına Bütün Bitkilerden Özür Diliyorum!

Related to İnsanlık Adına Bütün Bitkilerden Özür Diliyorum!

Related ebooks

Related categories

Reviews for İnsanlık Adına Bütün Bitkilerden Özür Diliyorum!

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    İnsanlık Adına Bütün Bitkilerden Özür Diliyorum! - Demet Avcıoğlu Yalçın

    1. BÖLÜM

    İnsanlık Adına Bütün Bitkilerden Özür Diliyorum!

    Bir bitki için Mozart’la rock müziği arasında fark olabilir mi? Sonuçta bitkilerin duyamadıklarını biliyoruz. Bizim anlayamadığımız frekansları algılayabiliyorlar, seçim yapabiliyor ve sonuçta Mozart’ı tercih ediyorlar. Bu bizim umurumuzda mı? Hayır hiç umurumuzda değil! Bu konulara ilgi duyan sıradan birisi bile instagramdaki arkadaşının ne yaptığını daha çok umursadığı gerçeği ile karşı karşıyayız.

    Hayvanları umursuyoruz çünkü onların çektikleri acıyı birebir görüyor ve kalbimizde hissediyoruz. Bitkileri görmezden gelmek çok kolay. Cansız gibi duruyorlar ve dünyamızın dinamik, yaşayan, refleks verip, bağırıp çağıran, açgözlü yönü değiller. Bizim için arka planda, gıda ilaç ve fabrikalar için sadece bir maddeler. Kirlettiğimiz her şeyi güneş ışığı ve suyla birleştirip lezzetli yiyeceklere dönüştürerek aşağıdan yukarıya doğru bir ekosistem inşa ettiklerini görmezden gelmek ve bu mucizeyi sıradan olaylara tercih etmek çok kolay. Nöronlarımızı fetişistleştirmiş ve davranışları sadece beyne bağlamış olmamız bitkilerle ilgili gerçeği görmemizi engelliyor, onları taktir edemiyoruz. Elbette bizim hayatta kalmamıza yardım etmiş oldukları için onların yaşamalarına izin veriyoruz. Ama bize para kazandıran altın, pırlanta ya da uranyum gibi madenler üretebilselerdi onları çok daha önce çözer ve bugünkünden çok daha fazla severdik. Sehpanın üzerinde duran menekşelerimizin içinden altın parçaları çıksaydı, yine de evimize gelen arkadaşımıza çiçeğimizin bir yaprağını keser verir miydik. Ya da çoğaltma, budama, sararan yaprakları hemen kopartmak gibi gereksiz ve bitkiyi öldüren işlemleri gelişigüzel yapar mıydık? Bir hayvanın kollarının ya da bacaklarının kesildiğini duyduğumuzda kanımız donuyor peki ya bitkiler, onları kopartırken de aynı acıyı hissediyor muyuz?

    İç mekan bitkilerinin bulundukları ortamı ne kadar çekici hale getirdiği tartışılmaz. Bu yüzden bitkileri gercekte sadece seyretmek için yetiştirdiğimizi düşünüyorum. Bencil ve egosu çok yüksek olan insanın para verip satın aldığı, hiç yerinden kıpırdamayan bu canlıdan çok çabuk sıkıldığını da düşünmüyor değilim. Zaten doğa sevgisi olsa yüzyıllardır koca koca ormanları yakıp yakıp ısınır mıyız hiç. Biz insanlar maalesef kibirli bir şekilde ayrıcalıklı ve eşsiz olduğumuzu düşünerek kendimizi dünyanın merkezine koymayı ve kendimizi her şeyin sahibi sanmayı çok seviyoruz. Animistik düşünce ile geliştirdiğimiz zekamızı hep ve daima insan merkezli yaklaşımımızla harmanlayarak bugün tanrının yerine geçme arayışına kadar geldik. Kulağımıza konan sivrisinekten, çiçeğin üzerine konmuş arıya kadar önümüze çıkan her şeyi öldürürmenin, ağaçlara çivi çakmanın ne yazık ki bize verilmiş bir hak olduğuna inanıyoruz. Böcekleri öldürmeyelim de bizi yesinler mi diyecek kadar şuursuzlaşmış insanlar var etrafta.

