Manifesto: Düzeliş Türkiye
()
About this ebook
Türkiye'de hakkında konuşulması kanunlarla yasaklanmış çok fazla konu var. Hakaret edilmesini önleme adı altında, duyulmak istenmeyen her türlü eleştiri engellenebiliyor. Belirli bir seviyeye kadar konuştuktan sonra susmak zorunda kalınıyor. Dolayısıyla sorunların kökenine inilemiyor.
Bu kitap, türkiyenin temel sorunlarını ele alır ve bazı çözüm yolları sunar. Akademik bir kitap değildir. Tamamen yazarın kendi düşünceleridir. İnsanların düşüncelerini eleştirme odaklıdır ve bu yüzden okuyanların büyük bir kısmını rahatsız edebilir. Öyle ki, birşeylerin değişebilmesi için birilerinin rahatsız olmaları da gerekiyor. İfade özgürlüğü şu an türkiyenin birincil ihtiyacı. Mutlu ve huzurlu bir gelecek için konuşulmayan meselelerin konuşulması ve bunların iyi veya kötü yanlarının açığa çıkması gerek.
Ben iyi bir eğitim almadım. Açıköğretim mezunuyum. Bundan dolayı anlatacaklarımın önemsiz olduğunu düşünecek olursanız size kitabı daha çok tavsiye ederim. Çünkü iyi eğitim takıntısınında neden saçma olduğunu anlatmaya çalıştım. Herkesin anlayabilmesi için olabildiğince basit bir üslupla yazdım. Sizden isteğim açık fikirli olmanız ve sindirerek okumanızdır.
Related to Manifesto
Related ebooks
Apolitika Dergisi Seçkisi Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsİslamofaşizmin Pençesinde Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsTürk Sağının Hikayesi Rating: 5 out of 5 stars5/5Türkiye'de Sıkıyönetimler Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsVicdani Ret Açıklamaları Almanağı Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsAmargi Dergisi Seçkisi Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsMetamorfoz Portreler Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsTürkiye’de ve Dünyada Vicdani Ret Rating: 5 out of 5 stars5/5Paramparça Kalpler ve Böcekler Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsBeklentiler ve Gerçekler Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsBeklenen Mehdi mi? Yoksa Deccal mi? Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsYeni Dünya Düzeni 2023 Çek Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsToplum Sözleşmesi Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsAykırı Yazılar Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsVicdani Ret Yazıları Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsFelsefe Soslu Şiirler: (Genişletilmiş 2. Baskı) Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsTürkiye'de Ordu ve İnsan Hakları İhlalleri Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsYarım Kalan Hikaye Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsTürkiye Kimlere Emanet Rating: 1 out of 5 stars1/5Türler ve Cinsler Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsTarihimiz ve Biz Rating: 4 out of 5 stars4/5Duvarların Yıkılışı Rating: 0 out of 5 stars0 ratings"Ateş Hırsızı" Dergisi Seçkisi Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsYeni Dünya Düzeni 4. Çeyrek Türkiye Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsAteizmi Anlamak Rating: 3 out of 5 stars3/5Soykırım Günleri Rating: 5 out of 5 stars5/5Yanlış Cumhuriyet Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsTutsak Özgürlük: Serbest Piyasa Ekonomisinde Aile, Bireyselleşme ve Özgürlük Anlayışı Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsİmamların İhaneti Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsReis’in Rejimi Rating: 0 out of 5 stars0 ratings
Reviews for Manifesto
0 ratings0 reviews
Book preview
Manifesto - Oktay Demirci
Önsöz
Türkiye’de, hakkında konuşulması kanunlarla yasaklanmış çok fazla konu var. Hakaret edilmesini önleme adı altında, duyulmak istenmeyen her türlü eleştiri engellenebiliyor. Belirli bir seviyeye kadar konuştuktan sonra susmak zorunda kalınıyor. Dolayısıyla sorunların kökenine inilemiyor.
Bu kitap, türkiyenin temel sorunlarını ele alır ve bazı çözüm yolları sunar. Akademik bir kitap değildir. Tamamen yazarın kendi düşünceleridir. İnsanların düşüncelerini eleştirmeye odaklıdır ve bu yüzden okuyanların büyük bir kısmını rahatsız edebilir. Öyle ki, bir şeylerin değişebilmesi için birilerinin rahatsız olmaları da gerekiyor. İfade özgürlüğü şu an türkiyenin birincil ihtiyacı. Mutlu ve huzurlu bir gelecek için konuşulmayan meselelerin konuşulması ve bunların iyi veya kötü yanlarının açığa çıkması gerek.
