Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Zamanı Gelen Sevmeler
Zamanı Gelen Sevmeler
Zamanı Gelen Sevmeler
Ebook194 pages8 hours

Zamanı Gelen Sevmeler

Rating: 5 out of 5 stars

5/5

()

Read preview

About this ebook

Ellerime bakıyorum. Bir zamanlar kalem tutan, sınıftaki tahtaya bir şeyler yazan, başında toplanmış öğrencilerine şiirler okuyan ben! “Hocam!” diye bir ses işitiyorum. Yıllar yıllar öncesinde kalp sandığıma kilitlediğim. Ve devam ediyor o ses: “Ders anlatırken gözleriniz parlıyor!” O gün öğrencime verdiğim cevabı tekrar ediyorum: “Gözlerim ışığını sizden alıyor.”

LanguageEnglish
Release dateNov 23, 2020
ISBN9781005291129
Zamanı Gelen Sevmeler
Author

Tülay Yılmaz

1979, Sakarya doğumluyum. Küçüklüğümden itibaren okumak ve yazmakla hemhal oldum. Gazi Üniversitesi mezunuyum. Sonrasında edebiyatla dolu yıllarım oldu hep. 17 yıl Edebiyat öğretmenliği yaptım. Evliyim ve dört çocuğum var. Eşimin de edebiyat öğretmeni olması benim için hep çok güzeldi. Çünkü yazdıklarımın ilk okuyucusu, okuduklarımın ilk dinleyicisi oldu hep. Sanata dair her şeyi seviyorum. Edebiyatı bir başka...

Related to Zamanı Gelen Sevmeler

Related ebooks

Biography & Memoir For You

View More

Related articles

Reviews for Zamanı Gelen Sevmeler

Rating: 5 out of 5 stars
5/5

2 ratings1 review

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

  • Rating: 5 out of 5 stars
    5/5
    Öğretmenlik yıllarıma gittim. Kaleminize sağlık… Devamını bekliyoruz… Hatıralar, gözlemler, özlemler…

Book preview

Zamanı Gelen Sevmeler - Tülay Yılmaz

Sahile Vuran Bir Deniz Yıldızı / Yusuf Sema

Yine Aylardan Kasım / Zeynep Kardelen

TAKDİM

Merhaba Sevgili Okurlarımız,

Öğretmenlik ne kadar kutsal ve ulvi bir meslek… ‘Öğretmenlik’ konulu proje kitaplarımız vesilesiyle sizlerle buluşmak da çok güzel… Şükür ki ben de bu mesleği çok mutlu bir şekilde on yedi yıl boyunca yaptım.

Ve hayat; birçok arkadaşım gibi nasiplerimize düşen imtihanın sırrıyla mesleğimiz elimizden alındı. Elinden oyuncağı alınan bir çocuk gibi kalakaldık. Artık ne okulumuz ne de öğrencilerimiz var.

Her şey ne kadar da güzeldi… Okulumuz, evimiz gibiydi; öğrencilerimiz de çocuklarımızdı adeta…

Çok sevmek ve sevilmekti belki de bize bu ayrılığı getiren… Geçen zaman boyunca ne olduğunu anlamaya çalıştık; ağlayarak hatırladık öğrencilerimizle geçen güzel günleri… Ne mutlu bize ki niyetlerimiz güzeldi… Gün gün iyilikle, güzellikle yoğrulan toprakta yetişen fidanlarımız vardı; gözlerimizin ferini onlardan alıyorduk.

Aradan geçen yıllar, sert esen çetin bir rüzgârla savurdu hepimizi. Necip Fazıl’ın ‘Sakarya’ şiirinde Ve ayrılık anadan, vatandan, arkadaştan… dediği halleri yaşıyorduk…

İlk önce Halime Gülsu ve Gökhan Açıkkollu gibi nice gönlü güzel öğretmenlerimiz bu dünyadan terk-i diyâr etti. Sonrasında hem yurt dışında hem de yurt içinde nice öğretmenin dünya hayatı bitti; arkalarından ağlayan öğrencilerine, sevdiklerine veda bile edemeden. Yunanistan’da vefat eden Halil Dinç Hocamız ve yakın zamanda Belçika’da rahmete kavuşan İshak Göğebakan hocamız gibi… Adlarını ve sayılarını bilemediğimiz daha nice öğretmen var; ayrılığı ile bizleri derinden yaralayan…

Yakın zamanda bu güzel yürekli kahraman öğretmenlerden başka kutlu bir niyetle yıllar önce aramızdan ayrılan ‘Öncüler’ vardı. Bu proje için hazırladığımız kitaplarda onları da unutmadık, vefamızı göstermek istedik. Hepsini anmaya, anlatmaya kalemler yetişemese de onlar bizim öğretmenliğimizin kahraman öncüleri olarak hep gönlümüzde olacaklar.