    Bizler doğayı görmezden gelmeyi seçtiğimiz ve sadece beyin ve nöronlara değer verdiğimiz sürece kendimizi imha etmemiz kaçınılmaz. Doğayı seviyor muyuz? Sevmektense kullanmayı daha çok seviyoruz. Çiçekler sürekli çicek açsın hep çoğalsın hep yayılsın hatta mümkünse sözümüzden de çıkmasınlar istiyoruz. Ağaçlar her sene çok çok meyve versin bol bol yiyelim. Sebze yetiştirmek ise bize göre fazla uğraştırıcı ve sıkıcı hatta gereksiz. Onlarla ilgili her şeyi çiftçiler düşünsün ama sebzeler hem organik olsun hem de ucuz olsun. Doğaya olan yaklaşımımız genel olarak böyle olsa da doğal afetlere karşı da pek bi duyarlıyız. Günlerce yangında ölen kuşlar böcekler için ağlıyor, yok olan ağaçlar için yas tutuyoruz. Sellerde kaybolan hayvanların resimlerini yıllarca paylaşıp duruyoruz. Bizi anlamak gerçekten mümkün değil.

    Doğada meydana gelen doğa olaylarına karşı bu kadar şefkatli ve içten davranırken aynı zamanda da öylesine öfke doluyuz ki evimizdeki bitkilere köle gibi davranıyoruz. Satın aldığımız bitkilere gereken değeri asla veremiyoruz. İhmallerimiz sonucu her gün milyonlarcası ölüyor, hiç umursamıyoruz hatta biraz sıkılınca da onları çöpe atıyoruz. Bir çok bitki sever her gün youtube`dan öğrendiği sözde tarifleri ya tutarsa diye bitkiler üzerinde deniyor ve haşladığı fasulyenin yumurtanın sularını toprağa besin olsun diye döküyor.

    Doğa ile olan bağlarını kopartmış olan bizler, sanki kendimizi cok iyi besliyoruz da sanki dünyada hiç aç insan kalmamış gibi evdeki artıkları bitkilere vermeye çalışıyoruz. Belgesellerde seyrettiğimiz vahşi doğanın, ormanların, ağacların evde yetiştirdiğimiz salon bitkilerinden ya da marketten satın aldığımız sebzelerden farklı olduğunu sanıyoruz. Vahsi doğaya karşı şefkat beslerken her gün yediğimiz sebze ve meyvelerin başka bir gezegenden gelen cansız bir tür olduğunuz sanıyoruz. Hepimiz toprakların sürekli ilaçlandığını, yediklerimizin hormonlu gıdalar olduğunu biliyor ama yine de aldırmıyoruz.

    Oysa bu gezegenin topraklarında yaşayan böcekler, arılar, kelebekler, solucanlar her gün topraklara döktüğümüz kimyasal maddelerle zehirlenerek ölüyor, kuşlarda damar sertliği ve kalp krizi görülüyor ve biz bunlara yas tutmuyoruz ama orman yangınlarında yanan koalalar için ağlıyoruz. Toprağa dökülen atıklardan zehirlenen kuş türlerinin, arıların, kelebeklerin, solucanların neslinin her an tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olmasına aldırmıyor ama avcılar tarafından vurulan keklikler ve geyikler için isyan ediyoruz.

    Bir gram toprakta 5000 farklı bakteri elimizden kurtulabilmek için her saniye yaşam savaşı veriyor. Dünyanın her yerinde her gün daha cok ürün almak icin toprakları ekmeden önce ilaçlıyoruz. Sonra böceklere ve otlara karşı yine ilaçlıyoruz. Sonra yetiştireceğimiz sebze ve meyveler daha çok ve bol olsun diye yine ve yine kimyasallarla ilaçlıyoruz. Toprağı artık iyice bozduğumuz ve o toprakta artık bir sey yetişmediği için yine ilaçlıyoruz. Ve sonra ektiğimiz sebzeleri böceklere karşı yabani otlara karşı yine ilaçlıyoruz. Ve sonra erkenden kopardığımız sebze ve meyveleri kandırarak onlara hala büyüyormuş gibi hissettirerek aldatıyoruz ve tabi ki yolda bozulmasınlar diye yine ilaçlıyoruz. Markete gelen sebze ve meyvelerin bazıları uzun süre kalacaklarsa çürümesinler, kurtlanmasınlar diye yine ilaçlanıyorlar. Ve her gün binlerce çiçek sever bu kimyasallara bulanmış zehirli şeylerin sularını, posalarını yetiştirdiğimiz çiçeklere daha çok çiçek versin diye döküyor. Biz insanlık ne zaman böylesine kaybolduk.

    Kirlenen denizleri, nehirleri, yunusları kurtarmak için her gün bol bol konuşuyoruz.. Ama teknolojiden, kimyasal gübrelerden, madenlerden ve kendimizi imha eden bir çok şeyden vazgeçebilme noktasını çoktan geçtik. Kendimizi arzularımıza, isteklerimize öylesine kaptırdık ve

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1