Ben iyi bir eğitim almadım. Açıköğretim mezunuyum. Bundan dolayı anlatacaklarımın önemsiz olduğunu düşünecek olursanız size kitabı daha çok tavsiye ederim. Çünkü iyi eğitim takıntısının da neden saçma olduğunu anlatmaya çalıştım. Herkesin anlaması için olabildiğince basit bir üslupla yazdım. Sizden isteğim açık fikirli olmanız ve sindirerek okumanızdır.
Giriş - Asıl sorun ne?
Türkiye’de herkes, her gün türkiyenin sorunlarını tartışıyor ama tartışılan şeyler hep sonuçlar oluyor. Sorunların kaynağının ne olduğu anlaşılamıyor. Kaynağı sorgulayan az bir kesim de bunun eğitimsizlik olduğunu düşünüyorlar. Böyle düşünenlere Peki eğitim nasıl olmalı?
diye sorduğunuzda ise ya tıkanırlar ya birbirlerinden çok farklı şeyler söylerler ya da mevcut sistemin aynısını anlatırlar. Çoğu insan da sorunu ak partiye indirgiyor. Ak parti ve erdoğan gidince her şey düzelecek zannediyorlar. Ben size türkiyenin asıl sorununu söyleyeyim. Türkiye’nin sorunu, insanlarımızın düşünce şekilleri yani ideolojilerdir. Spesifik olarak da devletçilik, milliyetçilik ve dindarlıktır. Bu ideolojiler, sadece türkiyenin değil insanlığın başına gelmiş en kötü şeylerdir. Bütün savaşların, katliamların, siyasi ve toplumsal krizlerin ana sebepleri bunlardır. Üçü de aslında bomboş şeylerdir. Çünkü içgüdülere ve inançlara dayalıdırlar. Bilimsel bir gerçeklikleri yoktur. Biz ise bunlarla mücadele etmemiz gerekirken, kutsal olduklarını düşünüyoruz. Bunları aşamadığımız sürece yerimizde saymaya devam edeceğiz. Bir dönem bir adım ileri atacağız; sonraki dönem de bir adım geri. Aşamadığımız sürece kutuplaşmalar, krizler, mutsuzluklar ve bunların türevi daha pek çok sorun, tarihimizde her zaman olduğu gibi bundan sonra da olmaya devam edecek. Bu durumların ortadan kalkması için kökten bir çözüm gereklidir. Çözüm de zihniyet değişikliğidir. Kitaptaki amacım da budur. İnsanlarımızın neden hemen hemen her konuda yanlış düşündüklerini sebep ve sonuç ilişkisi çerçevesinde kanıtlamaya çalıştım. Bu ideolojiler batıda yok mu? Onlarda neden sorun olmuyor?
diye sorabilirsiniz. Onlarda da var ve hala sorun yaratmaya devam ediyorlar. Bizde ki kadar fazla olmamasının sebepleri; devleti küçülterek devletçiliğin, kültürel/etnik çeşitlilik(diversity) ile milliyetçiliğin, aydınlanma ve bilim ile de dindarlığın üstesinden gelmeleridir.
Bizim insanlarımız birbirlerinin yaşam tarzlarına saygı duymuyorlar. Daha çok, birbirlerine tahammül etmeye çalışıyorlar. Pek çok insan, kendilerini çeşitli gruplara dahil etmişler ve yaşamlarını da bu grupların öğretilerine göre inşa etmişlerdir. Örneğin; bir türk milliyetçisinin hayatı diğer türk milliyetçileri ile takılarak geçer. Hep türkleri yücelten konuşmaları dinler, yazıları okur, etkinliklere katılır. Türkleri eleştiren, kusurlarını anlatan yayınlara bakmak istemez. Hatta bu tarz yayınlar yapanlardan da rahatsız olur. Kendini o küçük dünyasına kapatmıştır.