Şimdilerde öğretmenlik yapamasam da ara ara okul önlüğümü giymek iyi geliyor bana… Yazma zamanlarımda, katıldığım atölyelerde önlüğümü giyiyorum. Öğretmenliğim içimde de dışımda da diri dursun istiyorum. Zira aktif beklemedir şimdi bize düşen…

Bir şeyler yapmak ve bir şeyler yazmak gerek! ‘Söz uçar yazı kalır.’ sözünü bilir, yine de yazmaktan uzak kalır nedense parmak uçlarımız. Okuduğum bir yazıydı bu proje için beni harekete geçiren:

Ey dipdiri meyyit iki el bir baş içindir

Davransana eller de senin baş da senindir!

diye haykırıyor Mehmet Akif, ruhumun şairi. ‘Dipdiri ve Meyyit’ nasıl bir tezat bu böyle! Ellerime bakıyorum. Bir zamanlar kalem tutan, sınıftaki tahtaya bir şeyler yazan, başında toplanmış öğrencilerine şiirler okuyan ben! Hocam! diye bir ses işitiyorum. Yıllar yıllar öncesinde kalp sandığıma kilitlediğim. Ve devam ediyor o ses: Ders anlatırken gözleriniz parlıyor! O gün öğrencime verdiğim cevabı tekrar ediyorum: Gözlerim ışığını sizden alıyor.

İşte bu projeyi Yayın Yönetmenimiz Halit Emre Yaman’a yukarıda alıntıladığım yazıyla sunmuştum. Sağ olsun hemen ‘Öğretmenler Günü Projesi’ demişti ve o gün başladık projemizin hazırlığına. Öğretmen olan herkes yazmalıydı. ‘Yazmak şifalanmaktır.’ derler. Hem bir vefa hem bir özlem hem de bir dua vesilesi olmalıydı yazılanlar.

Sosyal medyadaki tanıtımlarımız dışında özelden de hatıra defterimdeki tüm arkadaşlarımla gerek mesajla gerek arayarak ve en önemlisi de heyecanımla birlikte bu projemizi hiç yüksünmeden defaatle paylaştım.

Zamanla geldi yazılar. Sosyal medya aracılığıyla gün be gün şiirler, anılar, hikâyelerle proje dosyalarımız dolmaya başladı. Gelen her yazı sevgiyle örülen bir kitabın satırlarıydı. Biz de ekip olarak kitaplarımızın doğuşuna şahitlik ettik.

Şiirleri BANA ÇİÇEKLERİMİ VERİN kitabında Ali Topdağ, hikayeleri TEBEŞİR KOKUSU kitabında Halit Emre Yaman topladı ve editörlük yaptı. Hatıraları da ZAMANI GELEN SEVMELER kitabında ben toplayıp editörlük yaptım. Kitaplarımızdaki resimleri ise Hatice Dönmez’in başkanlığındaki empathyart ekibi yaptı. Proje kapsamındaki diğer dört kitabı ise Crab Publishing ekibi hazırladı.

‘Yine aylardan Kasım’ olsun… Biz yine analım sevdiğimiz mesleğimizi ve tekrar tekrar yaşayalım hatıralarımızı…

Hepinize ‘iyi okumalar’ dilerken bizden öğretmenliğinin nişanesi yazılarını esirgemeyen tüm öğretmenlerime saygılarımı sunuyorum. Öğretmenler Gününüz kutlu, öğretmenlik dolu yüreğiniz daim olsun…

Tülay Yılmaz

Proje Koordinatörü

TEK BİR CÜMLE

Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım. (Bakara, 30)

İşte her şey bu ilahi fermanla başladı. Bir Halife…

Allah (cc) sonsuz ilmiyle bu yüce misyonu yerine getirecek halifesine, yani ilk insana, Hazreti Adem’e bütün isimlerini öğretti. İşte o an başladı öğretme ve öğrenme. O kadar önemli vazifeydi ki bu iki eylem ötelerde, manevi alemlerde başladı ilk defa.

Sonra Allah (cc) Sorun… dedi meleklerine, Neyi öğrenmek istiyorsanız sorun. Bu yüce vazifenin nasıl yapılacağını en güzel şekilde öğrenmişti Hazreti Âdem. Ve artık O da hazırdı öğretmeye. Tek tek saydı eşyanın isimlerini, öğrendiklerini anlattı, öğretti.

Belki ilkti ama son olmadı bu önemli vazife. Yeryüzü ve insanlık pek çok kez şahit oldu bu önemli misyona. Öyle önemliydi ki bu vazife, Rabbim çoğu kez en masum meleklerine, bazen de en sevgili Peygamberlerine yükledi bu vazifeyi. Hem Habibim dediği Efendimiz’in (sav) karşısına ilk Oku! emriyle çıktı. Oku! Yarattıklarımı, var ettiklerimi ilk önce oku sonra öğret… diye emretti Yaradan.

İşte bu yüzden kutsal bildik biz de bu vazifeyi. Yerine getirmeye niyetlendik. Bu kadar önemliyse, biz de varız.! dedik. Çünkü bir harf öğretmenin dahi ne kadar önemli olduğunu, ‘emr-i bi’l maruf, nehy-i ani’l münker’ olmadan bu hayatın, kâinatın anlamsızlığını öğrendik. Bu yüzden çıktık öğrencilerimizin karşısına. Onların hem akıllarına hem kalplerine hitap etmek istedik. Hayatın karanlık yollarında onlara bir ışık da biz olalım istedik.

Acı tatlı pek çok anılarımız oldu öğrencilerimizle. Anılarımızın kimini önemsedik, kimini unuttuk ama bazen ummadığımız bir anda hatırlayıverdik. Tıpkı benim yıllar önce yaşadığım hatta önemsemeyip unuttuğum ama karşıma çıkınca hatırladığım ve artık hayatımın sonuna kadar unutmayacağım bir anımda olduğu gibi…

Birkaç ay önce tanımadığım bir numara aradı. ‘Kim olabilir?’ diyerek açtım telefonu. Karşımda Alo diyen sesi tanımaya daha doğrusu hatırlamaya çalıştım.

Hocam, benim. Tam on dört yıl önceki öğrenciniz. Siz beni hatırlamazsınız belki ama ben sizi hiç unutmadım. İngilizce dersimizde kitapta geçen bir parçayı okuduktan sonra konuyla ilgili evlilik hakkında bir yorum yapmıştınız. Çok etkilenmiştim ve sesiniz kulaklarımdan yıllarca gitmedi. Okulu bitirip evlilik yaşıma gelince de kendime rehber edindim o cümlenizi ve eşimi de ona göre seçtim. Bu hafta düğünüm var ve sizi bu mutlu günümüzde yanımda görmeyi çok istiyorum.

Telefonu kapattıktan sonra uzun süre kendime gelemedim. Hatırlamadığım bir cümle. Belki düşünmeden o anda öylesine kurduğum bir cümle. Söylediğim tek bir cümle, bu kadar önemli olabilir miydi?

Bu kadar yer edebilir miydi bir insanın hayatında? Bu düşünce beni dehşete düşürdü. Tek bir cümle… Bu cümleye dayanarak verilen bir karar… Bütün hayatı etkileyecek bir karar… Aman Allah’ım! Bu nasıl bir vebal, nasıl bir sorumluluk, nasıl bir rol model olma, nasıl, nasıl? Kim bilir hatırlayamadığım ne sözler ne davranışlar var bir şeylere sebep olan. Olumlu mu, olumsuz mu? Bu sorulardan kendimi kurtaramadım.

Tüm bu sorular içinde gel gitler yaşarken birden yapmam gereken şey geldi aklıma. Dua…

Rabbim Sen bu yüce vazifenin hakkını vermeyi nasip et bize. Hayırlı bir niyetle çıktığımız bu yolda sen bizleri sabit kadem kıl. Senin rızanı elde eden kullarından eyle. İhlâs ve samimiyetle son nefesimize kadar bizleri bu yüce vazifede koşturanlardan, bu yüce vazifenin hakkını verenlerden eyle. (Âmin)

Bugün içine düştüğümüz durum bu duamın kabul olmadığı anlamı taşımaz. Her kolaylık bir zorluğu davet eder. Güzelliklerle sınandık, şimdi kötülük ateşine atılarak da sınanıyoruz.

Benim adım Ayşe... İftira mı dediniz? Evet ya uğradım ben de. Derdimi duamı Hz. Aişe annemiz bilir elbette. Ahirette bize şefaat eder inanıyorum kim iftiraya uğrayıp mazlum kalmışsa…

Ayşe Rana Aycılar, Türkiye

ÖĞRETMENLİĞİ BABAMDAN ÖĞRENDİM

Annem babam, gökten yere inmeme vesile oldu. Öğretmenim, yerden göğe yükselmeme vesile oldu. (Büyük İskender)

Öğretmen olmayı babamdan öğrenmiştim. O bir öğretmendi. Diploması olmayan bir öğretmendi. Bize tabiatı öğretirdi. Ağaçları, çiçekleri anlatırdı. Kuşları, böcekleri, onların gizemli dünyalarını anlatırdı bize. Resimlere çizdiğiniz ağaçlar kütük olmasın, canlı ağaçlar olsun. derdi. Hele hele meyve ağaçlarının olduğu resimlerimizi gördükçe; bizleri sever, tebrik ederdi. Gökyüzü resimleriniz bulutlu olsun ama sisli, dumanlı olmasın. derdi. Dumanlı havayı kurtlar sever. demeyi de ihmal etmezdi.