Türkiye’de her ideolojik grup, kendine tarihi bir dönem belirlemiştir ve o dönemdeymiş gibi yaşar. Atatürkçüler 1920’lerde, osmanlıcılar osmanlı döneminde, solcular 1800’lerde, islamcılar peygamberin döneminde, türkçüler islamiyet öncesinde yaşıyorlar hala. Günümüze de o dönemlerin bakış açısıyla bakıyorlar. Sorunlara sundukları çözümler o dönemlere göre çözümler oluyor. Örneğin; bir atatürkçüye Ekonomi nasıl düzelir?
diye sorduğunuzda Devlet fabrikalar kurmalı!
diye cevap veriyor.
Kelebek etkisini biliyorsunuzdur. Bilmeyenler için kelebek etkisi; bazı önemsiz sayılabilecek olayların zincirleme etki ile çok büyük olaylara sebep olabilmesidir. Günlük hayatınızda yaptığınız bazı basit eylemlerin ne gibi sonuçlara yol açabildiğini ilerleyen bölümler de anlatacağım.
Devlet
Türklerin büyük çoğunluğu devletçidir. Kendilerini devlete adamışlardır. Tarihlerinde bilmem kaç tane devlet kurmuş olmakla övünürler. Sürekli söylenen Devlet baba
, Devletimize zeval gelmesin.
, Ya devlet başa ya da kuzgun leşe!
gibi söylemler de bunu gösterir. Birey olma anlayışı yerleşememiştir. İnsanın devletten üstün olduğunu, devletin var olma sebebinin insanların güvenliğini sağlamak ve onlara hizmet etmek olduğunu, yani insanın patron devletin hizmetçi olduğunu bilmezler. Genel olarak toplu hareket etme eğilimi vardır. Kendilerine çocukluklarından itibaren en çok hangi ideoloji dayatılmışsa o ideolojiyi benimserler ve ona mensup diğer insanlarla arkadaş olurlar. Bu arkadaşlarıyla bir araya gelişlerinde birbirlerini ideolojik olarak beslerler. Birlikte örgütler, tarikatlar, dernekler vs.. kurarlar. Sonunda da ideolojilerini tam anlamıyla içselleştirip adeta militan
haline gelirler. Bu aşamadan itibaren amaçları yavaş yavaş gruplarını büyütüp devleti ve dolayısıyla ülkeyi ele geçirmek oluyor.
Tarihimizde her bir kesimin, devletle çatışmaya girdikleri dönemler olmuştur. Örneğin; milliyetçi türkler 2. abdülhamid döneminde, dindarlar atatürk döneminde, atatürkçüler osmanlı döneminde ve bazı darbe dönemlerinde, kürtler ve solcular da çeşitli aralıklarla devletle çatışmalara girmişlerdir. Ama bildiğiniz gibi hepsi de sonuna kadar devletçilerdir aynı zamanda. Yani bunları aslında devlet karşıtı bir motivasyonla yapmamışlar, onu kendi görüşlerinin ele geçirmesini amaçlamışlardır. Burada diyebilirsiniz ki, Devleti ele geçirmeyi değil, devlet tarafından baskılanmamayı, eşit vatandaş sayılmayı istiyorlar.
Küçük bir kısmı için öyle olabilir ama geneli ele geçirmek istiyor. Çünkü bir grubun istekleri ile diğer bir grubun istekleri birbirleriyle çoğu zaman çelişiyor. Dolayısıyla eşit vatandaşlık altında bu istekleri gerçekleşemiyor. İsteklerinin ancak devleti kontrol etmeleriyle veya yeni bir devlet kurararak gerçekleşeceğini biliyorlar. Bu yüzden her kesim kendi görüşü başa gelinceye kadar devlet karşıtı, gelince de devletin bir numaralı militanları haline geliyor. Devleti kontrol ettikleri zaman da karşıt görüşleri baskılamaya, kendi ideolojilerini herkese dayatmaya, herkesi kendilerine benzetmeye yönelik politikalar izlemeye başlıyorlar. Bu türkiyede bir döngü halinde sürüp gidiyor. Sihizm dininde, her şeyin onun istediği gibi olmasını isteyen insanlara ‘manmukh’ denir. Yani insanların çoğuna. İnsanlığın sürekli çatışmasının sebebi, başkalarının istekleriyle çelişen isteklerini gerçekleştirmeye çalışmalarıdır. Bu yüzden başkalarının istekleriyle ters düşen isteklerimizi aşmamız gerekir.
Türkiye’de her bir kesim birbirlerinden nefret eder. Kutuplaşma yeni bir şey değildir. Türk tarihi boyunca sürekli görülmüştür. Türk’ün türkten başka dostu yoktur!
denilir ama türkler, tarihlerinde en çok savaşı birbirleriyle yapmışlardır. Neden bu kadar fazla türk boyu var diye hiç düşündünüz mü? Farklı yaşam tarzlarına sahip insanlar farklı boyları oluşturdular. Yani bütün türk tarihi aslında bu boyların birbirleriyle yaptıkları yaşam tarzı mücadelesinden ibarettir. Sadece refah düzeyinin yükseldiği zamanlarda bu düşmanlık kısa bir süre için sessizliğe bürünmüştür. Devlet de bu düşmanlığı uygulamaya koymak için bir araç olarak kullanılıyor. İnsanlarımız artık en önemli sorunlardan birinin devlet olduğunu görmeliler. Güç yozlaştırır.
deyip duruyoruz ama gücü devletle bağdaştırmıyoruz. Çünkü devleti kutsal görüyoruz. Genetiğimize işlemiş bir devletçilik anlayışı var. Bir şeyin genetiğimize işlemiş olması, onu aşamayacağımız anlamına gelmez. Ben nasıl bu içgüdümün üstesinden gelebildiysem siz de gelebilirsiniz.
Peki bu devletçi anlayış nasıl ortadan kalkar? Türk milletini bu stockholm sendromundan nasıl kurtarabiliriz? İşin en zor kısmı da burası. Çünkü iktidara kim gelirse gelsin devleti güçlendirmeye dayalı bir politika izliyor. Devlet ne kadar güçlenirse, ne kadar büyürse, ne kadar çok insan devlete bağımlı hale gelirse o kadar iktidarlarını sağlamlaştırıyorlar. Bugün yaşadığımız sorunların önemli bir kısmı devletin çok güçlü olmasından kaynaklı sorunlar. Ama bunlara rağmen, iktidara alternatif olduklarını iddia edenler devleti daha da güçlendireceklerine yönelik vaatlerde bulunuyorlar. Devleti bir kesim ele geçirdiği zaman, kendilerine ve destekçilerine menfaat sağlayacakları, bunun sonucunda da onları devlete bağımlı hale getiren bir sistem kuruyor. Örneğin; bugün ak partiye oy verenlerin büyük kısmı, gerçekten ak parti davasına inanan kişiler değil, ak partinin iktidarda kalmasından bir şekilde menfaat elde eden kişilerdir. Benzer şekilde diğer kesimlerde böyle bir sistem kurabilme ihtimaline sahip oldukları için devletin gücünün azaltılmasına, yani bu ihtimalin ortadan kalkmasına karşı oluyorlar.
Yolsuzluk
Devleti zenginleşme aracı olarak kullanıyoruz maalesef. Yolsuzluğu o kadar da büyük bir problem olarak görmüyoruz. Yolsuzluk, hırsızlıktan daha kötü bir şeydir. Çünkü hırsızlık genellikle başka çare kalmadığı zaman, hayatta kalmak için yapılır. Yolsuzluk ise lüks için ve meşru
yollar kullanılarak yapılır. Şimdi size cumhurbaşkanlığı teklif edildiğini düşünün. Seçimsiz bir şekilde cumhurbaşkanı olacağınız söylense kabul eder misiniz? Sorumluluk almak istemeyen insanlar hariç herkes bunu kabul eder. Ama şöyle bir koşul var; hazinenin kontrolü sizde değil, ayrı bir gücün elinde olacak. Sizin maaşınız ortalama devlet memuru maaşı olacak. Siz bir proje gerçekleştireceğiniz zaman gereken bütçeyi, ne 1 kuruş eksik ne de 1 kuruş fazla olacak şekilde hazineyi kontrol eden güç size verecek. Yani çok sıkı bir denetim altında olacaksınız. Aklı başında bir insan bu şart altında ülke yönetmek istemez. Çünkü o stresli hayatı yaşamaya değmez. Her gün bilmem kaç tane toplantı, sürekli yolculukla geçen hayat, sürekli şikâyet dinleme, her mesele hakkında fikir sahibi olma gereği, günde birkaç