İşte ben babamdan aldığım bu dersle seyrediyorum etrafımı çocukluğumda. Seyrediyor ve içlerinden beni öğretmenliğe götürecek olanlarının resimlerini çiziyordum yüreğimin derinliklerine.

Mesela, turnaları seyrederdim bu bakışla. Onların bir liderin sağına ve soluna dizilerek uçmalarını çok severdim. Sonraları bu liderliğin değişken olduğunu, bu uçuşların çok ince ayrıntılarının olduğunu öğrendikçe, o inanılmaz hazları tekrar yaşıyordum.

Karıncaları seyretmeye de bayılırdım. Onların bitmez, tükenmez bir enerjiyle çalışmaları beni daima heyecanlandırırdı. Kendisinden ağır başak tanesini taşıyamayınca, bir arkadaşıyla el ele vererek birlikte taşımalarını seyrediyor; yardımlaşmanın ve karşılıklı faydanın güzelliklerini görüyordum. Sonra da bu masum davranışları insanlara öğretmenin lüzumuna inanıyor, öğretmenlik arzumu yineliyordum.

Köyümüzde birçok ailenin koyunları vardı. Kış aylarının en zahmetli işlerinden biri de koyunların kuzulaması ve kuzuların bakımı olurdu. Soğuk akşam saatlerinde anneleri döner, kuzular da sabırsız bir şekilde annelerini beklerdi. En sıcak sahne ne olurdu biliyor musunuz? Kuzuların bulunduğu bölümün kapısını açar açmaz annelerine koşturmalarını seyretmek. Bu inanılmaz bir manzaraydı. Anne kuzusunu; kuzusu annesini nasıl da arardı. Çok kısa sürede de buluşurlardı. Buluştukları an, aranan ile arayanın buluştuğu an olurdu. Dünyanın en güzel manzarasıydı bu. Aranan ve arayanın buluşma heyecanı. Kavuşma heyecanı.

Bu manzaraları seyrettikçe öğretmen olma isteğim daha da köpürüyordu. Çok çalışacak, öğretmen olacak ve çocukların aradığını bir süt berraklığında onlara sunacaktım. Ben de henüz bir çocuktum aslında. Ama ideallerim böyleydi, öğretmen olmalıydım.

Hele bir keresinde seyrettiğim manzara büyülemişti beni. Evimizin bahçesinde oturuyordum. Bir serçenin saçaktaki yuvasına girip, çıktığını gördüm. Güzel bir bahar sabahıydı. Küçük kuş yuvasından heyecanla çıkıyor, az sonra ağzında bir yiyecekle dönüyordu. Yavrular hemen yer değiştiriyor, annelerini sırayla bekliyorlardı. Anne kuş ilk bakışta fark edemediğim bir şey daha yapıyordu. Yavrularının atıklarını dikkatlice alıyor ve dışarı götürüyordu. Aman Allah’ım! Bu ne temizlikti. Bu ne titizlikti. Bu ne güzel bir davranıştı. Bu ne güzel bir annelik, bu ne güzel bir öğretmenlikti.

İlgiyle seyrettiğim, paylaşmaya değer bu manzaralar, içimdeki çocuğu çabucak büyütüyordu. Evet, öğretmen olmalı ve bu güzellikleri çocuklarımla paylaşmalıydım. Çünkü öğretmen aynı zamanda öğrenendi. Öğretmen yaşayandı, aynı zamanda yaşatan… Öğretmen yürekleri ısıtan, çevresini ışıtandı. Öğretmen bildiğini cömertçe dağıtandı. Öğretmen paylaşandı. Öğretmen dinleyen, duyguları en iyi anlayandı. Öğretmen anneydi. Öğretmen arayanla arananın buluştuğu zaman dilimiydi, buluştuğu mekândı.

Üşüyen bir çocuğun hırkası oluyordu öğretmen. Okuyamayan, yazamayan, güzel düşünemeyen, güzel görmeyi öğrenemeyen insanların sessiz çığlığı, öğretmenin sinesinde yankısını buluyordu. Ve cehaletin ortasına bir kor gibi düşüyordu öğretmen. Düşüyor ve etrafını ışığa boğuyordu. Annesine bile kendini anlatmakta zorlanan bir genç kızın duygularının tercümanı oluyordu öğretmen.

Kısacası insanların hayatlarının ayrıntılarında hep öğretmenlerin parmak izi bulunuyordu. O

Enjoying the preview?
Page 1 of 1